Milli Eğitim Bakanlığı Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü öz değerlendirme uygulaması temelli Kalite İzleme ve Değerlendirme Sisteminin Genel Müdürlüğe bağlı tüm mesleki ve teknik ortaöğretim okullarında uygulanmasını istemektedir. Söz konusu uygulamanın eğitim-öğretim faaliyetlerinin doğal bir parçası olmaması; eğitimin piyasalaşmasının aracı olan kalite uygulamalarını yaygınlaştırmasından dolayı, üyelerimizin bu faaliyetlere katılımının doğru olamayacağı açıktır. Bu faaliyet kapsamında, Mesleki ve Teknik Anadolu Liselerinde görev yapmakta olan öğretmenlerden doldurmaları istenen öz değerlendirme formlarının doldurulmaması ve ekte gönderilen dilekçenin okul müdürlüklerine verilmesi gerekmektedir.

 

 

                   ....OKULU MÜDÜRLÜĞÜ'NE

                                     ..../...

 

            Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü'nün 2018 yılı Haziran Dönemi  Çalışma Programında öğretmenlere getirilen Öğretmenlik Mesleği Genel Yeterlilikleri"nin göstergeleri doğrultusunda öz değerlendirme faaliyetleri yapılması, bu faaliyetler kapsamında form ve anket doldurulması yükümlüğünün yasal dayanağı olmadığından, öğretmen performans değerlendirmesinin bir benzeri olduğundan,  kalite geliştirme amaçlı olduğu ileri sürülen bir uygulamaya böylesi zorunlulukların hiçbir yarar sağlamayacağından sendika üyesi öğretmenlerin bu faaliyetler kapsamında anket, form vb belgelerin doldurmaması kararı alınmıştır. Bu nedenle üyesi olduğum Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Merkez Yürütme Kurulu'nun ... gün ve ... sayılı kararı uyarınca öz değerlendirme faaliyetiyle ilgili anket, form vb. belgeleri doldurmayacağımı arz ederim. Tarih

                                                                                                     Ad-soyad

 

 

Adres:

       

 

 Karar Örneği

 

 

 

Son Düzenlenme Salı, 12 Haziran 2018 16:43

2017-2018 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SONUNDA EĞİTİMİN DURUMU

2017-2018 eğitim-öğretim yılı 8 Haziran Cuma günü sona erecektir. 18 milyona yakın öğrenci, 904 bini 679 öğretmen olmak üzere, 1 milyonu aşkın eğitim emekçisi açısından zorlu bir eğitim öğretim yılı daha tamamlanmıştır. 16 yıllık AKP iktidarı süresince Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ilk kez bu yıl, 2017/18 eğitim öğretim yılına ilişkin örgün eğitim istatistiklerini yayınlamamıştır. Bu durum, 24 Haziran seçimleri öncesinde eğitimin güncel durumuna ilişkin olarak resmi istatistikler üzerinden sağlıklı bir karşılaştırma ve değerlendirme yapmayı engellediği gibi, AKP’nin yıllar içinde eğitimin kamusal niteliğini nasıl adım adım tasfiye ettiğinin 24 Haziran seçimlerine giderken tartışılmak istenmediğini göstermektedir. 

Görüntünün olası içeriği: 16 kişi, oturan insanlar ve iç mekan
MEB’in 2017/18 eğitim öğretim yılına ait örgün eğitim istatistiklerini kasıtlı olarak yayınlamamış olmasına rağmen MEB’in 2017 İdari Faaliyet Raporu, 2018 Performans Programı, OECD’nin Bir Bakışta Eğitim 2017 Raporu ve Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın ‘2018 Eğitim Bütçesi Sunuşu’ vb. gibi kaynaklar, geçtiğimiz eğitim öğretim yılına ilişkin sayısal değerlendirme ve karşılaştırma yapılması için yeterince veri sunmaktadır. 
Türkiye’nin eğitim sistemi, yıllardır benimsenen piyasa merkezli, rekabetçi ve sınav merkezli eğitim politikaları sonucunda tam bir sorun yumağı haline gelmiş, okul öncesi eğitimden üniversiteye kadar eğitimin bütün kademeleri, en temel işlevlerini yerine getiremez hale getirilmiştir. 
2017/18 eğitim öğretim yılında MEB, eğitimde dinselleştirmeyi temel alan politikalarını daha da yoğunlaştırmıştır. Yıllardır özellikle eğitim sistemi üzerinden hayata geçirilen, bilim ve pedagoji düşmanı politika, uygulama ve dayatmalar geçtiğimiz dönem belirgin bir artış göstermiştir. Okul öncesi eğitimde pedagojik olarak sakıncalı olmasına rağmen ‘dini eğitim’ uygulamalarının sürmesi ve sıbyan mektepleri sayısının artması, MEB’in Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, dini vakıf ve derneklerle yapılan protokolleri sürdürmesi, özellikle kurum açma ve kapatma yönetmeliğinde yapılan değişikliklerle ‘bütün yolların imam hatiplere’ çıkmasını sağlayacak düzenlemeler yapılmıştır.
2017/18 eğitim öğretim yılı, eğitim sisteminde yaşanan ticarileştirme ve eğitimi dinselleştirme adına hayata geçirilen politikaların daha da belirgin hale geldiği bir dönem olmuştur. Siyasi iktidarın eğitim alanında, büyük ölçüde kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda yaptığı değişiklikler, başta öğrencilerimiz, öğretmenler, eğitim emekçileri ve veliler olmak üzere, toplumun geniş kesimlerini her zamankinden daha çok etkilemiştir. Eğitim sisteminin hem içerik, hem de biçimsel olarak dini kural ve referanslara göre düzenlenmesi uygulamalarının artması ile eğitimde yaşanan ticarileşme ve öğrencileri özel okullara yönlendirme uygulamaları arasındaki somut ilişkiler 2017/2018 eğitim öğretim yılında daha belirgin hale gelmiştir. 
2017/18 eğitim öğretim yılı başından itibaren uygulanmaya başlanan yeni müfredatın bilimsel değerlendirme ve pilot uygulama yapılmadan uygulanmaya başlanması ve yıllar içinde yapboz tahtasına çevrilerek sürekli değiştirilen sınav sistemleri nedeniyle öğrenci ve velilerin kafası hiç olmadığı kadar karıştırılmıştır. Geçtiğimiz 15 yıl içinde sınav sistemini altı kez değiştiren MEB, eğitimde somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek yerine, eğitimde yaşanan kaosu derinleştirecek adımlar atmayı tercih etmiş ve aldığı her karar toplumun geniş kesimlerince tepkiyle karşılanmıştır. Yükseköğretime, özellikle üniversitelere yönelik siyasi baskı, müdahale ve son olarak üniversiteleri bölme uygulamalarına kadar geniş bir alanda yaşanan gelişmeler yaşanmıştır. 
İkili öğretim, niteliksiz eğitim hizmeti, eğitimin özelleştirilmesi, kalabalık sınıflar, karma eğitim karşıtı uygulamalar, çocukların örgün eğitim sistemi dışına itilmesi, çocukların barınmak zorunda bırakıldıkları yerlerde taciz ve istismara uğraması, taşımalı eğitim, altyapısı bozuk okullar, okullarda öğretmenlere yönelik olarak yaşanan şiddetin artması, yine çocukların dini cemaat ve vakıfların kreşlerine ve yurtlarına yönlendirilmesi, Öğretmen Strateji Belgesi ile öğretmenlerin mesleki gelişimine yönelik piyasacı müdahaleler, mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik, ataması yapılmayan öğretmenler vb. gibi devasa sorunlar 2017-2018 eğitim öğretim yılında öne çıkan temel başlıklar olmuştur. 
2017-2018 eğitim öğretim yılında okul öncesi ve yaygın eğitim kurumları hariç, ülke genelinde 54 bin 434 resmi devlet okulu bulunmaktadır. 4+4+4 sonrasında zorunlu eğitim süresinin 12 yıla çıktığı iddia edilmesine rağmen, ortalama eğitim süresi 7,5 yılda kalmıştır. MEB verilerine göre ikili eğitim yapılan okul oranı yüzde 25,71’dir ve her dört okuldan birinde ikili eğitim yapılmaktadır. Türkiye’de spor salonu bulunan okul oranı sadece yüzde 13’tür ve okulların yüzde 87’sinde spor salonu yoktur. Kütüphanesi olmayan okul oranı yüzde 61; çok amaçlı salonu olmayan okulların oranı yüzde 62’dir.
Eğitimde yaşanan ve yapısal hale gelen sorunlar her ne kadar görmezden gelinmeye çalışılsa da, eğitim sorunu halkın en temel gündemini oluşturmayı sürdürmektedir. Çocuklarımız eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamış, çocuk yaşta evlenmeyi özendiren düzenlemeler yapılmış, çocuk işçiler sorunu büyümüş, okullarda, yurtlarda, kurslarda çocuklara yönelik cinsel istismar ve şiddet vakaları artmıştır. Eğitimde ve toplumsal yaşamda yaşanan çocuk istismarının üzerini örtme çabalarına rağmen, geçtiğimiz dönemde cinsel istismar ve cinsel saldırıların artmasına yol açacak yasal düzenlemeler gündeme gelirken, kadına ve çocuğa yönelik çok sayıda taciz ve tecavüz olayı yaşanmıştır. 
Yoksul, emekçi ailelerin çocukları başta olmak üzere, kız çocukları, kırsal kesimde yaşayan çocuklar; eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamış, önemli bir bölümü dini vakıf ve derneklerin kucağına itilmiştir. Bölgesel, cinsel, sınıfsal vb. eşitsizlikler, anadilinde eğitim gibi en temel sorunlar iktidarın çözmek bir yana daha da derinleştirdiği temel sorunlar olarak eğitim sisteminin öncelikli gündem maddesi olmayı sürdürmüştür.
Türkiye’deki bütün eğitim kurumları, iktidarın ırkçı, mezhepçi, ayrımcı ve otoriter uygulamaları nedeniyle gerçek işlevlerinden hızla uzaklaştırılmıştır. İktidarın eğitim başta olmak üzere, toplumsal yaşamın bütün alanlarında uyguladığı baskı, şiddet ve dayatmacı uygulamaların daha önce hiç olmadığı kadar arttığı bir dönem yaşanmaktadır.

Sınav Sisteminde Yaşanan Değişiklikleri Yeni Mağduriyetler Yaratmıştır

AKP, 16 yıllık iktidarı boyunca eğitim politikaları konusunda her dönem başarısız olmuş, her başarısız olduğunda da sistem değişikliği yaparak, kendi başarısızlığının üzerini örtmeye çalışmıştır. Ancak yapılan her sistem değişikliği, öğrenci ve velilerde büyük endişe yaratmaktan başka bir sonuç ortaya çıkarmamıştır. AKP’ye oy verenler dâhil, ülke nüfusunun büyük bölümünü genel olarak eğitimde yaşanan olumsuzluklardan ve sürekli sistem değiştirilmesinden son derece rahatsızdır. 
TEOG yerine getirilen yeni ortaöğretime geçiş sistemi, öğrenci ve veliler açısından ciddi sorunları gündeme getirmiş, yeni sisteme yönelik tüm uyarı ve itirazlarımız görmezden gelinmiştir. TEOG yerine getirilen sistemin, üniversiteye giriş sınavı gibi olmadığını, dolayısıyla öğrencilerimizin ikinci bir şansının bulunmadığı, bu nedenle öğrencilerin telafisinin mümkün olmayan bir dayatmaya mahkûm edildiği açıktır. 
AKP ve MEB tarafından yaratılan sınav kaosunun sonucunun çocuklarımızda nasıl bir travmaya neden olduğunu 2 Haziran’da yapılan sınav günü okul bahçelerinde, soru kitapçıklarının başında ağlayan yüz binlerce çocuğun gözyaşları ailelerinin öfkesi göstermiştir. MEB’in ‘sınavı kaldıracağız’ söylemiyle başlayan ve devamında gelen çelişkili açıklamalar, yerleştirme kılavuzunun açıklanmamasıyla öğrencilerin ve velilerin ne ile karşılaşacaklarını bilmedikleri bir liseye geçiş sistemi ortaya çıkmıştır. Sınav yerleştirme kılavuzunun seçim sonrasına, 25 Haziran’a ertelenmesi, öğrenci ve veliler açısından yaratılan kaosun devam edeceğini göstermiştir. 
MEB tarafından yapılan açıklamaya göre, 2 Haziran’da sınava giren 1 milyon 200 bin öğrencinin sadece %10’u, yani 126 bin 536 öğrenci, ‘nitelikli’ olarak tarif edilen 1367 okula yerleşecekken, bu okulların yarısından fazlasının imam hatip ve meslek liselerinden oluşması, MEB’in asıl amacının ne olduğunu açıkça göstermiştir. Velilere açıkça ya çocuklarını imam hatip ya meslek liselerine göndermeleri ya da doğrudan özel liseleri tercih etmeleri istenmektedir. Sorun sadece 8. sınıf öğrencileri ve velilerinin değil, tüm toplumun sorunudur ve siyasi iktidarın çocuklarımız üzerinden kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda adımlar atmaktadır. 
Eğitimde kademeler arası geçişte öğrencilerin seçme, yetiştirme ve yerleştirme süreçleri iktidarın yeniden düzenleme ihtiyacı hissettiği hiyerarşik toplumsal yapıya uygun olarak hayata geçirilmektedir. Eğitim sistemi toplumdaki sınıfsal farklılıklara göre yeniden düzenlenirken, eğitim üzerinden kimi zaman sınav sistemleri, kimi zaman başka yöntemlerle sürekli beslenen ‘bireysel rekabet’in sadece okulda değil, toplumsal yaşamın her alanında işler hale getirilmesi hedeflenmektedir.

Kamusal Eğitim Tasfiye Edilirken, Özel Öğretim Kamu Kaynaklarıyla Desteklenmiştir

OECD’nin Eğitime Bir Bakış 2017 Raporu’na göre ilkokuldan üniversiteye kadar öğrenci başına gerçekleştirilen yıllık eğitim harcamaları Türkiye’de kişi başına düşen milli gelirin yüzde 18’ine, OECD ülkeleri ortalamasında ise yüzde 27’sine denk gelmektedir. Öğrenci başına yapılan yıllık ortalama kamusal eğitim harcamaları eğitim kademelerine göre karşılaştırıldığında Türkiye ve OECD ortalaması arasındaki fark daha da belirginleşmektedir. 
OECD ülkeleri ortalamasına göre ilkokuldan üniversiteye kadar geçen eğitim süresinde öğrenci başına yapılan yıllık harcama 10.759 dolardır. Türkiye, ilkokuldan üniversiteye kadar öğrenci başına yaptığı yıllık ortalama 4.259 dolarlık eğitim harcamasıyla Meksika (3.703 dolar) ile birlikte öğrenci başına yapılan yıllık eğitim harcamasının en düşük olduğu iki ülkeden biridir. OECD ortalamasında bir ortaokul öğrencisi için gerçekleştirilen yıllık eğitim harcaması Türkiye’deki harcamanın 3,5 katıdır. OECD ortalaması ve Türkiye için öğrenci başına yapılan yıllık ortalama harcama arasında yaklaşık 2 kat fark bulunmaktadır. 
MEB’in her yıl açıkladığı, ancak bu yıl açıklamaktan kaçındığı örgün eğitim istatistikleri, devlete ait ilkokul ve ortaokul sayısının özellikle eğitimde 4+4+4 düzenlemesi sonrasında belirgin bir şekilde azaldığını; buna karşın özel okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise sayısının ve bu okullara yönlendirilen öğrenci sayısının dikkat çekici bir şekilde arttığını göstermektedir. 
AKP ve MEB’in üstün çabaları sonucunda 2017/2018 eğitim öğretim yılında özel öğretimin payı tüm zamanların rekorunu kırmıştır. MEB’in 2017 Yılı Performans Programı’na göre; okul öncesi eğitimde özel öğretimin payı yüzde 16,5; ilkokulda özel öğretimin payı yüzde 4,7; ortaokulda özel öğretimin payı yüzde 5,8; ortaöğretimde ise özel öğretimin payı yüzde 12,2’ye ulaşmıştır.

Özel Okul öncesi, Özel İlkokul, Özel Ortaokul ve Özel Liselerde Öğrenci Sayıları

 


MEB’in İdare Faaliyet Raporu’na göre, kamusal eğitim ile ilgili hedeflerine büyük ölçüde ulaşamazken, özel öğretimin payını arttırmak adına hedeflerini aştığı görülmektedir. Özel öğretimin payının artırılması kapsamında 2017/2018 eğitim öğretim yılı itibariyle özel ilkokullarda okuyan öğrenci sayısı 4+4+4 düzenlemesiyle birlikte ilkokulda öğrenci sayısı yüzde 62 artışla 271.321’e; özel ortaokulda öğrenci sayısı yüzde 96 artışla 321.313’e ve özel liselerde ise yüzde 249 artışla 547.445 sayısına ulaşarak, özel öğretimde tüm zamanların rekoru kırılmıştır. OECD Bir Bakışta Eğitim 2017’ye göre, Türkiye Kolombiya’dan sonra ilkokuldan ortaöğretim sonrası-yükseköğretim öncesi kademeye kadar eğitime en fazla özel harcamanın yapıldığı ülkedir. OECD ortalaması yüzde 9, AB ortalaması yüzde 7 iken, Türkiye’de bu oranın yüzde 20 olması büyük bir çelişkidir. 
2017/2018 eğitim öğretim yılında organize sanayi bölgelerinde (OSB) bulunan özel mesleki ve teknik okul sayısında önemli artışlar olmuştur. Özel mesleki ve teknik okul sayısında MEB’in hedefi yüzde 26 iken, gerçekleşme oranı yüzde 35 olmuş, bu okullara giden öğrenci sayısındaki artış hedefi 19 bin 500 öğrenciyken, gerçekleşen artış 29 bin 622 öğrenci olmuştur. MEB verilerine göre özel okullara giden öğrencilere destek ödemesi adı altında yapılan harcamalar toplamda 2 milyar 512 milyon 745 bin 221 TL’ye ulaşmış, özel mesleki ve teknik liselere ise 234 milyon 33 bin 451 TL ödeme yapılmıştır. 
2017-2018 eğitim öğretim yılında kamu kaynakları üzerinden özel okullarda okuyacak öğrenci başına özel okullara ödenen destek tutarları okul öncesi için 3.060 TL, ilkokul için 3.680 TL, ortaokul için 4.280 TL, ortaöğretim için 4.280 TL ve temel lise için 3.680 TL olmuş, özel meslek liselerine giden öğrenci başına yapılan destek ödemeleri 4 bin 270 ile 6 bin 900 TL arasında değişmiştir.

İmam Hatip Okullarına Yönelik Ayrımcı Uygulamalar Sürmektedir

Eğitim sistemini dini kurallar ve referanslara göre biçimlendirme süreci, eğitimde 4+4+4 dayatması sonrasında belirgin bir şekilde artmış, yıllarca dini eğitim kurumları olarak bilinen imam hatip okulları tartışması yeniden alevlenmiştir.

İmam Hatip Liseleri (İHL) ve Öğrenci Sayısı


4+4+4 öncesinde 2011-2012 eğitim-öğretim yılında 537 imam hatip lisesinde (İHL) 268 bin 245 öğrenci varken 2015-2016 eğitim-öğretim yılına kadar okul ve öğrenci sayısı artmış, son iki yılda ise okul sayısı 336 artmasına rağmen öğrenci sayısının yüzde 10 azaldığı görülmüştür. Yeni liselere geçiş sistemi üzerinden öğrencilerin imam hatip liselerine yönlendirilmeye çalışılması ile öğrenci sayısındaki azalış arasında somut bir ilişki olduğu anlaşılmaktadır. 
Anadolu imam hatip lisesi bünyesindeki imam hatip ortaokullarında okul başına 181 öğrenci düşerken, normal ortaokullarda okul başına 309 öğrenci düşmektedir. Normal ortaokulların Anadolu imam hatip lisesi bünyesindeki imam hatip ortaokullarından yüzde 70 daha kalabalık olduğu ortaya çıkmaktadır. Benzer bir şekilde Anadolu liseleri, Anadolu imam hatip liselerinden yüzde 51 oranında daha kalabalıktır. 
Yıllardır siyasal istismar konusu olan imam hatip okulları her açıdan desteklenerek, tüm masrafları devlet tarafından karşılanarak, özellikle yoksul ailelerin çocuklarını bu okullara göndermeleri yönünde çalışmalar yapıldığı bilinmektedir. MEB, devlet okullara ihtiyacı kadar ödenek ayırmayıp, eğitimin finansmanı için elini velilerin cebinden çıkarmazken, imam hatip okulları söz konusu olunca öğrenci başına yapılan harcama diğer okul türlerine göre belirgin bir şekilde artmaktadır. MEB’in 2017/2018 eğitim öğretim yılında okul türlerine göre öğrenci başına yapılan harcama miktarı, AKP’nin yıllardır arka bahçesi olarak gördüğü imam hatiplere yönelik ayrımcılığı bütün yönleriyle gözler önüne sermektedir.

 

MEB’in 92 milyar TL’lik bütçesinden eğitim yatırımları için ayrılan kısmının üçte biri (yüzde 35) ‘din öğretimi’ne ayrılmış, böylece Din Öğretimi Genel Müdürlüğü'nün MEB bütçesi içindeki payı, 2017’ye göre yüzde 68 artırılmıştır. Dini eğitimde payı 7,7 milyar TL’ye çıkaran bakanlık, bütçesinin yüzde 7’sine denk gelen bu kaynağın neredeyse tamamının (yüzde 96) imam hatip liseleri için kullanılmasına karar vermiştir. Bu durumun en somut sonucunu 2018 bütçesi içinde okul türlerine göre öğrenci başına yapılan harcamalara bakarak görmek mümkündür. 
2017/2018 eğitim öğretim yılında okul öncesi eğitimde öğrenci başına 1.673 TL; ilköğretime (ilkokul+ortaokul) öğrenci başına 4 bin 326 TL; genel ortaöğretimde öğrenci başına 6 bin 153 TL; mesleki ve teknik ortaöğretimde öğrenci başına 7 bin 504 TL ayrılırken, imam hatip liselerinde okuyan öğrenci başına 12 bin 707 TL ayrılmış olması, diğer okul türlerinde okuyan öğrencilere karşı büyük bir haksızlık olduğu kadar, eğitimde devlet eliyle nasıl göstere göstere ayrımcılık yapıldığının kanıtıdır. 
MEB, kamu okulları karşısında özel okullara her fırsatta ayrıcalık tanırken, benzer bir durum imam hatip ortaokulları ve liseleri için de geçerlidir. Fiziki altyapı sorunları en az olan, teknik olarak en donanımlı okullar imam hatibe dönüştürülmüş; yıllardır çok sayıda devlet okulu ödenek yetersizliği nedeniyle sorunlarla baş başa bırakılırken, imam hatip okullarının ödenek talepleri anında yerine getirilmiştir. Geçtiğimiz eğitim öğretim yılında çok sayıda devlet okulu ödenek yetersizliği ile karşı karşıya kalırken, bugüne kadar hiçbir imam hatip okulunun kaynak sıkıntısı çekmemiş ve talepleri anında yerine getirilmiştir. 
Türkiye’de her konuda ve her alanda yaşanan ayrımcı uygulamaların toplumun geleceğinin şekillendiği okullarda bizzat MEB eliyle yapılıyor olması dikkat çekicidir. Türkiye’de hiçbir okul türü diğerlerine göre ayrıcalıklı olmamalı, MEB politika geliştirirken ve bu politikaları uygularken bütün eğitim kurumlarına eşit mesafede yaklaşmalıdır.

Açıköğretim Lisesine Kayıt Yaptıran Öğrenci Sayısı 6 Kat Artmış, Taşımalı Eğitimde Rekor Kırılmıştır

Eğitim sisteminin temel sorunlarından birisi olan öğrencilerin çeşitli nedenlerle örgün eğitim dışına itilmesi uygulamaları artarak devam etmektedir. 2003-2004 eğitim öğretim yılında açık öğretim lisesi bünyesinde sadece 267 bin 235 öğrenci bulunuyorken, 2017-2018 eğitim öğretim yılında bu rakam 6 kata yakın artışla 1 milyon 554 bin 938 kişiye çıkmıştır. 
Türkiye’de ilk kez 1989-1990 eğitim-öğretim yılında sadece 2 ilde 305 ilkokul öğrencisi ile başlayan taşımalı eğitim uygulaması, Türkiye’nin çağ atladığı, ekonomik olarak geliştiği iddialarına rağmen bütün illerde uygulanır hale gelmiştir. 2017-2018 eğitim öğretim yılında 91 bin 262 özel eğitim öğrencisi, 757 bin 714 ilkokul ve ortaokul öğrencisi, 472 bin 262 ortaöğretim öğrencisi olmak üzere toplamda 1 milyon 321 bin 238 öğrenci taşımalı eğitim kapsamında taşınarak ‘taşımalı eğitim’de tüm zamanların rekoru kırılmıştır. Taşımalı eğitim ile yaklaşık 17 bin köy okulu kapatılmıştır. 
Her ne kadar öğrencilerin yerleşim birimlerinden alınıp, diğer ilçelerdeki okullara kadar götürülmesi ve okulda yemek ve benzeri ihtiyaçlarının karşılanması cazip olarak görülen bir durum olsa da, genellikle uzun yollar kat eden öğrencilerin yorgun olması, yollarda trafik kazası riskinin bulunması ve taşınan merkezlerdeki sınıfların bu sistem ile daha da kalabalık hale gelmesi söz konusudur. Bu yönleriyle taşımalı eğitim sistemi yanlış bir tercihtir.

Eğitimde Performans, Sınav ve Angarya Çalışma Dayatması Sürüyor

Bir taraftan eğitimde ve yükseköğretim alanında son zamanların en kapsamlı dayatmaları yaşanırken, diğer taraftan MEB tarafından ‘eğitimde performans değerlendirme’ adı altında, eğitimde esnek, güvencesiz ve angarya çalıştırmayı hedefleyen adımlar atılmak istenmektedir. 
Kamusal bir hizmet olarak eğitimin hızla özelleştirildiği ve ticarileştiği bir dönemde öğretmenlik mesleği, siyasi iktidar ve MEB tarafından açıkça hedef alınmakta, ‘rekabet’, ‘verimlilik’, ‘kalite’ ve ‘müşteri memnuniyeti’ gibi piyasacı kavramlar üzerinden yeniden tanımlanmak istenmektedir. MEB tarafından gündeme getirilen ‘performans sistemi’ ve ‘sınav’ dayatması, uzun bir süredir eğitim alanında yaşanan piyasacı dönüşümün önemli ayaklarından birisi olarak hayata geçirilmek istenmektedir. 
Öğretmenlik mesleği eğitim süreçleri, atanma sorunları, çalışma koşulları, iş güvencesi açısından yaşanan kaygılar, yetersiz maaşlar nedeniyle yeterince itibarsızlaştırılmış ve değersizleştirilmiştir. Öğretmen yeterliliklerinde bilimsel, objektif ve evrensel standartlar yerine, öğretmenleri her açıdan baskı altına alacak olan 'Performans değerlendirme' ve ‘sınav’ dayatmasındaki ısrar, MEB’in asıl niyetinin ‘üzüm yemek’ değil, ‘bağcıyı dövmek’ olduğunu göstermektedir. 
Eğitimde başarının arttırılması için uygulandığı iddia edilen performans değerlendirme uygulamalarının on binlerce ücretli öğretmenin güvencesiz olarak çalıştırıldığı, sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının hızla yaygınlaştığı ve siyasi-ideolojik müdahalelerle sürekli değiştirilen eğitim sistemine en küçük bir katkı sunması mümkün değildir. 
Eğitim sistemi içinde öğretmenin her taraftan kuşatılarak tamamen edilgen hale getirildiği, itiraz edenin, farklı olanın çalışma koşulunun kalmayacağı, rekabete dayalı, acımasız bir istihdam rejimi oluşturulmak istendiği açıktır. Öğretmenlik mesleğinin ilkelerine, işlevine ve doğasına tamamen aykırı olan böylesi bir girişimin, öğretmenlerin tamamına yakını tarafından reddedilmesi önemli ve dikkate alınması gereken bir durumdur. Nitekim MEB, 81 il milli eğitim müdürlüğüne resmi yazı göndererek, öğretmenlere yönelik performans değerlendirme çalışmalarının bu yıl uygulanmayacağını duyurmuştur. ‘Öğretmen performans sistemi’nin uygulanmasının ertelenmesi 24 Haziran seçimlerine yönelik bir karardır ve tamamen geri çekilmesi için mücadelemiz kararlılıkla sürecektir. 
Anayasa’nın 18. maddesinde angarya çalışma “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır” ifadesiyle yasaklanmıştır. Anayasa’da açıkça belirtilmesine rağmen, son yıllarda tüm kamu kurumlarında olduğu gibi, eğitim alanında çeşitli adlar altında gündeme getirilen ‘angarya çalışma’ uygulamaları özellikle sendikalı eğitim emekçileri üzerindeki baskıların artmasına neden olmuştur. 
MEB’in pilot illerde başlattığı İlkokullarda Yetiştirme Programı (İYEP) kapsamında yapılan re’sen görevlendirmeler, çeşitli kurs, proje ve protokol etkinliklerine bağlı çalışmalara zorunlu katılım, ev ziyaretleri, eğitim koçluğu, birden fazla nöbet tutmaya zorlama, öğrenci servis araçlarının kontrolü ve öğrencilere nezaret edilmesi vb. gibi doğrudan öğretmenlik mesleğinin icrası ile ilgili olmayan çok sayıda angarya iş, öğretmenlerin sınıf içindeki asli görevlerini yapmalarını engeller hale gelmiştir. 
MEB’in uyguladığı projeler ve imzaladığı protokoller üzerinden öğretmenlere yönelik angarya görevler çıkarılması, eğitim emekçilerinin ‘aldıkları nefesi bile sayarak almaya başladıkları’ despotik karakterli yeni çalışma düzeninin oluşturulmak istendiğini göstermektedir.

Eğitimde Güvencesiz İstihdam ve Ataması Yapılmayan Öğretmenler Sorunu

15 Temmuz sonrasında öğretmen atamalarında mülakat sınavının benimsenmesi ve son olarak Milli Eğitim Bakanı’nın bundan sonra öğretmen istihdamının sözleşmeli olarak yapılacağını açıklaması, öğretmen atamaları ve istihdamının açık bir şekilde ‘politik güvencesizleştirme’ye dönüştüğünün kanıtıdır. Ataması yapılmayan öğretmenlerin etnik kimliği, inancı ve mezhebi dolayısıyla ya da iktidara eleştirel ve muhalif yaklaşımı nedeniyle sözlü sınav ya da güvenlik soruşturması aşamasında ‘fiilen’ elenmesi, öğretmenlerin ‘hükümet memuru’ olarak istihdam edilmesinin önünü açmıştır. 
Öğretmen atamalarında temel sorun, toplumun hemen her kesimi tarafından ‘siyasi torpil’ ve ‘kayırmacılık’ olarak algılanan mülakat sınavı ile sınırlı değildir. Siyasi iktidarın bir süredir kamu istihdamında benimsemiş olduğu güvencesiz/sözleşmeli istihdam uygulamalarının yaygınlaşması, ‘güvenlik soruşturması’ adı altında yapılan siyasi fişlemeler, özellikle farklı kimlik ve mezheplere yönelik olarak benimsenen ayrımcı tutumların sürdürülmesi halinde yapılacak atamaların liyakate göre değil, iktidara ‘sadakat’e göre yapılması yaşanan haksızlıkların artarak süreceğini göstermektedir. 
2017 verilerine göre ücretli çalıştırılan öğretmen sayısı; 81 ilde 63 bin 829’dur. Ücretli öğretmenlerin 27 bin 409’u eğitim fakültesi mezunu, 27 bin 936’sı lisans mezunu (eğitim fakültesi hariç), 8 bin 484’ü ön lisans mezunudur. Ataması yapılmayan yarım milyona ulaşan eğitim fakültesi mezunu varken, 2017 yılında da, hayvan yetiştiriciliği, bağcılık, ziraat vb. bölüm mezunu kişiler öğretmen olarak atanmıştır. Öğretmenler snav, mülakat ve güvenlik soruşturması kuşatması ile karşı karşıyadır.
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ataması yapılmayan öğretmen sayısını 438 bin, resmi öğretmen açığını ise 109 bin olarak açıklamıştır. Eğitimde ciddi anlamda öğretmen açığı olmasına rağmen, yeterince atama yapılmaması nedeniyle 2003-2017 yılları arasında KPSS’ye giren her 100 öğretmenden ortalama 17’sinin ataması yapılmış, geriye kalan 83 işsiz öğretmen ya tekrar sınava girmek ya da başka alanlarda çalışmak zorunda bırakılmıştır. 
Son 16 yıl içinde atanan öğretmenlerin yüzde 64’ü AKP hükümetleri döneminde göreve başlamış olmakla birlikte, aynı dönemde emekli olan öğretmen sayısı 213 bin 286’dır. Öğretmenlerin emeklilik oranları 2008 yılına kadar yüksek seyrederken, 2008 yılında sosyal güvenlik sisteminde yapılan değişiklik sonrasında emekli aylıklarındaki ‘aylık bağlama oranı’nın düşürülmesinin ardından emeklilik sayılarında belirgin azalma yaşanmıştır. Bu durumun temel nedeni öğretmenlerin çalışırken aldıkları maaşın, emekli olduklarında yarı yarıya azalıyor olmasıdır. 
Ataması yapılmayan öğretmenlerin sayısının yarım milyona ulaşması bir yandan intiharlar ve iş cinayetleriyle hayatını kaybeden öğretmen gerçekliği haline gelmiş, aynı zamanda ataması yapılmayan öğretmenler sermaye tarafından ucuz işgücü haline getirilmiştir.
15 Temmuz darbe girişimi öncesinde emeklilik dilekçesi vermiş olan öğretmen sayısı 9 bin 943 olmasına rağmen, darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ve peş peşe çıkarılan KHK’lerin de etkisiyle, 2017 yılında yüzde 68 gibi yüksek bir oranda artarak 14 bin 548’e çıkmıştır. Gerek ülkenin içinde bulunduğu koşullar ve giderek ağırlaşan sorunlar, gerekse sürekli değiştirilen ve adeta yap-boz tahtasına döndürülen eğitim sistemi nedeniyle mutsuz olan ve mesleklerini icra etmekte zorlanan öğretmenlerin gelirlerinde yarı yarıya azalmayı göze alarak emekli olmayı tercih ettiklerini göstermektedir.

Sözleşmeli Öğretmenlik OHAL ile Olağanlaştırılmıştır

Geçtiğimiz yıllar içinde özellikle eğitim alanında güvencesiz, esnek ve performansa dayalı istihdam politikalarını adım adım hayata geçiren siyasi iktidar, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında tartışmalı mülakat sınavları ile birlikte yeniden düzenlediği öğretmen atama sistemi ile öğretmenleri ‘iktidara sadakat’ ilkesi ile çalıştırmak istediğini açıkça göstermiştir.
Geçtiğimiz yıllarda siyasal kadrolaşma amacıyla gündeme getirilen ve Danıştay tarafından “objektif olmama” gerekçesiyle iptal edilen “mülakat sınavı” uygulamasının öğretmen atamalarında belirleyici olması ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamasıyla birlikte hayata geçirilmesi, Türkiye’de en yaygın kamu hizmeti olan sözleşmeli/güvencesiz öğretmen istihdamının temel istihdam politikası olarak benimsendiğini göstermektedir. Türkiye’de mülakat sınavına dayalı tüm uygulamaların ‘siyasal kadrolaşma’nın önünü açarak sayısız haksızlığa neden olduğu, aldıkları puanlara bakılmaksızın iktidarın dünya görüşüne yakın olmayanların taraflı ve kasıtlı değerlendirmeler üzerinden elendiği ya da ‘saf dışı’ bırakıldığı çok iyi bilinmektedir. 
15 Temmuz sonrasında yapılan 38 bin öğretmen atamasının tamamı mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik şeklinde gerçekleşmiştir. Bugüne kadar sözleşmeli olarak atanan ve göreve başlayan 540 öğretmenin sözleşmesi ‘güvenlik soruşturması’ gerekçe gösterilerek iptal edilmiştir. Mevcut uygulamanın devam etmesi halinde farklı kimlik, inanç ve siyasi düşünceye sahip olan, ‘yerli’ ve ‘milli’ olmadıkları düşünülen, iktidara eleştirel ve muhalif yaklaşan, öğretmenlerin ‘mülakat sınavı’ ve ‘güvenlik soruşturması’ üzerinden elenmesi, atanacak öğretmenlerin büyük ölçüde iktidarın istek ve beklentileri doğrultusunda istihdam edilmesi kaçınılmazdır.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 15 yılda ortaya koyduğu pratik, kurumun en güvenilmez bakanlık haline gelmesini sağlamış, eğitim sistemine yönelik olarak yapılmak istenen değişiklikler başta olmak üzere, yapılan her türlü sınav, değerlendirme ve atamaların ve sürekli eleştirilmesine ve tartışılmasına neden olmuştur.
Eğitim hizmetlerinin niteliği, sürekliliği ve düzenli olması gerektiği açıktır. Bu nedenle eğitimde objektiflikten uzak değerlendirmelerle yapılacak atamalardan ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamalarından derhal vazgeçilmeli, herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.

Kamusal, Bilimsel, Laik, Demokratik ve Anadilinde Eğitim Hakkı Mücadelemiz Sürecektir!

Eğitim sisteminde yıllardır yaşanan ve katlanarak artan sorunlar, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir amacının olmadığını açıkça göstermektedir. Okullarda yaşanan yoğun dinselleşme ve eğitimi ticarileştirme uygulamaları okullarımızı eğitim yuvası olmaktan uzaklaştırmıştır. 
Eğitimde siyasal kadrolaşma uygulamalarının yukarıdan aşağıya doğru organize bir şekilde gerçekleştirilmesi, okullarda yaşanan şiddetin artması, eğitim emekçilerine yönelik çeşitli saldırı ve tehditlerin (ihraç, açığa alma, sürgün vb.) sürmesi gibi uygulamalar, okulların fiilen kışla düzeniyle yönetilmesini beraberinde getirmiştir. 
2017-2018 eğitim öğretim yılında eğitimde yaşanan gelişmeler, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir derdinin olmadığını göstermektedir. Okulların eğitim kurumu olmaktan adım adım uzaklaştığı, öğrencilerin yarış atı gibi sınavdan sınava koştuğu, öğretmenlerin düşük ücretle, esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlandığı, siyasal kadrolaşmanın zirve yaptığı, farklı dil ve kimliklerin dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği bir eğitim sisteminin sağlıklı nesiller yetiştirmesi mümkün değildir. 
Milli Eğitim Bakanlığı’na çağrımız tüm toplumun ve öğrencilerin geleceğini doğrudan olumsuz etkileyecek politika ve uygulamalara derhal son verilmesidir. Bunun için öncelikle hiçbir öğrencinin not ya da sınav baskısı altında kalmadan, kendi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda, hangi alanda okuyacağına kendisinin karar vereceği bir eğitim sistemi oluşturulmalıdır. 
Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okulöncesinden üniversiteye kadar bilimin değil, dini inanç sömürüsünün temel alındığı bir eğitim sisteminde eğitim ve bilim emekçilerinin, öğrenci ve velilerle birlikte kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelemizi tüm emek ve demokrasi güçleri ile birlikte omuz omuza sürdüreceğimiz bilinmelidir.

EĞİTİM SEN OLARAK TALEPLERİMİZ;

 Toplumun bütün bireylerinin kamusal, laik, bilimsel, anadilinde, eşit, ücretsiz ve cins ayrımcı olmayan bir şekilde eğitim hakkından yararlanması sağlanmalıdır. 
 Cinsiyetçi, gerici ve piyasacı öğretim programlarına son verilerek, tüm öğrenciler için çağdaş ve bilimsel öğretim programları uygulanmalı, toplumsal cinsiyet eğitimi zorunlu olmalıdır. 
 4+4+4 kesintili temel ve zorunlu eğitim uygulaması sonucunda, eğitimine ara vermek durumunda kalan, çocuk işçi veya çocuk yaşta evli olma ikilemine sıkıştırılan tüm çocukların yeniden eğitim sistemi içine çekilmesi sağlanmalıdır. 
 16 yılda 6 Milli Eğitim Bakanı ve 5 defa sistem değiştirerek, öğrencileri mağdur eden bir yaklaşımın oluşturduğu hasarı onarmak için acil ve somut adımlar atılmasını talep ediyoruz. 
 Okulların nitelikli-niteliksiz olarak ayrılmadığı, tüm öğrencilerin eğitim hakkından eşit yararlandığı bir eğitim sistemi talep ediyoruz. 
 Öğretmen ve öğrencilerin kullandığı ders araçlarının içeriği bilim dışı hurafelerden ve dogmalardan arındırılmalıdır. 
 Okulları ticarethane, öğrencileri müşteri haline getiren piyasa merkezli eğitim politikaları derhal terk edilmelidir. 
 Kamu kaynaklarının özel okullara teşvik adı altında aktarılmasına son verilmeli, tüm okullara bütçe ve ihtiyacı kadar ödenek ayrılmalıdır. 
 MEB’in Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, her türlü dini vakıf ve derneklerle yapılan işbirlikleri sona erdirilmeli, okullarımız bilimin, özgürlüklerin ve eleştirel düşüncenin mekanları haline getirilmelidir.
 Okullar, öğretmenler ve öğrenciler kimsenin projesi olmamalı, proje okullarından öğretmenler sürgün edilmemeli ve bu okullarda siyasal kadrolaşmaya son verilmelidir. 
 OHAL KHK’leri ile haksız ve hukuksuz şekilde kamu görevinden ihraç edilen eğitim ve bilim emekçileri görevlerine iade edilmelidir. 
 Her tür baskıcı ve antidemokratik uygulamanın gerekçesi haline getirilen OHAL uygulaması derhal kaldırılmalıdır. 
 Eğitimde ve toplumsal yaşamda ciddi bir sorun olan çocuk istismarına karşı etkin ve sonuç alıcı adımlar atılmalıdır. 
 Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik uygulamasına son verilmeli, tüm öğretmenlerin kadrolu istihdamı esas olmalı, ataması yapılmayan öğretmenlerin atama sorunları derhal çözülmelidir. 
 Kamu emekçilerinin uzunca bir süredir beklediği 3600 ek gösterge sadece seçim vaadi olarak kalmamalı, mümkün olan en kısa sürede herkesi kapsayacak şekilde hayata geçirilmelidir. 
 Çalışma yaşamında sürekli ayrımcı uygulamalarla karşı karşıya olan kadın eğitim emekçileri açısından başta görevde yükselme ve unvan değişiklikleri olmak üzere, çalışma yaşamında uygulanan ayrımcılığa, mobbing ve şiddete son verilmelidir. 
 Eğitim kurumlarında tüm ebeveynlerin en temel hakkı olan “kreş hakkı” için gerekli adımlar atılmalıdır. 
 Genelde tüm kamuda uygulanması planlanan, özelde de öğretmenlere yönelik olarak hayata geçirilmek istenen zorunlu performans taslağı derhal geri çekilmeli, öğretmenlerin statüsünün geliştirilmesi için gerekli adımlar atılmalıdır. 
 Eğitimin her kademesinde eğitim yöneticisi, ilk ataması yapılan veya proje okuluna öğretmen belirlenirken liyakat yerine mülakatın bir yöntem olarak kullanılmaması; yöneticilerin, öğretmenlerin ve tüm personelin liyakat ilkesi temel alınarak, bilimsel ve adil ölçülere göre atanması sağlanmalıdır. 
 Bütçeden eğitime ayrılan pay başlangıç olarak en az iki kat arttırılmalı, kamu okullarının tüm gereksinimleri velilerden toplanan paralarla değil, genel bütçeden karşılanmalıdır. 
 Kapatılan köy okullarının yeniden açılması ve tüm köy çocuklarının okula erişimi sağlanmalıdır. 
 Hepimizi derinden etkileyen yeni Aladağ vakaları yaşanmaması için tüm öğrencilerimizin kamusal eğitim ve barınma hakkından ayrımsız yararlanması sağlanmalıdır. 
 Ebeveyn izinleri artırılmalı, doğum izninde bir yıl dönüşümsüz, ücretli ebeveyn izni uygulaması hayata geçirilmelidir. 
 Evinden, ülkesinden ayrılmak zorunda kalan mülteci ve göçmen çocukların eğitime erişimleri sağlanmalıdır. 
 Okulların ve üniversitelerin özgürce bilim üretilen, özgürlük alanlarına dönüşmesi için gerekli adımlar atılmalıdır.

Seçil SÖNMEZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
08.06.2018

Ceyhan Mehmetçik İlkokulunda üyemiz Murat BALTALI vefat etmiştir. Başta ailesi, dostları olmak üzere tüm eğitim ve bilim emekçilerine başsağlığı diliyoruz.
Şube Yürütme Kurulu

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, oturuyor ve yakın çekim

EĞİTİM SEN BİLGİ İSTATİSTİK MERKEZİ (EBİM)

OKUL BİLGİ SİSTEMİ

 

(www.adnangumus.net/egitimsen adresinde web ortamında doldurulacak)

Sayın Eğitim Emekçisi;

Eğitim Sen olarak okullarımızın durumunu sürekli izlemeye, analiz etmeye ve çözüm önerileri geliştirmeye temel oluşturmak üzere Bilgi-İstatistik Merkezi oluşturuyoruz. Bu merkezimizde okulöncesinden yükseköğretime kadar hem okul ve öğrencilerin hem de eğitim emekçilerinin durum, sorun ve görüşleri düzenli aralıklarla toplanıp kamuoyuyla paylaşılacaktır.

Verdiğiniz bilgiler okullarımızın ve eğitim emekçilerinin durumunu analiz etmek ve çözüm önerileri geliştirmek için çok önemli bulunuyor. Okullarla ilgili önemli bütün bilgileri bir veri tabanında toplamak amaçlanmış olup soru sayısı fazladır. İLK GİRİŞ birkaç saatinizi alabilir. Ancak ilerideki güncelleştirmeler çok daha kolay olacaktır.

Formu doldururken sadece kendi okulunuzu dikkate alarak her soruda ilgili kısmı işaretleyiniz veya doldurunuz. Hiç yoksa karşısına (0) sıfır yazınız.

Bilgiler anonim olup, isim veya okul adı verilerek kullanılmayacaktır.

Formu doldururken herhangi bir soru veya öneriniz olursa, bize aşağıdaki telefonlardan veya e-posta üzerinden ulaşabilirsiniz.

İlgi ve duyarlılığınız için şimdiden ÇOK TEŞEKKÜR ederiz.

Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu Üyeleri ve Bilgi-İstatistik Merkezi Koordinatörleri

Eğitim Sen Adana Şube Yön. Kur. Üyeleri E-Posta: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Prof. Dr. Adnan Gümüş Tel: 0505-544 43 03  E-Posta: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

Bilg. Öğr. Uzm. Erkan Tiyekli Tel: 0505-243 42 61   E-Posta: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.

 

Formları doldurmak üzere EBİM web adresi:

www.adnangumus.net/egitimsen/

Haziran Dönemi Hafta Sonu Çalışma İle İlgili Dilekçe Eylemi

Dilekçe Örneği

Değerli Üyemiz Bilindiği üzere Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü, 14.05.2018 gün ve 9461981 sayılı yazısı ile il milli eğitim müdürlüklerine 2018 Haziran dönemi çalışma programını göndermiştir. Bu programa göre mesleki çalışmaların 9-22 Haziran 2018 tarihleri arasında yapılacağı belirtilmiş, 9-10 Haziran’ı kapsayan Cumartesi ve Pazar günlerini de bu programa dahil etmiştir. Bunun 657 sayılı yasanın 99. maddesi ve Anayasa’nın 18. maddesinde ifadesini bulan hafta sonu tatili, dinlenme hakkı, angarya yasağı vb. nedenlerle hukuksuz olduğunu daha önce MEB’e yazdığımız yazılarla ve görüşmelerimizle ifade ettik.

MEB, bugüne kadar bunu düzelten, hukuka uygun hale getiren herhangi bir adım atmamıştır. Dolayısıyla bu konudaki merkezi faaliyetlerimiz kararlılıkla devam edecektir. Bu kapsamda söz konusu hafta sonu çalışma düzenlemesinin iptali için yargıya başvurulacaktır. Ayrıca ekte gönderdiğimiz dilekçenin hızlıca okullara ulaştırılması ve üyemiz olsun ya da olmasın öğretmenler tarafından valiliklere iletilmek üzere okul idarelerine verilmesi sağlanmalıdır.

İşyeri Temsilcilerimizin 4 Haziran 2018 tarihine kadar okullarında kaç öğretmenin dilekçe verdiğini şubeye iletmeleri önemlidir.

Şube Yürütme Kurulu

 

Son Düzenlenme Perşembe, 31 Mayıs 2018 10:09

OKULLARIN “NİTELİKLİ” VE “NİTELİKSİZ” DİYE İKİYE AYRILMASINA,

ÇOCUKLARIMIZIN TELAFİSİ MÜMKÜN OLMAYACAK POLİTİKALARA MAHKUM EDİLMESİNE İTİRAZ EDİYORUZ.

İMZA KAMPANYASI

İMZA METNİNİ İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ

 

 

Çocuklarımızın ve Öğrencilerimizin İstedikleri Okula Gidebilmesi Sağlanmalıdır.

TEOG yerine getirilen “Ortaöğretime Geçiş Sistemi” nedeniyle kaygılıyım. Çünkü getirilen yeni sistemle birlikte çocuklarımızın, öğrencilerimizin tercihleri fiilen anlamsız kılınmakta, çok sayıda çocuk istemediği okul türlerine gitmeye zorlanmaktadır.  

Hâlbuki her çocuk nitelikli eğitim hakkına sahip olmalıdır. BU NEDENLE OKULLARIN “NİTELİKLİ” VE “NİTELİKSİZ” DİYE İKİYE AYRILMASINA,  ÇOCUKLARIMIZIN TELAFİSİ MÜMKÜN OLMAYACAK POLİTİKALARA MAHKUM EDİLMESİNE İTİRAZ EDİYORUM.

Bu nedenle;

  • Çocuğumun ve öğrencilerin 9 okul arasından 5 okulu tercih etmeye zorlanmamasını,
  • Çocuğumun ve öğrencilerin gideceği okul türü tercihinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın belirleyici olmamasını,
  • Adına çember sistemi denilen ve çocuğumun, öğrencilerin istediği okula gidebilmesini engelleyen bu sistemden vazgeçilmesini,
  • Çocukların ve öğrencilerin geleceğinin bizler için her şeyden daha önemli olduğu gerçeğinin unutulmamasını,

talep ediyorum. 

 

TOPLANAN İMZALARIN 11 HAZİRAN 2018 TARİHİNE KADAR ŞUBEYE ULAŞTIRMANIZ RİCA OLUNUR.

 

 

Son Düzenlenme Pazartesi, 28 Mayıs 2018 11:26

Gezi Direnişi’nin Üzerinden 5 Yıl Geçti! Mücadeleye Devam!

Gezi Direnişi’nin Üzerinden 4 Yıl Geçti! Mücadeleye Devam!

Baskıcı, yasakçı, rantçı ve antidemokratik uygulamalara karşı gelişen ve Türkiye tarihindeki en büyük isyanlardan birisi olarak siyasal mücadele tarihimizdeki yerini alan Gezi Direnişi’nin üzerinden 5 yıl geçti.

Özgürlük, eşitlik ve demokrasi gibi ilkelerin toplumun farklı kesimlerince sahiplenilmekle kalmayıp, bu ilkelerin yaşama geçirildiği bir mücadele pratiğini sadece yâd etmek, OHAL rejimi altında ilerleyen faşizan uygulamalar karşısında yapabileceklerimizi yok saymak anlamına gelecektir!

Türkiye’de yıllardır kamu emekçilerinin, işçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, gençlerin, toplumun tüm ezilen ve dışlanan kesimlerinin seslerini yok sayanlara karşı savunulan talepler, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Bu nedenle Gezi Direnişi’ni yaşanıp biten bir olay olmaktan çıkarıp, bugüne ve geleceğe etki eden canlı bir süreç haline getiren temel nedenin, Türkiye’de yaşayan ve iktidarın baskıcı, otoriter uygulamalarından rahatsız olan her kesimin, alanlara çıkarak tepkisini göstermiş olduğu unutulmamalıdır.

Bugün de bu birlikteliği var edebilmek, baskıcı, yasakçı ve faşizan politikalara karşı bu topraklarda eşitliği, özgürlüğü ve demokrasiyi yeşertebilmek için daha yoğun gayret göstermemiz, umudun ateşini yeniden canlandırmamız gerektiği açıktır.

Eğitim Sen olarak farklılıklarımızla birlikte eşitçe ve özgürce bir yaşam sürebildiğimiz, savaşın değil barışın egemen olduğu, sömürünün son bulduğu bir hayatı var etmek amacıyla mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğimiz bilinmelidir.

Gezi Direnişi’nin 5. yıl dönümünde yitirdiğimiz gençlerimiz saygıyla anıyoruz.

KESK Adana Şubeler Platformu CHP Ziyareti
Eğitim Sen Genel Yükseköğretim ve Eğitim Sekreteri Özgür BOZDOĞAN'ında içinde yer aldığı KESK Adana Şubeler Platformu olarak seçim süreciyle ilgili taleplerimizi paylaşmak için CHP İl yönetimini ziyaret ettik.

24 Haziran 2018 baskın genel seçimleri tüm yurttaşlarımız kadar biz kamu emekçilerini de yakından ilgilendirmektedir. Çünkü 24 Haziran’da asıl olarak AKP’nin dayattığı tekçi, otoriter, dinci-gerici, mezhepçi ve etnik politikala...ra dayalı karanlık gidişatın devam edip etmeyeceği belirlenecektir.

Konfederasyonumuz seçim süreci boyunca üzerine düşen görev ve sorumluluğu yerine getirme çabasında olacağı gibi tutum ve beklentilerini de başta siyasi partiler olmak üzere kamuoyu ile paylaşacaktır.

Görüntünün olası içeriği: 9 kişi, oturan insanlar ve iç mekan
 
Görüntünün olası içeriği: 8 kişi, oturan insanlar ve iç mekan

Çocuklarımızın Geleceği Çemberinize, Yönetmeliklerinize Sığmaz

Değerli Basın Emekçileri

Aladağ duruşmasında yaşananlar ve ortaya çıkan sorular; ortaöğretime geçiş sistemi ve proje okulları ile ilgili yaşanan sorunlar her geçen gün artarak devam etmektedir. Yaşanan gelişmeler sorunların bırakın çözülmesini, artık içinden çıkılamaz bir hal aldığını ortaya koymaktadır.

 

Aladağ duruşmasında yaşananlar ve Çocuklarını kaybeden acılı ailelerin söyledikleri ve iddia ettikleri hususlar bizler açısından ve tüm kamuoyu açısından dikkatle incelenmeli ve yanıtlarının alınması, iddiaların soruşturulması titizlikle takip edilmelidir.

Görüntünün olası içeriği: 9 kişi, gülümseyen insanlar, oturan insanlar ve iç mekan

 

Aladağ davası bizlere bir kez daha göstermiştir ki kamusal ve laik eğitim talebi bir daha bu acıların yaşamaması için bugünün en önemli talebidir. Kamusal ve laik eğitim talebi çocuklarımızın eğitim hakkının güvence altına alınması talebidir. 29 Kasım 2016 tarihinde Adana'nın Aladağ ilçesinde yaşanan yurt yangınında 11'i çocuk olmak üzere 12 yurttaşımız yaşamını yitirmişti. Yaşanan bu üzücü olayın ardından açılan soruşturma sonucunda, söz konusu yurtta görevli personel, milli eğitim çalışanları ve o gün çıkan yangına müdahale eden itfaiye personellerinin bir bölümünün Kozan Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasına başlandı ve yargılama devam ediyor.

 

24 Mayıs 2018 tarihinde yargılamanın altıncı duruşması gerçekleştirildi. Hem duruşma öncesinde hem de duruşma sırasında sorulan sorulara yanıt verirken, çocuklarını kaybeden ailelerin ortaya attığı ve ısrarla tekrarladığı iki iddia vardı. Bunlardan birincisi köy muhtarı ve Aladağ İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri ile ilgiliydi. İkinci iddia ise dönemin Adana İl Milli Eğitim Müdürü ile ilgiliydi.

 

Ailelerin birinci iddiası yurt yangınında yaşamını yitiren çocukların okula yazılırken Aladağ İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkililerinin ve köy muhtarının tüm seçenekleri ortadan kaldırarak, aileleri yangının çıktığı yurda yönlendirdiklerine dairdi. Bulunduğu bölgede öğrencilerin ve eğitimin gereksinimlerini karşılamak gerekli planlamaları yapmak ve bunları hayata geçirmek ile sorumlu olan ve kamusal bir hizmet yürütme yükümlülüğü bulunan bir kamu yöneticisinin, çocukları kamu yurtlarına değil de cemaatlerin ve tarikatların yurtlarına yönlendirdiğine dair iddia oldukça ciddi bir iddiadır. Eğer iddia edilenler doğruysa söz konusu kamu çalışanları hakkında hem adli hem idari soruşturmaların yapılarak gerekli cezalandırmanın yapılması gerekmektedir.

 

Görüntünün olası içeriği: 3 kişi, oturan insanlar

Ayrıca söz konusu eğitim yöneticilerinin bu tür cemaat ve tarikat yapılarıyla ilişkileri ve bu ilişkilerini kamu okulları yerine tarikat ve cemaat okulları lehine kullanmaları iddiası eğitim yaşantımızın geleceği açısından oldukça önemlidir. Kamuoyunun bu konuda sağlıklı bilgilenmesi ve iddiaların sağlıklı şekilde soruşturulması, bundan sonra Aladağ'da yaşanan vahim olayın benzerlerinin yaşanmasına en azından engel olacaktır.

 

İkinci iddia ise dönemin Adana İl Milli Eğitim Müdürü ve şuan müsteşar yardımcısı olarak görev yapmakta olan Turan AKPINAR’la ilgilidir, Aladağ'da yaşanan olaydan dolayı acılı aileler, Adana İl Milli Eğitim Müdürünü ziyaret ederek köylerinde kapalı olan okulun açılmasını talep ettiklerini iddia eden aileler  Turan AKPINAR'ın kendilerine “bundan sonra ak kâğıt üstünde karayazı olsanız da size inanmam. Çocuklarınız Kozan Yatılı bölge ilköğretim okuluna gitseydi dahi yanacaktı”, cümlelerini sarf ettiğini ifade etmektedirler. Bir ilde eğitimin birinci dereceden sorumlusu olan bir kamu yöneticisinin böylesine bir cümleyi kurduğu ve ailelere karşı tepkili davrandığı İddiaları açıklığa kavuşturulmalıdır. Böylesine bir cümlenin sarf edilmiş olması iddiası bile vahimdir. Eğer iddialar doğruysa İl Milli Eğitim Müdürü yaşanan tüm olayları kadere bağlamakta ve herhangi bir soruşturmayı bu bağlamda gereksiz gördüğünü ifade etmiş anlamına gelmektedir. Bu cümlelerin çocuklarını kaybetmiş ailelere sarf edilmiş olma olasılığı kabul edilebilir bir olasılık değildir. Bununla beraber İl Milli Eğitim Müdürünün görevi, yurttaşın eğitim gereksinimlerini tespit etmek ve bunları gidermektir.

Köylerine okul talebi için gelen ve ayrıca kısa bir süre önce çocuklarını kaybetmiş olan ailelere böylesine cümlelerin sarf edilmesi ve tepki gösterilmesi ayrıca sıkıntılıdır. Bu nedenle dönemin Adana İl Milli Eğitim Müdürü ile ilgili iddiaların da titizlikle soruşturularak, sonuçlarının kamuoyuyla paylaşılması önemlidir. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası olarak hem Aladağ İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri ile ilgili iddiaların hem de dönemin Adana İl Milli Eğitim Müdürü ile ilgili iddiaların soruşturulmasının takipçisi olacağımızın bilinmesini isteriz.

 

Kamuoyuyla paylaşmak istediğimiz ikinci konu ise yaklaşık bir hafta sonra 2 Haziran 2018 tarihinde yapılacak olan ortaöğretime geçiş sınavı ve bu yıl uygulanacak olan yeni ortaöğretime geçiş sistemi ile ilgilidir. 5 Kasım 2017 tarihinde Milli Eğitim Bakanı Sayın İsmet Yılmaz, TEOG adı verilen ortaöğretime geçiş sisteminin artık kullanılmayacağını ve yeni bir sistemle yola devam edileceğini açıklamıştı.

O tarihten bu yana bizler ve tüm kamuoyu yaklaşık 1.200.000 8. sınıf öğrencisinin, 2018-2019 öğretim yılında hangi sistemle nasıl ortaöğretime yerleşeceğini anlamaya çalışıyoruz. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerinin yapmış olduğu her açıklama, soru işaretlerini ortadan kaldırmak yerine, var olan sorulara yenilerinin eklenmesinden başka bir şeye hizmet etmemektedir. Sınava bir hafta kalmış olmasına rağmen henüz tercih ve yerleştirme kılavuzunun yayınlanmamış olması kaygıları ve bilinmezliği artırmaktadır. Öncelikli olarak okulların nitelikli ve niteliksiz olarak ikiye ayrılması biz eğitimciler açısından kabul edilebilir bir durum değildir. Milli Eğitim Bakanlığının temel görevi tüm okullarda nitelikli eğitim verilmesini sağlamaktır. Bazı okulların sınavla öğrenci alacak olması ve bazı okullarında adrese dayalı öğrenci alacak olması kamusal eğitim yaklaşımı açısından kabul edilebilir bir durum değildir. Milli Eğitim Bakanlığı hala sınavla öğrenci alacak Anadolu liselerinin nasıl belirlendiğini açıklayabilmiş değildir.

 

Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarı yapmış olduğu bir açıklamada pansiyonda olan Anadolu liselerinin sınavla öğrenci alacak Anadolu liseleri olarak belirlendiğini, bunun nedeninin de tüm Türkiye’den öğrencilerin bu okulları seçme hakkının bulunduğunu belirtmektedir. Adana ilinde sınavla öğrenci alacak 12 tane Anadolu Lisesi vardır ve bunlardan hiçbir tanesinin pansiyonu yoktur. Bu durumda Adana'daki Anadolu liseleri hangi ölçüye göre belirlenmiştir? Bunun açıklanması bizler açısından önemlidir.

 

İkinci sorumuz sınavda kullanılacak sorularla ilgilidir. Bu sene ilk defa kullanılacak olan sınav sorularının hedeflenen amaca hizmet edip etmeyeceğine dair ön çalışmalar yapılmamıştır. Pilot uygulaması yapılmadan kullanılacak olan sorularla, amaçlanan hedefe ulaşmanın mümkün olup olmadığı tartışmalıdır.  996.000 öğrencinin sınava gireceği düşünüldüğünde, Bu sorular ilk olarak sınava giren öğrenciler tarafından yanıtlanacaktır. Öğrencilerimiz üzerinde deneme yapılacak denekler değildir. Yapılacak olan sınav öğrencilerimizin geleceği de ilgilidir ve tekrarı olmayan bir sınavdır. Bu nedenle Milli Eğitim Bakanlığının bu tutumu biz eğitimciler tarafından şiddetle eleştirilmektedir. Ortaöğretime geçiş sisteminin bizler açısından çok daha sıkıntılı olan ikinci bölüme sınavsız yerleşecek öğrencilerimizle ilgilidir. Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerinin yapmış olduğu açıklamaların toplamı, nasıl bir sistemimin uygulanacağına dair kimi ipuçlarını vermektedir.

 

İpuçlarını toplayarak yaptığımız değerlendirme göstermektedir ki, öğrencilerin en temel haklarından biri olan, okuyacakları okulları seçme hakkı bu yeni sistemde kullanılabilir bir hak olmayacaktır. Öğrencilere, içerisinden beş okulu seçmek zorunda bulunacakları dokuz okulluk bir liste verilecektir. Bu dokuz okulun üç tanesi Anadolu Lisesi, üç tanesi meslek lisesi, üç tanesi de Anadolu imam hatip lisesi olacaktır. Öğrenciler bu dokuz okuldan beş tanesini seçtiklerinde ilk üç tercihlerine gitmek istedikleri okulları yazsalar dahi, dördüncü ve beşinci tercihlerine istemedikleri okullara yazmak zorunda kalacaklardır. Ayrıca dokuz okulun üçerli gruplar şeklinde gruplandırılması ve uygulanacak olan çember sistemi ikinci ve üçüncü seçenekleri fiilen ortadan kaldırmaktadır. Öğrencilerin büyük bir bölümünün verili durum içerisinde Anadolu liselerini tercih edeceği dikkate alındığında, birinci öğrencinin birinci çemberindeki Anadolu Lisesi, ikinci öğrencinin ikinci çemberindeki, üçüncü öğrencinin üçüncü çemberindeki Anadolu Lisesi olacaktır.

 

Bu sistemde Anadolu liselerinin tercih edilme çokluğundan kaynaklı kontenjanlarının birinci çemberlerinde bulunan öğrenciler tarafından doldurulacak olması, ikinci ve üçüncü tercihlerde ki Anadolu liselerine yerleşmeyi olanaksız hale getirmektedir. Bu nedenle de bu sistemin öğrencileri çok büyük oranda birinci çemberdeki okullara yerleştireceği açıktır. Bu durum öğrencilerin tercih etmedikleri okullara gitmek zorunda kalması ve öğrencilerin zorunlu olarak meslek liselerine ve imam hatip liselerine yönlendirilmesine neden olacaktır.

Bu nedenle buradan bir kere daha Milli Eğitim Bakanlığına seslenmek istiyoruz. Öğrencilerin dokuz okul içerisinden beş tercih yapma zorunluluğu doğru değildir, öğrenciler herhangi bir sınırlama olmaksızın tüm okullar içerisinden tercihte bulunma hakkına sahip olmalıdır. İkinci temel konu sınavla öğrenci alacak olan okulların milli eğitim bakanlığı tarafından sınırlandırılmasıdır. Bunun ortadan kaldırılması ve tüm okulların tüm öğrencilerin tercihlerini açık hale getirilmesi kısmi de olsa, soruna çözüm olacaktır.

 

Kamuoyu ile paylaşmak istediğimiz üçüncü konuda proje okulları olarak bilinen özel program ve proje uygulayan eğitim kurumlarının yönetmeliğinden kaynaklı, öğretmen arkadaşların yaşadıkları sorundur. Esasen öğretmen arkadaşların yaşadıkları sorun aynı zamanda okulun tamamının ve öğrencilerin yaşadığı sorundur.

1 Eylül 2016 tarihinde çıkarılan proje okulları Yönetmeliğine göre proje okullarında çalışma süresi dört yıldır. Çalışmaları başarılı bulunan öğretmen ve yöneticiler ikinci bir dört yıl için görevlendirebilir.  Ancak hiçbir koşulda sekiz yıldan fazla bu okullarda çalışmak, hem yöneticiler hem de öğretmenler açısından mümkün değildir.

2016 yılının Ekim ayında ilk proje okullarından istekleri dışında gönderilen öğretmenlerin yaşadıkları sorunlar; öğrenci velileri ve öğretmenlerin mücadeleleri hala belleklerimizdedir. Ancak yeni ortaöğretime geçiş sistemi ve buna bağlı olarak proje okulu yapılan Anadolu liselerinin ve Anadolu imam hatip liselerinin sayılarından dolayı çok sayıda öğretmen arkadaşın önümüzdeki öğretim yılında şuan çalışmakta oldukları okullardan ayrılmak zorunda kalacak olması, sorunu çok daha ciddi boyutlara taşımaktadır.

Şuan proje okulu olan Anadolu Lisesi ve Anadolu imam hatip lisesi sayısı toplam 520 yirmidir. Bu sayıya daha önceden proje okulu yapılmış olan fen liseleri ve sosyal bilimler liseleri de eklendiğinde eklendiğin de sorunun boyutu daha açık olarak görülmektedir. Bu okullarda çalışan ve görev süreleri dolan öğretmenler 2018 2019 öğretim yılında okullarından ayrılma riski ile karşı karşıyadır. Bu kadar çok sayıda öğretmenin şuan çalışmakta olduğu okuldan ayrılacak olması, okul yaşantısı açısından telafisi mümkün olmayan sonuçlar üretmektedir. Bu nedenle Milli Eğitim Bakanlığına daha önce yapmış olduğumuz çağrı yineliyoruz: Proje Okulları Yönetmeliğinin 11. maddesi iptal edilmelidir. Proje okullarında çalışan öğretmenler ve öğrenciler daha fazla mağdur edilmeden bu sorun giderilmelidir. Sorunun en temel çözümü proje okulu uygulamasını sona erdirmektir.25.05.2018

 

Özgür BOZDOĞAN

Eğitim Sen

Genel Yükseköğretim ve Eğitim Sekreteri

Adana'nın Aladağ ilçesinde, 11'i çocuk 12 kişinin yaşamını yitirdiği, 24 öğrencinin de yaralandığı, Süleymancılar cemaatine ait kız yurdu yangını ile ilgili haklarında 2 ila 15'er yıl hapis cezası istenen, 2'si tutuklu 14 sanığın yargılandığı davanın 6’ıncı duruşması görüldü. Kozan 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın duruşmasına tutuklu sanıklar yurt müdürü Cuma Ali Genç, yurdun bağlı olduğu Aladağ Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneğinin Başkanı İsmail Uğur, tutuksuz sanıklar Mahir Kılıç, Mahmut Deniz, Mustafa Öztaş, Ramazan Keleş, Ramazan Dede, Mehmet İpek, eski Aladağ İlçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Aktaş, Davut Gökçeli, Ramazan Arı, Cihan Ünal ve Bayram Aydın ile müşteki aileleri, sanık yakınları ile taraf avukatları katıldı. Sosyal Haklar Derneği avukatları, Adana Barosu Başkanı Veli Küçük ve Baro yöneticileri çeşitli Barolardan avukatlar, Eğitim Sen Genel Eğitim Sekreteri Özgür Bozdoğan ve Şube Başkanı Seçil Sönmez, Şube Yöneticisi İnal Akoğlu, Eğitim Sen Kozan Temsilciliği, SES Adana Şube Başkanı Muzaffer Yüksel, duruşmaya katıldı.

Görüntünün olası içeriği: 16 kişi, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar ve takım elbise
 
Görüntünün olası içeriği: 15 kişi, gülümseyen insanlar, ayakta duran insanlar