Tercih Döneminde Zorunlu Görevlendirilen Rehber Öğretmenler Hakkında Dilekçe Örneğimiz

Tercih Döneminde Zorunlu Görevlendirilen Rehber Öğretmenler Hakkında Dilekçe Örneğimiz

Öğrencilerin geleceğini şekillendirecek tercihlerde onlara fedakarca yardımda bulunan bu önemli görevi yaz tatilinde yerine getiren rehber öğretmenlerin mağduriyetinin giderilmesi amaçlı; bu görevin gönüllülük temelinde yerine getirilmesine imkan tanınması için rehber öğretmenin yaz tatili-tercih döneminde mesaileri gözetilerek ek ders ücretlerinin en az iki kat ödenmesi ve gönüllülük esasına göre görevlendirmelerin yapılması için gerekli düzenlemenin yapılması, emek ve mesailerinin karşılanması bakımından zorunlu olduğuna ilişkin dilekçe örneklerimiz ektedir.

Dilekçe örneğini görmek için tıklayınız.

Tercih Döneminde Zorunlu Görevlendirilen Rehber Öğretmenlerin Haklarının Verilmesi İçin MEB’e Yazı Yazdık

Rehber öğretmenlerin mağduriyetinin biraz olsun hafifletilmesi, yaz tatili-tercih döneminde mesaileri gözetilerek ek ders ücretlerinin en az iki kat ödenmesi ve gönüllülük esasına göre görevlendirmelerin yapılması için MEB’e yazı yazdık.

Yazıyı görmek için tıklayınız.

Son Düzenlenme Cumartesi, 19 Mayıs 2018 11:59

6 Mayıs 1972’de İdam Edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı Saygıyla Anıyoruz!

Görüntünün olası içeriği: 3 kişi, sakal ve yakın çekim

Bugün 6 Mayıs. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan`ın idam edilerek katledilişlerinin üzerinden 46 yıl geçti. 6 Mayıs 1972`de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan`ı idam ederek onları yok edeceklerini sananlar, geçtiğimiz 46 yıl içinde nasıl bir yanılgı içine düştüklerini görmüşlerdir.

İdamlarının üzerinden 46 yıl geçmiş olmasına rağmen, ne Denizlerin mücadelesi ne de uğruna canlarını verdikleri değerler yok olmuştur. Aksine, Denizlerin devrimci mücadelesi ve savundukları değerler, büyüyerek, güçlenerek, Denizler gibi çoğalarak yarınlara akmayı sürdürmektedir. 
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan`ın idamlarına "onay" verenlerin tümünü tarih silip bir kenara atmış; ancak Deniz, Yusuf ve Hüseyin bütün gençlikleriyle, düşünceleriyle, idealleriyle yaşamayı sürdürmüşlerdir.

Yoldaşlarımızı kaybettiğimiz 1972 yılından bu yana Türkiye`de yaşayan halklar, Denizlerin yolunda kararlılıkla yürüyen gençler, her 6 Mayıs`ta daha güçlü, daha kitlesel ve daha büyük bir cesaretle Denizleri anarken, tıpkı onlar gibi sömürünün ve zulmün üzerine kararlılıkla yürüyorlar. 
Denizler egemenlerin baskı ve zulmü karşısında hiçbir zaman diz çökmemiş, son anlarında bile sömürünün, zulmün olmadığı, aydınlık ve güzel günlere olan inançlarını asla kaybetmeyerek, kendilerinden sonra yetişecek olan kuşaklara önemli sorumluluklar yüklemişlerdir.

6 Mayıs, bizler için asla bir yas günü değildir. 6 Mayıs, emperyalizmin ve faşizmin saldırılarına karşı, taleplerimizi yok sayanlara karşı yürüttüğümüz mücadele gününün adıdır. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan`ın 6 Mayıs 1972`de bizlere bıraktığı mücadele bayrağını taşımanın onurunu yaşıyoruz.

Eğitim Sen olarak, Denizlerin şahsında, dünyada ve ülkemizde, sömürüye ve baskıya boyun eğmeyerek yaşamını yitirmiş bütün devrimcileri saygıyla ve özlemle anıyoruz.


Şube Yürütme Kurulu

 
Son Düzenlenme Pazar, 06 Mayıs 2018 11:27

Yeni Ortaöğretime Geçiş Sistemi Velilerden Geçemedi!

TEOG sınavının kaldırılmasının ardından hemen uygulamaya konulacağı duyurulan yeni ortaöğretime geçiş sınavı hakkında velilerin görüşlerine başvurduk. Web sayfamızdan duyurduğumuz ankete katılan 1372 velinin düşüncesine göre, yeni ortaöğretime geçiş sistemi sınıfta kaldı.

Anketimize katılan velilerimizin büyük çoğunluğunu üniversite mezunları oluşturdu.

1

1372 kişinin 966’sı üniversite, 171’i lisansüstü, 137’si lise, 53’ü ortaokul, 44’ü ilkokul mezunu ve 1 kişi de diploma sahibi olmadığını ifade etti.

Anketin “Sizce sınav sisteminde değişiklik yapılması gerekli miydi?” sorusuna verilen yanıtlara bakıldığında 931 kişinin hayır, 414 kişinin evet ve 27 kişinin fikrim yok yanıtını verdiği görülmektedir.

2

Ancak sınav sisteminde değişiklik yapılması gerektiğini düşünenlerin sayısal düzeyinin, diğer sorulardaki yeni sisteme onay oranına yansımamış olması, bu kişilerin TEOG sistemine de karşı olduklarını göstermektedir. Diğer bir ifade ile bu soruya “Evet gerekliydi” diyenlerin, TEOG sisteminin yarattığı sorunların farkında olan ve bundan dolayı oluşan mağduriyetlerin giderilmesi gerektiğini düşünen veliler olduğunu sonraki sorulara verilen yanıtlardan çıkarabilmekteyiz.

Nitekim “Sizce sınav sisteminin değiştirilmesinde rol oynayan en önemli etken nedir?” sorusuna verilen yanıtların %92,6’sı, bu değişikliklerde toplumsal taleplerden ziyade siyasi iktidarın politika tercihlerinin temel belirleyici olduğunun düşünüldüğünü göstermektedir.

3

Ankete katılanların büyük çoğunluğu söz konusu sistem değişikliğinin AKP hükümetinin gereksinimlerini gidermek amacıyla yapıldığını belirtmektedir. Bu sonuç, sınav sistemindeki değişikliğin AKP’nin 2023 vizyonunun bir parçası olarak algılandığını göstermekte, MEB Müsteşarı’nın “İlk evreyi tamamladık, ikinci evreye geçtik” açıklamasındaki politik hedefin farkındalığına işaret etmektedir!

Kaldı ki “Sizce sınav sisteminin değiştirilmesinin temel amacı nedir?” sorusuna verilen yanıtların birbirini dışlamayan, aksine eğitimdeki durumu gözler önüne seren iki gerçeği ifade eden maddelerde toplanması da bu durumu pekiştirmektedir.

4

Söz konusu iki maddeyi işaretleyenlerin ankete katılanlara göre oransal dağılımı %96 düzeyindedir. Dolayısıyla katılımcıların %96’sı, söz konusu sınav sistemindeki değişiklikle öğrencilerin hükümetin tercihlerine göre yönlendirildiği ve eğitim sistemindeki başarısızlıkların üzerinin örtülmek istendiği biçiminde bir algı taşımaktadır.

Böylesi bir yüksek oranı destekleyen bir başka yanıt ise sınav sisteminde değişikliğe gidilmesinde velilerin ikna edilememiş olması durumunda karşımıza çıkmaktadır.

5

Katılımcıların %96’sı MEB’in ya da siyasi iktidar çevrelerinin açıkladığı gerekçelerle ikna olmamıştır. Dolayısıyla Bakanlığın söz konusu değişiklik için velilerden talep geldiği iddiası, anketimiz sonuçlarına yansımamış, hatta tam tersi bir tablo ortaya çıkmıştır.

Kopya skandallarının toplumsal hafızamızdaki yeri halen tazeliğini korurken, sınav güvenliği ve sınavın ne kadar adil olduğuna dair düşünceler de hayati önem kazanmaktadır.

6

Anketimize katılan velilerin ezici bir çoğunluğu, yeni ortaöğretime geçiş sistemini güvenilir ve adil bulmamaktadır. Bu durum dahi, MEB’in eğitim politikalarındaki dayatmacı uygulamalardan vazgeçmesini, politika belirlerken toplumsal mutabakatı önemsemesi gerektiğini göstermektedir.

Üstelik velilerin yine ezici çoğunluğu söz konusu sistem değişikliğinin “tepeden inme” bir değişiklik olduğunu ifade etmektedir.

7

Yukarıdaki sorumuza verilen yanıtlara bakıldığında, “fikrim yok” seçeneğinin işaretlenmesi dahi böylesi önemli bir değişikliğin kamuoyunda yeterince tartışılmadığını göstermektedir. Kaldı ki velilerin büyük çoğunluğu yeni ortaöğretime geçiş sistemi için ilgili kurum, kuruluş ve kişilerin görüşlerine başvurulmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

Eğitim sisteminin “yapboz tahtasına” dönüştürüldüğü gerçeğine yönelik sendikamızın en temel uyarısı, sorunların çözülmek bir yana daha fazla derinleştiğidir. Anketimize katılan 1372 veliden 1326’sı yeni sistemin sorunları çözeceğine dair bir umut taşımadığını göstermektedir.

8

Yaşanan tartışmalar ve ortaöğretime geçiş sisteminde yapılan değişikliklerin öğrenciler üzerinde yarattığı etkileri tespit etmek için sorulan soruya verilen yanıtlara bakıldığında, 1140 katılımcının öğrencisinin/çocuğunun kaygı düzeyinin arttığını, okula gitme hevesinin ve derslere karşı ilgisinin azaldığını belirtmiştir. Yeni sistemin uygulanacağı açıklamasının yapıldığı 5 Kasım 2017 tarihinden bu yana, yaşanan sürecin öğrenciler üzerinde yarattığı olumsuz etkiler, değerlendirme yapılırken mutlaka dikkate alınmalıdır.

Ortaya çıkan tablonun sadece yeni sınav sistemine dair değil, MEB’in genel politika tercihlerinde de değerlendirilmesi gerektiği, 16 yıllık iktidarı boyunca AKP hükümetinin sorunlara kalıcı çözümler üretmekteki başarı grafiğinin oldukça düşük olduğu gerçeğini bizlere sunmaktadır.

Eğitim Sen olarak taleplerimiz, yeni sınav sisteminin bu yıl uygulanmasından vazgeçilmesi, böyle önemli konularda toplumsal mutabakat ile politika üretilmesidir. Öğrencilerin daha fazla mağdur edilmemesi için MEB, hızla sorunun tarafı olan kesimlerle bir araya gelerek, en makul ve geçerli çözümün üretileceği bir yöntem geliştirmelidir.

HAYDİ MİTİNGE
Emeğimiz, Haklarımız ve Demokratik Türkiye İçin 1 Mayıs’a
İNSANCA BİR YAŞAM, DEMOKRATİK BİR ÜLKE UMUDUMUZU BÜYÜTMEK İÇİN i TÜRKÜLERİMİZLE VE HALAYLARIMIZLA, KOL KOLA, OMUZ OMUZA

 

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, yazı

Son Düzenlenme Pazartesi, 30 Nisan 2018 08:45

23 Nisan 2018’de Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda Çocuklarımız ve Gerçekler Raporu

Ülkemizde çocuklarımızın, öğrencilerimizin yaşadığı tablo tüm gerçeklikleri gün yüzüne çıkarmaktadır. Eğitim ve bilim emekçileri olarak, Eğitim Sen olarak yaratılan bu karanlığa rağmen çocuklarımızın düşlerinin gerçeğe dönüştüğü bir gelecek için mücadeleye devam edeceğiz. Çünkü her çocuk için mücadele etmeye değer…

23 Nisan 2018’de Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda Çocuklarımız ve Gerçekler Raporu

  • ÖRGÜN EĞİTİMDEN UZAKLAŞMA ORANLARI

Örgün ve yüksek eğitimde var olan cinsiyet farkı kapatılmamıştır. Kadınların net okullaşma oranları açık öğretim hariç tüm düzeylerde erkeklerden geri durumdadır. İlkokuldan ortaöğretime geçişte kız öğrenci kaybı erkeklere göre yoğunlaşmıştır. Kadınların yükseköğretime erişim oranı ise erkeklere göre düşüktür.

  • Açık öğretime devam eden ortaöğretim öğrencileri içerisinde kadın oranı % 62’ye yükselmiştir. ‘Yeni müfredatta’ bilime, sanata, emeğe, mücadeleye, sevgiye, paylaşmaya, kadına yer yokken aile yaşamını kutsayan ve kadını yok sayan cinsiyetçi politikalar yaygınlaşmıştır.
  • İlkokul ve ortaokul düzeyinde 17, lise düzeyinde 24, İHL’lerde 10 olmak üzere toplam 51 ayrı müfredat, sınıflar esas alındığında ise 176 müfredat yenilenmiştir.
  • 2016-17 döneminde “din öğretimi” adı altında 347.614 kız öğrenciyi “ortaokulda” ve 353.379 kız öğrenciyi “orta öğretimde” evrensel eğitim koşullarından uzaklaştırırken, bu kapsamda eğitim gören kadın oranı 2017 yılında % 56’ya yükselmiştir. Açık öğretim imam hatip liselerinde bu oran daha da yükselerek kadın oranı % 64’e çıkmaktadır.
  • Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre ülkemizde çocuk yaşta evlilik ve nişanlılık nedeniyle eğitime devam edemeyenlerin yüzde 97,4’ü kız öğrencilerdir.
  • MEB’in örgün eğitim istatistiklerine göre, 2016-2017 eğitim ve öğretim döneminde resmi okullarda eğitim görenlerin yüzde 51,3’ü erkek, yüzde 48,7’sini ise kız öğrenciler oluşturdu.
  • Özel okullarda erkeklerin oranı yüzde 54,3, kız öğrencilerinse yüzde 45,7 olarak belirlenmiştir.
  • İmam hatip lise sayısı 2002’de 450 iken, 2017’de 1.408’e çıkarılmıştır. İmam hatip liselerinden 372’si sadece kız imam hatip Anadolu lisesi olarak ayrılmış ve devlet politikası uygulaması olarak karma eğitim dışına çıkılmıştır.
  • Çıkarılan yasa ve yönetmeliklerle kız çocuklarının başı ve bedeni 9 yaşında, fiilen okul öncesinden itibaren kapatılmaktadır. Çocuk hakkı, insan hakkı ihlalidir.
  • ÇOCUK İSTİSMARI
  •  Adalet Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de çocuk istismarıyla ilgili dava sayısı, son 10 yılda yaklaşık 3 kat arttı.
  • TÜİK verilerine göre, son 10 yılda 482 bin 908 kız çocuğu devletin izniyle evlendirildi. Son 6 yılda 142 bin 298 çocuk anne oldu ve bu çocukların büyük kısmı dini nikâh ile evlendirildi.
  • Adli sicil kayıtlarına göre son 5 yılda çocuk istismarı dava sayısında yüzde 50 oranında artış kaydedildi.
  • Çocuğun cinsel istismarında Türkiye dünya listesinde 3’üncü sıradadır. Her 6 erkek çocuktan 1’i cinsel istismara uğruyor. Bu çocukların yüzde 70’i 18 yaş altı. 11 yaşından küçüklerin oranı, yüzde 70.
  • Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2015 verileri suç mağduru çocuk sayısının yılda 122 bini geçtiği, bunların yüzde 10 oranında cinsel suçlar olduğunu gösteriyor.
  • Adalet Bakanlığı’nın 2015 verilerine göre de yılda ortalama 17 bin istismar davası açılıyor, bu davaların yüzde 45’i mahkûmiyetle sonuçlanmıyor!
  • Adalet verileri, yılda ortalama 8 bin çocuğun cinsel istismara uğradığını ortaya koyuyor.
  • ECPAT 2015 yılı Türkiye Raporu’na göre; çocuklar, Türkiye’de cinsel şiddete en fazla maruz kalan grubu oluşturuyor. Türkiye’deki cinsel suçların yüzde 46’sı çocuklara karşı işleniyor. Türkiye, cinsel istismar amacıyla insan ticareti ve çocuk evlilikleri nedeniyle, Küresel Kölelik Endeksi’nde modern köle sayısında da Avrupa’da birinci konumunda yer alıyor.
  • Türkiye’de AKP’nin iktidarda olduğu 2002’den bu yana 18 yaşın altında 440 bin çocuk doğum yaptı. 15 yaşın altında cinsel istismara uğrayarak doğum yapan çocuk sayısı ise 15 bin 937 olarak kayıtlara geçti.
  • MEB Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği’nde, “ Evli olanların kayıtları yapılmaz, öğrenci iken evlenenlerin okulla ilişiği kesilerek kayıtları e-Okul üzerinden Açık Öğretim Lisesine veya Mesleki Açık Öğretim Lisesine gönderilir.”
  • 2018 yılının;
  • Ocak ayında, basına yansıyan haberlerden sadece 147 çocuğun,
  • Şubat ayında, basına yansıyan haberlerden sadece 30 çocuğun,
  • Mart ayında, basına yansıyan haberlerden sadece 269 çocuğun cinsel istismara uğradığı bilgilerine ulaşıldı.
  • ‘1 milyon çocuk tarikatların elinde eğitim görüyor’ 
  • MEB verilerine göre, Türkiye’deki özel öğretim kurumu sayısı 10 bin 53’tür. Bu kurumların 3’te 1’i mutlaka bir tarikata bağlı.
  • Tarikat okul ve yurtlarındaki öğrenci sayısı 210 bin dolayındadır (üniversiteler hariç). 4 binin üzerindeki özel yurdun 2 bin 480’i bir tarikatla bağlantılıdır. Tarikatlara bağlı yurtların kapasitesi 380 bin. Bu yurtlarda kalan öğrenci sayısı 224 bini buluyor.
  • Şüpheli Ölümler 
  • Bakanlığın verilerine göre, 2009’dan 2017 yılına kadar 18 ile 21 yaş arasında 68 çocuk ve genç yaşamını yitirdi. Ölümler ‘Şüpheli ölüm’ olarak kayıtlara geçti.
  • İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilerine göre, çocuklarla ilgili son 3 yılda 18 işkence başvurusu yapıldı.
  • Çocuk tutuklu ve hükümlülere kötü muamele ve işkence iddialarıyla ilgili 2015 yılında 4, 2016 yılında 4, 2017 yılında ise 10 başvuru yapıldığı kaydedildi.
  • Yaklaşık 700 çocuk anneleriyle birlikte cezaevinde.
  • 60 Milyon Çocuğun Yaşamı Tehlikede
  • Kuruluşlar Arası Çocuk Ölümleri Tahmin Grubu IGME tarafından hazırlanan rapora göre de, bugünkü yaşam koşullarına göre dünyada 2017 ile 2030 yılları arasında 60 milyon çocuk beş yaşına gelmeden göç, savaş, şiddet ve kıtlık gibi nedenlerden dolayı yaşamını yitirecek ve bu ölümlerin ise çoğunluğunu yeni doğan çocuklar oluşturacak.
  • Çocuklar başta yaşam hakkı olmak üzere barınma, eğitim, sağlık gibi haklardan mahrum bırakılmıştır.
  • Mülteci Çocuklar
  • Türkiye’de okul çağında yaklaşık 850 bin Suriyeli çocuk yaşamaktadır.
  • MEB’in 2017 tahminlerine göre, 490 binden fazla Suriyeli çocuk ülkenin çeşitli yerlerinde okullara kayıtlı durumda, buna karşın 380 bin çocuk ise okula gidememektedir.
  • Kayıtlı olmayanlar bu rakamlara dâhil değilken, kayıtlı olmasına rağmen okula düzenli olarak gidemeyen mülteci çocukların rakamı ise net değildir. Bu durum yüz binlerce Suriyeli mülteci çocuğu kayıp kuşak olduğunun, her türlü istismarla yaşamak zorunda kaldıklarının, korunmadıklarının ilanıdır. 
  • Türkiye’de Çocuk İşçi Sayısı 2 milyona Yaklaştı 

tablo1

  • Çalışan her 10 çocuktan 8’i kayıt dışı olarak çalışıyor.
  • Türkiye’de çocukların yoksulluk oranı yüzde 25.3 iken, AB üyesi ülkelerle karşılaştırıldığında yoksulluk oranı en fazla olan ülke konumunda.
  • Mesleki eğitim alan özellikle turizm sektöründe uzun saatler çalıştırılan stajyerler, yani ‘çocuk işçiler’ ve çocuk işçiliği sayılabilecek uygulamalar ile çıraklık eğitimi alanlar resmi olarak çocuk işçi sayılmamaktadırlar.
  • 2012 yılında 601 bin olan 15-17 yaş arası çocuk işçi sayısı, 2016 yılına gelindiğinde 709 bin olmuştur.
  • 2016 TÜİK verilerine göre çocuk işçilerin yüzde 78’i kayıt dışı çalışmaktadır.
  • 2018 yılında “15-16 ve 17 yaşında olan üç çocuk çalışırken hayatını kaybetti ve ölen çocukların üçü de tarım emekçisiydi.

tablo2

Çocuklarımızın Düşlerinin Gerçeğe Dönüştüğü Günleri Birlikte Yaratma Umudu İle 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı Kutluyoruz!

Türkiye; çocuklarını, öğretmenlerini ve gençlerini yılda sadece bir günle sınırlı olarak hatırlayan, onların yaşadığı sorunlara kalıcı çözümler üretmemekte ısrar eden bir ülke olmayı sürdürmektedir. Her yıl 23 Nisan’da yapıldığı gibi, bu yıl da siyasiler koltuklarını göstermelik olarak çocuklara devredecek, objektifler karşısına yalancı gülücükler ve samimiyetsiz açıklamalarla çıkacak, her yıl tekrarlanan ‘rutin görev’ tamamlanacaktır.

Çocuklarımızın Düşlerinin Gerçeğe Dönüştüğü Günleri Birlikte Yaratma Umudu İle  23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı Kutluyoruz!

23 Nisan, Mustafa Kemal Atatürk tarafından çocuklara armağan edilmiş dünyadaki tek bayram olmasına rağmen, çocuklara yönelik ayrımcı uygulamalar, çocuk sömürüsü, çocuklara yönelik şiddet, istismar ve cinsel saldırıların sürekli artıyor olması, çocuklar açısından bilinen anlamıyla kutlanacak bir ‘bayram’ ortamının olmadığının en açık kanıtıdır.

23 Nisan günü halkın ülke yönetiminde söz sahibi olmasının, eşit, özgür ve demokratik cumhuriyetin en temel adımlarının atıldığı, emperyalizme karşı sürdürülen Kurtuluş Savaşı koşullarında dahi meclisin işlediği ve tüm kararların Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde alındığı, tebaa olmak değil yurttaş olmanın yaşama geçirildiği tarihi bir gündür. OHAL koşullarında meclisin fiilen ortadan kaldırıldığı, halkın söz ve karar hakkı yerine ‘tek adam’ın söz ve karar sahibi olduğu yaşadığımız günlerde bu tarihi günün önemi çok daha iyi anlaşılmaktadır.

Türkiye’de yaşayan çocuklar, göstermelik törenlerden çok, erken yaşta büyümek zorunda kalmadan çocukluklarını doyasıya yaşamak, geleceğe umutla ve güvenle bakmak, nitelikli bir eğitim ve sağlıklı bir yaşam istemektedir. Ancak siyasi iktidar, çocuklarımıza daha iyi bir gelecek hazırlamak için adımlar atmak yerine, uyguladığı çocuk düşmanı politikalar nedeniyle her yıl binlerce çocuğu eğitimden koparmakta, erken yaşta çalışmak zorunda bırakmaktadır.

Türkiye’de çocukların yaşadığı ağır sorunlar, evde, okulda ve sokakta karşı karşıya kaldığı tehdit ve tehlikeler her geçen gün artmaktadır. Türkiye nüfusunun yüzde 30’a yakınını çocuklar oluşturmaktadır. Çocukların fiziksel, zihinsel, eğitsel, sosyal, kültürel ve duygusal gelişimlerine zarar veren politika ve uygulamalar her geçen yıl artarken, yaşam ve eğitim hakları başta olmak üzere, sağlıklı büyüme ve gelişim hakkına aykırı adımlar atılmaktadır.

Yıllardır iktidar desteği ile dini eğitim veren, çeşitli dini vakıf ve cemaatlere ait okul, kurslar, yurtlar ve evlerde çocuklara yönelik cinsel istismar vakalarının belirgin bir şekilde artması, bu istismar ve saldırıların siyasi iktidarın çabalarıyla cezasız bırakılması, çocuklarımızın ve öğrencilerimizin nasıl büyük ve organize bir tehdit ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir.

Çocuk istismarı gibi son derece hassas ve kamuoyunda infial yaratan bir konuda bile sorumluları aklamaya ve korumaya yönelik olarak gösterilen siyasi tutum ve tavırlar, Türkiye’de çocuklara yönelik cinsel saldırı ve istismar suçlarının son yıllarda neden belirgin bir şekilde arttığını açıklamaktadır. Oysa çocuğun olduğu her alanda okulda, evde, sokakta çocuklarla ilgili her konuda öncelik çocuğun üstün yararıdır. Çocukların üstün yararına olmayan hiçbir şeyin ve çocuklara yönelik olarak işlenen suçların hiçbir mazereti ya da gerekçesi olamaz.

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan Türkiye, sözleşmenin çocuğun yüksek yararı, yaşama ve gelişme hakkı, katılım hakkı, ayrım gözetmeme, güvenli bir ortamda büyüme hakkı şeklinde temel ilkeler üzerinden belirlenen yükümlüklerinin büyük bölümünü yerine getirmediği gibi, çocuklara karşı işlenen suçlara yönelik kalıcı çözümler üretmekten uzak durmaktadır. Oysa Çocuk Hakları Sözleşmesi, devletleri çocuk haklarına saygı duymaya davet etmekte ve onlara bu hakların korunması ve ihlal edilmemesi için çeşitli sorumluluklar yüklemektedir. Çocuk Hakları Sözleşmesi çocukların istismardan korunmasında öncelikli görevi  devletlere vermesine rağmen, özellikle eğitim kurumlarında (okul, yurt, kurs, ev vb.) yaşanan çocuk istismarının birinci dereceden sorumlularının siyasi iktidar ve MEB olduğu açıktır.

TÜİK verilerine göre, son 10 yılda 482 bin 908 kız çocuğu devletin izniyle evlendirilmiş, son 6 yılda 142 bin 298 çocuk anne olmuş, bu çocukların büyük kısmı dini nikâh ile evlendirilmiştir. Türkiye’de yoksul kız çocuklarının erken yaşta evlenme olasılığı, varlıklı olan yaşıtlarına nazaran 2,5 kat daha fazladır. Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre, ülkemizde erken evlilik ve nişanlılık nedeniyle eğitime devam edemeyenlerin yüzde 97,4’ünün kız öğrenciler olması dikkat çekicidir.

Türkiye’de çocuk işgücü sürekli artmakta, eğitim çağındaki çocuklarımız okumak yerine tarlada, sanayi sitelerinde son derece sağlıksız, ilkel koşullarda çalışmaya ve yaşamaya zorlanmaktadır. Çocuk işçiliğinin her geçen yıl artması, mülteci çocuklara yönelik ayrımcı uygulamalar, çocukların çatışmalı ortamlarda en temel yaşam ve eğitim hakkının tehdit altında olmasının hiçbir insani açıklaması yoktur. Türkiye’de yaşayan çocukların bugünü ve geleceği için en büyük tehdit, yaşamlarının henüz başlarında olmalarına rağmen, bu kadar çok acı ve sorunla yaşamak zorunda bırakılmış olmalarıdır.

Resmi verilere göre, Türkiye’de çalışma hayatında 2 milyona yakın çocuk bulunmakta, çocuk işçilerin yüzde 78’i kayıt dışı çalıştırılmaktadır. 15-17 yaş arası çocuk işçi sayısı 708 binken, bu çocukların 558 bini kayıt dışı çalıştırılmakta, sadece 150 bin ‘çocuk işçi’ sigortalı çalışma şansına sahip olmaktadır. Başka bir ifade ile Türkiye’de çalışan her 10 çocuktan 8’i kayıt dışı istihdam edilmekte, yoğun bir emek sömürüsüne maruz kalmaktadır.

Başta çocuklarımız olmak üzere, herkes için laikliğin, eşitliğin, özgürlüğün, barışın ve kardeşliğin, eşit, özgür, demokratik bir cumhuriyetin hâkim olduğu, tüm çocukların eğitim ve sağlık hakkından eşit koşullarda yararlandığı, demokratik, kamusal, bilimsel, anadilinde, parasız eğitim hakkı önündeki engellerin kaldırıldığı, çocukların hiçbir tehlike ve tehdide maruz kalmadan, gelecek kaygısı duymadan sağlıklı ve güvenli bir ortamda çocukluğunu yaşayabildiği bir Türkiye için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğimiz bilinmelidir.

Eğitim Sen olarak, çocuklarımızın karşı karşıya olduğu tüm tehditlere, onların haklarına yönelik her türlü saldırıya ve yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen, çocuklarımızın ve öğrencilerimizin ‘23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyoruz.

Son Düzenlenme Cumartesi, 19 Mayıs 2018 12:05

Okullarda Yaşanan Şiddete Son Verilmeli, Can Güvenliğimiz Sağlanmalıdır!
Yıllardır okullarda yaşanan şiddet olayları, kavgalar, çeteleşmenin gittikçe büyüyen bir tehdit haline gelmesi karşısında bugüne kadar gerekli adımları atmayıp, okullarda yaşanan şiddet olaylarına kayıtsız kalanlardan dolayı Barbaros ortaokulunda görevli müdür yardımcısı Yunus ESEN öğrencisi tarafından bıçaklanarak yaralanmasına neden olmuşlardır.

Görüntünün olası içeriği: 8 kişi

Meslektaşımızın yaralanmasına neden olan, tüm eleştiri ve uyarılarımıza rağmen eğitimde yaşanan sorunlara ve şiddet olaylarına seyirci kalan, öğretmenlik mesleğini itibarsızlaştıran politikalardır.

Okullarda yaşanan çeteleşme ve eğitim kurumlarının benimsenen yanlış politikalar nedeniyle şiddet yuvası haline gelmesinin bedelini bugüne kadar kimi zaman öğrenciler, kimi zaman eğitim emekçileri hayatlarını kaybederek ödemişlerdir.
Öncelikle kabul etmek gerekir ki, okullarımızın birer şiddet yuvası haline gelmesinde, öğretmenlik mesleğini rencide eden yaklaşım ve açıklamaların, her fırsatta şiddet ve nefret dilini kullanan siyasetçilerin ciddi bir katkısı ve sorumluluğu vardır. Toplum olarak hayatımızın her aşamasında evde, sokakta, iş yerlerinde sık sık karşı karşıya kaldığımız şiddet olgusu, okullarımızı da çepeçevre kuşatmış, eğitim emekçilerini şiddetin hedefi haline getirerek, ölümle sonuçlanan ağır sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Okullarda yaşanan şiddetin toplumsal nedenleri göz ardı edilemez. Özellikle son yıllarda toplumdaki gelir adaletsizliğinin ve yoksullaşma oranının artması; halkın gelecek kaygısı ve gençler arasında sisteme dönük güvenin aşınması; kültürel yozlaşma ve yabancılaşma; yazılı ve görsel medyanın şiddet unsurları içeren programlarındaki artışlar, sadece okulları değil, yaşamın bütün alanlarında yaşanan şiddeti sürekli olarak yeniden üretmektedir.
Okullarda yaşanan şiddetin ve öğretmenlere yönelik saldırıların önlenebilmesi, öncelikle her fırsatta öğretmenleri, eğitim ve bilim emekçilerini, hedef haline getiren politika ve uygulamalara son verilmesinden geçmektedir. Türkiye’nin her yerinde okullarda birbirine benzer şiddet olaylarının yaşanması, şiddetin arkasındaki nedenlerin ortaya çıkarılmasını, eğitim kurumlarında öğrenci ve öğretmenlerin can güvenliğinin sağlanmasını gerektirmektedir.

Görüntünün olası içeriği: 11 kişi, ayakta duran insanlar, gökyüzü ve açık hava
Okulda şiddet sorununu çözmek, günü birlik müdahalelerle değil, uzun vadeli eğitim politikalarıyla mümkündür. Bunun için başta öğrenci ve eğitim emekçileri olmak üzere, eğitimin tüm bileşenlerine yönelik olarak kültürel, sosyal yönden tatmin edecek çalışmaların hızlı bir biçimde gerçekleştirilmesi şarttır. Okullarda rehberlik hizmetlerinin işletilmesi ve buralardaki yetersiz personel sayılarının giderilmesi gerekirken, MEB’in rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmetlerine yönelik düzenlemelerinin olumsuz sonuçlarının görülmeye başlanması dikkat çekicidir.
Okulda şiddetin önüne geçebilmek için öğretmen, öğrenci ve velilerin eğitimi önem kazanmaktadır. Çünkü gençliği anlama, algılama, sorunlarına çözüm üretebilmek ve bu alandaki yetenekleri açığa çıkarmak için eğitimin ne kadar önemli olduğu ortadadır. Okul içinde özel güvenlik birimleri veya okul çevresine polis yığarak sorunu kolluk kuvvetleri ile çözmek sorunu başka yerlere havale etmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Eğitim Sen olarak, okullarda yaşanan şiddet olaylarının önüne geçebilmek için, ilgili tüm kesimleri sorumlu davranmaya çağırıyoruz. Sendikalar, eğitim örgütleri, öğrenci ve velilerle birlikte herkes, okullarda şiddeti azaltmak için üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli ve acilen bir eylem planı hazırlanmalıdır. Bu noktada, şiddetin hiçbir biçiminin toplumda kabul görmediğinin vurgulanması önemlidir.
Eğitim emekçilerinin, öğrencilerin ve velilerin arkalarında toplumun ve eğitim örgütlerinin desteğini hissetmeye ihtiyaçları vardır. Her okulun şiddetle mücadele etmek için alınması gereken somut önlemleri, ne yapılacağını ve nasıl önleneceğini gösteren bir eylem planı olmalıdır.

Eğitim emekçilerin yoğun baskı ve tehditlerle karşı karşıya bırakılarak sindirildiği, iş güvencelerinin elinden alınmak istendiği, eğitim hizmetlerinin piyasacı bir anlayışla yürütüldüğü, öğrenci öğretmen ilişkisinin giderek bozulmaya başladığı bir ülkede okullarda yaşanan şiddet olaylarının ölümlerle sonuçlanmaya başlamış olması son derece önemli bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.
Okullarımızda yaşanan şiddetin son bulması için acilen gerekli adımlar atılmalı, hiç kimse şiddetin uygulayıcısı ya da hedefi haline getirilmemelidir. Bu konuda somut ve kalıcı çözümler üretilmesi ve okullarda yaşanan şiddetin önlenmesi için başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, bütün yetkilileri acilen harekete geçmeye çağırıyoruz.
Eğitim Sen olarak, eğitim emekçilerine yönelen her türlü şiddeti kınıyor, öğrencinin saldırısı sonucu yaralanan Yunus ESEN arkadaşımıza ailesine, çalışma arkadaşlarına ve tüm eğitim camiasına geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz.
Cemil ÖZEN
Eğitim Sen Adana Şube Sekreteri

KÖY ENSTİTÜLERİNİN 78. KURULUŞ YILDÖNÜMÜNÜ KUTLUYORUZ!

17 Nisan 1940 yılında, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde kurulan, Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişiminde belirleyici bir rol oynayan Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 78. Yılını kutluyoruz.

Görüntünün olası içeriği: yazı

Köy Enstitüleri, 1930’lu yıllarda Türkiye nüfusunun yüzde 80’inin köyde yaşadığı, ülke nüfusunun yüzde 85’inin okuma yazma bilmediği bir ortamda, çağdaş köy kalkınma modeline uygun olarak yapılandırılan ve birçok ülkeye örnek olabilecek, üretime yönelik öğrenimi temel alan, “Eğitim üretim içindedir” şiarını ilke edinmiş eğitim kurumları olarak bilinmektedir.

Eğitim biliminin temel ilkesi olan karma eğitim sistemine dayanan Köy Enstitülerinde okutulan derslerin %50’si kültür, %25’i tarım, %25’i de teknik derslerden oluşmuş ve öğretim süresi beş yıl olarak belirlenmiştir. Öğrencilerin ilk üç yıllık başarı düzeylerine bakılarak en başarılılar öğretmenlik mesleğine, diğerleri ise köy hizmetlerine yönlendirilmiştir. Okullar aynı zamanda tarım işlikleri ve sağlık ocakları olarak toplumsal işlevler görmüş, çeşitli tohum ve tarım araçlarının ilk denemeleri Köy Enstitüleri gibi eğitim kurumlarında yapılmıştır.

Köy Enstitüleri sadece öğretmenleri çok yönlü olarak yetiştiren kurumlar olmakla kalmamış, bulunduğu çevreyi araştıran, geliştiren, çevrenin ve toplumun kalkınmasını ilke edinmiş kurumlar olarak önemli işlevler görmüştür. Bu anlamda Köy Enstitülerin eğitim sistemi ve toplumsal kalkınma açısından yerine getirdiği tarihsel rolün önemi tartışılmazdır. Köy Enstitüleri kırsal yörede toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmayı sağlamak; bu alanda ilgili gerekli insan gücünü yetiştirmek için kurulan temel eğitim kurumları olmuştur.

Köy Enstitüleri, çok sayıda öğretmen ve eğitmen yetiştirmenin, o dönemin zor koşullarında köy çocuklarına öğrenim olanağı sağlamanın yanı sıra Türkiye’nin bilimsel ve kültürel yaşamına damgasını vuran  “köy kökenli aydın kuşağı” yaratmış ve bütün eleştirilere, siyasi baskılara ve karalama kampanyalarına rağmen eğitim sistemimizde olumlu anlamda kalıcı izler bırakmıştır.

Köy Enstitülerinin en önemli özelliklerinden birisi, günümüz Türkiye’sinin bir türlü kurtulamadığı eleştirmeyen, sorgulamayan, ezbere dayalı ve sınav merkezli eğitim sistemine değil, gerçek anlamda öğrenci merkezli, öğrencilerin yaparak ve yaşayarak öğrenme sürecini ilke edinen bir eğitim-öğretim ortamı yaratmayı hedeflemiş olmasıdır. Köy Enstitülerinin kuruluşunun üzerinden 78 yıl geçmiş olmasına, bilim ve teknolojide bu kadar gelişme yaşanmasına rağmen, o dönemin zor koşullarındaki eğitimin niteliği ile günümüz arasında çok büyük farklar olması düşündürücüdür.

Köy Enstitülerinde kararlar yönetici-öğretici-öğrenci üçlüsünün ortak katkı ve onayıyla alınmıştır. Bugün eğitim politikalarının, siyasi iktidarların siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda “tek merkezden” ve tüm topluma yönelik açık bir dayatma olarak gündeme getirildiği ve uygulandığı dikkate alındığında, Türkiye’de eğitim sisteminin yıllardır neden büyük sorunlarla karşı karşıya olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu zorlu koşullar ve uluslararası dinamiklerin sistem üzerinde kurdukları psikolojik etkinin sonucu Köy Enstitüleri soğuk savaş politikalarına kurban edilip kısa süre içinde kapatılarak tarihin tozlu raflarına kaldırılmıştır. Köy Enstitülerinin kapatılmasını takip eden süreçte, özellikle 1950’li yıllarda ülkenin aydınlık geleceğinin alt yapısını oluşturabilecek olan bu önemli eğitim projesi önce yatılı öğretmen okullarına, ardından yatılı okullara, sonra da normal lise eğitimine yayılarak zaman içinde etkisizleştirilmiştir.

Bugün öğretmen yetiştirmeden başlayarak eğitim sisteminin yaşadığı pek çok sorunun kaynağında Köy Enstitülerinin kapatılmasına neden olan karanlık zihniyetin yattığı açıktır. Köy Enstitülerinin kapatılması, Türkiye’nin modern, bilimsel değerlerle buluşması ve aydınlanma sürecinin ciddi anlamda kesintiye uğraması anlamına gelmiştir. Bu durum sadece eğitim sisteminin değil, ülke demokrasisinin de telafisi mümkün olmayan yaralar almasına neden olmuştur.

Geçmişte Köy Enstitülerini kapatan ve yarattığı tüm olumlu izleri silmeye çalışanlar, bugün laik bilimsel eğitime savaş açarak, her fırsatta karma eğitim karşıtlığını gündeme getirerek, eğitim sistemini bir bütün olarak dinselleştirmeyi hedefleyerek, eğitim sistemini kendi ideolojik hedefleri doğrultusunda biçimlendirmek istemektedir.

Eğitim Sen olarak, Köy Enstitüleri’nin ilerici, demokrat ve aydınlanmacı geleneğine sahip çıkıyor, toplumcu ve eleştiren eğitim felsefesinin benimsenerek tüm eğitim kurumlarında uygulanması mücadelemizi sürdüreceğimizin bilinmesini istiyoruz.

Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu Adına

İrfan DOĞAN

Şube Eğitim Sekreteri

 

Son Düzenlenme Pazartesi, 16 Nisan 2018 09:43

YETER UZATMA!
İNSANCA YAŞAM VE İŞ GÜVENCEMİZ İÇİN OHAL’E HAYIR!

Toplum olarak tarihimizin belki de en karanlık döneminden geçiyoruz. 20 Temmuz 2016 tarihinden bugüne süren OHAL ile hukuksuzluğun, adaletsizliğin, emeği hedef alan saldırıların merkez üssü haline getirilen bir ülkede hayatta kalma mücadelesi veriyoruz.

Görüntünün olası içeriği: 13 kişi, oturan insanlar ve iç mekan
Daha üç, beş yıl öncesine kadar ağızlarından ‘ileri demokrasi’ söylemini düşürmeyenler bugün anayasanın, hukukun ayaklar altına alındığı OHAL düzenine sımsıkı sarılıyorlar. 
OHAL’ siz yapamıyorlar. Çünkü ülkenin yasalarla değil, fermanlarla yönetilir hale gelmesine itiraz eden herkesi susturmak, sindirmek için OHAL’le ayakta tutukları baskı düzenine ihtiyaçları var. 
OHAL’ siz yapamıyorlar. Çünkü yıllardır hayata geçirilen sermaye yanlısı, emek karşıtı düzeni daha da acımasız bir biçimde sürdürebilmeleri için OHAL’e ihtiyaçları var. 
OHAL’ siz yapamadıklarını, Anayasa ve yasalarla teminat altına alınmış grev hakkını, sendikal hak ve özgürlükleri engellemek için ‘OHAL’den istifade ettiklerini’ kendileri de itiraf ediyorlar. 
OHAL’siz yapamıyorlar. Çünkü kamu alanını tasfiye etmek, kamu kurumlarını şirketleştirmek, biz kamu emekçilerini iktidarlarının kapıkulu haline getirmek için OHAL’e ihtiyaçları var. 
Fiilen yok edilen iş güvencemizi kalıcı olarak ortadan kaldırmak, kamuda kuralsız, esnek, güvencesiz istihdamı yaygınlaştırmak için OHAL düzenine ihtiyaçları var. 
Kariyer ve liyakati yok saymak, bizi performans tuzağı ile birbirimizin düşmanı haline getirmek için OHAL düzenine ihtiyaçları var.
OHAL’siz yapamıyorlar. Çünkü gerçeklerin aydınlığa çıkmaması için OHAL karanlığına ihtiyaçları var. 
OHAL’ siz yapamıyorlar. Çünkü ülkenin, halkın, işçilerin, emekçilerin bekası için değil, kendi iktidarlarının bekası için, fiili tek adam rejiminin kalıcı hale getirilmesi için OHAL’e ihtiyaçları var. 
Eğer gerçekten, ülkenin, halkın bekasını düşünselerdi; 15 Temmuz darbe girişiminin siyasi ayağını ortaya çıkarmak için adım atarlardı. Darbelerin panzehiri olan gerçek bir demokrasinin hayat bulmasından yana tutum alırlardı. 
Ama yapmadılar. 
Bunların yerine parlamentoyu işlevsiz hale getirip, anayasayı askıya aldılar. Hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti ilkelerini yerle bir ettiler. OHAL’i yaşamımızın her hücresine müdahale etmenin aracı haline getirdiler. 
Gece yarıları çıkardıkları KHK’ler ile 110 bin fazla kamu emekçisini hiçbir soruşturma ve mahkeme süreci olmadan sorgusuz, sualsiz işinden, ekmeğinden ettiler.

Hukukun en temel normlarını tepe taklak edip masumiyet karinesini yok saydılar. 
Neyle suçlandığını dahi bilmeyen 110 bin kamu emekçisini bir yıl sonra kurdukları OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonuna havale edip, ‘git suçsuzluğunu ispatla’ dediler. 
11 yıl boyunca ‘beraber yürüdük biz bu yollarda’ nakaratını tutturdukları yapıya karşı, birileri gibi, 15 Temmuz’dan sonra değil, en başından beri mücadele eden konfederasyonumuz KESK’i hedefe koydular. 
Kuruluşumuzdan bugüne sürdürdüğümüz emek ve demokrasi mücadelemize diş bileyenler, 
Anayasa ile yasalarla, ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşme ve anlaşmalarla güvence altına alınmış sendikal hak ve özgürlüklerimizi kullanmamızı ‘suç’ sayanlar,
Fişleme, suçlama ve ihbarcılık sistemini esas alarak bağlı sendikalarımız üyesi 4.218 kamu emekçisini işinden, ekmeğinden ettiler. 
On binlerce kamu emekçisinin işsiz bırakıldığı, intihara sürüklendiği koşulları görmezden geldiler. Yaşanan hukuksuzluğa, keyfiliğe karşı çıkanları ‘mağduriyet edebiyatı yapmakla’ itham ettiler. 
Şimdi de ‘bir iki aya kalmaz kaldırırız’, “vatandaşa değil, kendimize ilan ediyoruz” diyerek tam 6 defa uzatıp 20 aydır sürdürdükleri anti demokratik, hukuksuz düzeni bir kez daha uzatmak istiyorlar.
Evet, onların OHAL’e ihtiyacı var. Ama ‘rekor büyüme’ nutuklarına, çarpıtılmış TÜİK rakamlarına itibar etmeyen, 
Artan işsizliği, hayat pahalılığını iliklerine kadar yaşayan milyonlar, 
İster mavi yakalı ister beyaz yakalı olsun iki yakası bir araya gelmeyen, 
Ülkenin ezici çoğunluğunu oluşturanlar olarak bizim ekmeğimizi her geçen gün küçültüp haklarımızı özgürlüklerimizi sınırlayan OHAL’e değil, 
Demokrasiye, adalete, barışa, kardeşliğe, laik bir düzene ve seküler yaşama ihtiyacımız var. 
Bunun için bugün Türkiye’nin dört bir yanında alanlara, meydanlara çıkan KESK’liler olarak İnsanca Yaşam ve İş Güvencemiz İçin OHAL’e Hayır! diyoruz. 
Demokrasiden, barıştan, hukuktan, adaletten, emeğin hakkını aldığı insanca bir yaşamdan yana olan herkesi;
OHAL’in kaldırılması, 
KHK’lerin geri çekilmesi, 
Hukuksuzca ihraç edilen/açığa alınan tüm kamu emekçilerinin işlerine geri dönmelerinin sağlanması, 
Bugünden tezi yok içeride ve dışarıda barışçıl, laik ve demokratik ortamı sağlayacak adımların atılması mücadelesinde yan yana, omuz omuza olmaya çağırıyoruz. 13.04.2018


KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Muzaffer YÜKSEL
SES Adana Şube Başkanı