egitimsen

egitimsen

8 Nisan 2020 tarihinde siyasi iktidar TBMM Başkanlığına bir kanun teklifi sunarak vakıf üniversitelerinin işleyişinden öğretim görevlilerine ders verdirilmesine; araştırma görevliliğine atanma koşullarından 2547 sayılı yasadaki disiplin hükümlerine kadar oldukça geniş bir alanda düzenleme yapmak istemektedir.

Karşı karşıya olduğumuz pandemi tehdidine karşı mücadelenin öncelikli kılınması gereken bir dönemde, siyasi iktidarın adeta krizi fırsata çevirerek akademik tasfiyeyi sürdürme derdinde olması, egemenlerin sadece üniversitelere değil toplumun geleceğine dair bakış açısını da gözler önüne sermektedir.

Üstelik yapılmak istenen düzenlemenin kimi maddeleri, geçmişte “Ben yaptım oldu” tavrıyla yapılan düzenlemelerin Anayasa Mahkemesi’nden dönmesi nedeniyle gerçekleştirilmek istenmektedir. Ancak yine aynı yöntem ve bakış açısıyla, aynı hedef ve amaçlar güdülerek bu süreç yürütülmektedir. Şöyle ki;

  • Taslağın 16.maddesi araştırma görevlilerinin kadroda bulunma süresine dairdir. Bilindiği üzere sendikamız olağan istihdam biçiminin 33/a kadrosu olduğunu ve 50/d atamalarının araştırma görevlisi istihdamında temel istihdam biçimi olmaması gerektiğini savunmaktadır. Ancak yıllardır söz konusu ikili bir ayrımla adeta bir asistan kıyımı yaşanmıştır. Halen üniversitelerde ilişik kesme işlemleri sendikamızın kazandığı yargı kararlarına rağmen sürmektedir. 1/1/2018 tarihinden bu yana 33/a ataması zaten YÖK kararıyla yapılmamaktadır. Taslakla, yüksek lisansını bitirmiş ancak doktoraya başlamamış araştırma görevlilerine en fazla 6 ay daha kadroda bulunmak hakkı getirilmektedir. Şüphesiz ki bu düzenleme kimi mağduriyetlerin önüne geçecektir, ancak araştırma görevlilerinin temel taleplerini karşılamadığı gibi oldukça yetersiz bir düzenlemedir.
  • Taslağın 19.maddesiyle, açık öğretim hizmeti veren yükseköğretim kurumlarının döner sermaye gelir fazlalarının yüzde 80’inin YÖK’e aktarılması öngörülmektedir. Bu durum tamamen üniversitelerin özerkliğine aykırıdır.
  • Taslağın göze en fazla çarpan kısmı ise disiplin hükümlerinin düzenlendiği bölümdür. Disiplin hükümlerinde yapılmak istenen değişiklere göre;
  1. Üniversitelerin kurumsal özerliklerinin bulunduğu ve kolektif üretim alanları olduğu gerçeği yok sayılarak, idari ve teknik personel 657 sayılı yasanın disiplin hükümlerine tabi kılınmış, 2547 sayılı yasanın disiplin hükümleri sadece öğretim elemanları için düzenlenmek istenmiştir. Sendikamız yıllardır disiplin hükümleri yerine üniversite bileşenlerinin tamamını kapsayan ortak yaşam ilkelerini önermektedir. Ancak her konuda olduğu gibi siyasi iktidar yükseköğretimin kolektif niteliğini yok saymakta, disiplini suç ve ceza ikiliğine indirgemeyi sürdürmektedir. Halbuki üniversitelerdeki idari ve teknik personel, görevlerinin mahiyeti ve istihdam edildikleri üniversitenin kurumsal özerkliği nedeniyle söz konusu iki yasa arasında sıkışıp kalmıştır. Bu duruma, siyasi iktidarın yükseköğretim alanındaki idari, teknik personeli ve haklarını yok sayan politikaları eklendiğinde sorunların derinleşeceğine şüphemiz yoktur.
  2. Öğretim elemanları için getirilmek istenen disiplin hükümleri, üniversitelerdeki baskıcı ve yasakçı çalışma ortamını güçlendirdiği gibi giderek cılızlaştırılmış akademik özgürlüğü de tehdit etmektedir. Örneğin, getirilmek istenen “Kamu Görevinden Çıkarma Cezası” için sayılan fiiller içerisinde “Terör örgütlerinin propagandasını yapmak, bu örgütlerle eylem birliği içerisinde olmak veya yardım etmek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye yönelik kullanmak ya da kullandırmak” ifadesi yer almaktadır. Barış talep ettikleri için akademisyenlerin karşılaştığı dayatmalar ve hukuksuzluk ortadadır. Anayasa Mahkemesi’nin barış imzacılarının düşünce ve ifade özgürlüğünü kullandığı yönünde karar vermesinin ardından bu kararı tanımayacağını deklere eden üniversite yönetimleri de hafızamızdaki yerini korumaktadır. Bu nedenle, ceza hukukunda özel olarak düzenlendiği, özel mahkemelerce bu suçun yargılanmasının amaçlandığı ve ceza verildiği durumda zaten kamu görevini sürdürme koşullarının ortadan kalktığı bir fiili, disiplin mevzuatında tarif etmek kelimenin tam anlamıyla bu düzenlemenin kötüye kullanılmasına ve akademik tasfiyeye izin vermek anlamına gelmektedir. Aynı şekilde “Üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası gerektiren fiiller” arasında “Özürsüz veya izinsiz olarak bir yılda toplam 20 gün göreve gelmemek” gibi akademisyenliği memuriyete indirgeyen, kötü niyetli biçimde devam çetelesi tutulmasına neden olacak bir düzenlemeye gidilmektedir. Çünkü dersi olmayan, akademik araştırmaları nedeniyle kütüphane vb yerlerde araştırmalarını sürdüren her akademisyenin iş yerine gelmesi sağlanmak istenmektedir. Liyakatsiz, kayırmacılığı ilke edinmiş yöneticilerin var olduğu gerçeği gözetilirse söz konusu düzenleme çok ağır hak ihlallerine ve sonuçlara neden olacaktır. Benzer bir durum “Kademe ilerlemesinin durdurulması veya birden fazla ücretten kesme” cezasını gerektiren fiiller arasında sıralanan “Gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlemek“ ve “Görevi gereği öğrendiği ve gizli kalması gereken bilgi ve belgeleri açıklamak” için de geçerlidir. Söz konusu eylemler nedeniyle verilebilecek cezalar, bugüne kadar çokça deneyimlediğimiz şekilde akademik özgürlüğü ortadan kaldırmanın aracına dönüşme tehdidini getirmektedir. Gerek Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun gerekse Dr. Bülent Şık’ın halk sağlığını tehdit eden olgulara ilişkin hazırladıkları raporların suç sayıldığı ve her iki bilim insanı hakkında davalar açıldığı akıldan çıkarılmamalıdır. Üstelik, gerçeğin ve gizli kalması gereken bilgi, belgelerin ne olduğuna karar vermek isteyenlerin muktedirler olduğu, haliyle kendi görmek ve duymak istediklerini gerçeklik olarak tarif etme arzusuna sahip oldukları da unutulmamalıdır.

Bilinmelidir ki üniversiteler baskıların, yasakların değil, akademik özgürlüğün ve demokrasinin mekânları olmalıdır. Hatırlatmak isteriz ki 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 4. maddesinde; “öğrencilerini, hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı vatandaşlar olarak yetiştirmek” yükseköğretimin temel amaçları arasında sayılmıştır. Özgür ve bilimsel düşünce gücüne sahip olması engellenen veya düşüncelerini açıkladığı için ceza tehdidi ile karşı karşıya bırakılan bir öğretim üyesinin; öğrencilerini özgür ve bilimsel düşünce gücüne sahip bireyler olarak yetiştirmesi beklenemez. Akademik özgürlüğün, üniversitenin işlevinin gerçekleştirilebilmesi için, öğretim üyelerinin yetkililere veya belirli siyasi gruplara rahatsızlık vermesi pahasına, fikir, bilgi ve olguları iletme haklarının baskı altına alınmaması, işlerini kaybetme gibi bir müeyyide ile karşılaşmamaları gerekir. Akademik ifade özgürlüğü, Anayasa’nın 27’nci maddesinde “Herkes, bilimi (…) serbestçe  açıklama (…) özgürlüğüne sahiptir.” şeklinde düzenlenmiştir.

Ayrıca Eğitim Sen olarak, üniversitede yaşamı/ilişkileri düzenleyen kuralların güvenlik ve disiplin sorununa indirgenerek suçlar ve cezalar ikilemine sıkıştırılmasını reddettiğimizin de bilinmesini istiyoruz. Bu kapsamda tüm üniversite bileşenlerinin hakları, özgürlükleri, sorumlulukları ile kurumun yükümlülüklerini belirttiğimiz ve “Ortak Yaşam İlkelerimiz” başlığıyla duyurduğumuz ilkeler doğrultusunda bir perspektif geliştirilmesinin, üniversiteyi ve özgür bir öğrenme iklimini var edebilmek için hayati olduğunu bir kez daha ifade ediyoruz. Bu nedenle söz konusu yasa taslağının geri çekilmesini, yaşamın her alanında demokratik, katılımcı, adil, eşitlikçi ve özgürlükçü bir atmosferin tesis edilmesini istiyoruz.

17 Nisan 1940 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde kurulmasının ardından Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişiminde belirleyici bir rol oynayan Köy Enstitüleri’nin 80. kuruluş yıl dönümünü kutluyoruz.

Türkiye nüfusunun yüzde 80’inin köyde yaşadığı, ülke nüfusunun büyük bölümünün okuma yazma bilmediği bir dönemde, ‘Eğitim üretim içindedir’ şiarını ilke edinerek kurulan Köy Enstitüleri, üretime ve kalkınmaya yönelik öğrenimi temel alan önemli ve tarihsel bir deneyim olarak bilinmektedir.

Köy Enstitüleri kırsal yörede toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmayı sağlamak; bu alanda ilgili gerekli insan gücünü yetiştirmek için kurulan temel eğitim kurumları olmuş, öğretmen yetiştirme sistemine yaptığı somut katkılar, aradan 80 yıl geçmiş olmasına rağmen unutulmamıştır.

Bugünün siyasi iktidarı tarafından hedef haline getirilen ve eğitim biliminin temeli olan karma eğitim sistemine dayanan Köy Enstitülerinde okutulan derslerin yüzde 50’si kültür, yüzde 25’i tarım ve yüzde 25’i de teknik derslerden oluşmuştur. Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni olmamış, aynı zamanda ziraatçilik, sağlıkçılık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularında uygulamalı olarak öğrendiklerini öğrencilerine aktarmıştır.

Toplumcu bir anlayışla kurulan Köy Enstitüleri aynı zamanda tarım işlikleri ve sağlık ocakları olarak toplumsal işlevler görmüş, çeşitli tohum ve tarım araçlarının ilk denemeleri bu okullarda yapılmıştır. Türkiye’nin toplumsal yapısının oluşumuna çok değerli katkıları olan Köy Enstitüleri’nin eksikliği, özellikle günümüzde yakından hissedilmektedir.

Günümüzde öğrencilerin iktidar eliyle imam hatiplere, özel liselere ve meslek liselerine yönlendirildiği, büyük bölümü dini içerikli seçmeli dersleri seçmeye zorlandığı, öğretmenlerin angarya, baskı ve sınav kıskacına alındığı dikkate alındığında, Köy Enstitüleri’nin zengin ders içeriği, benimsediği öğretmen yetiştirme ve eğitim modelinin ne kadar önemli ve değerli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.

Köy Enstitüleri’nin en önemli özelliklerinden birisi, günümüz Türkiye’sinin bir türlü kurtulamadığı eleştirmeyen, sorgulamayan, ezbere dayalı ve sınav merkezli eğitim sistemine değil, gerçek anlamda öğrenci merkezli, öğrencilerin yaparak ve yaşayarak öğrenme sürecini ilke edinen bir eğitim-öğretim ortamı yaratmayı hedeflemiş olmasıdır. Bugün yaşanan olağanüstü dönemde eğitimde aklın ve bilimin egemen olduğu, demokratik öğrenme ve öğretme ortamlarının hazırlandığı Köy Enstitüsü modelinin eğitimdeki ihtiyacı bir kez daha kendini hissettirmektedir. Ayrıca;  Köy Enstitülerinin kuruluşunun üzerinden 80 yıl gibi uzun sayılabilecek bir süre geçmiş olmasına, dönemin zor koşullarındaki eğitimin niteliği ile günümüz Türkiye’si arasında olumsuz anlamda çok büyük farklar olması düşündürücüdür.

Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu zorlu koşullar ve uluslararası dinamiklerin etkisi sonucunda Köy Enstitüleri soğuk savaş politikalarına kurban edilip kısa süre içinde kapatılmıştır. Köy Enstitülerinin kapatılmasını takip eden süreçte, özellikle 1950’li yıllarda bu önemli eğitim deneyimi önce yatılı öğretmen okullarına, ardından yatılı okullara, sonra da normal lise eğitimine yayılarak zaman içinde işlevsiz hale getirilmiş ve hızla etkisizleştirilmiştir.

Köy Enstitüleri’nin kapatılması, Türkiye’nin çağdaş, laik ve bilimsel değerlerle buluşması ve aydınlanma sürecinin ciddi anlamda kesintiye uğramasına neden olmuştur. Geçmişte Köy Enstitüleri’ni kapatan ve yarattığı tüm olumlu izleri silmeye çalışanlar, bugün laik bilimsel eğitime savaş açarak, karma eğitim uygulamalarını kaldırmak isteyerek eğitim sistemini dinselleştirmeyi ve ticarileştirmeyi hedeflemekte, eğitim sistemini iktidarın ideolojik hedefleri doğrultusunda biçimlendirmek istemektedir.

80. yılını kutladığımız Köy Enstitüleri’nin ilerici, demokrat ve aydınlanmacı geleneğine sahip çıktığımızı ifade ediyor, Köy Enstitülerinde olduğu gibi, toplumcu eğitim felsefesinin, aklın, bilimin, demokratik öğrenme ve öğretme ortamlarının tüm eğitim sistemimize egemen olması için mücadelemizi sürdüreceğimizin bilinmesini istiyoruz.

 

EĞİTİM SEN MERKEZ YÜRÜTME KURULU

Bilindiği gibi Milli Eğitim Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü’nün 13.03.2020 gün ve 5497866 sayılı yazısıyla Koranavirüs salgını nedeniyle bakanlığa bağlı her derece ve türdeki örgün ve yaygın eğitim kurumları 16-27 Mart 2020 tarihleri arasında tatil edilmiş, yönetici ve öğretmenlere idari izin verilmiş, bakanlığa bağlı her derece ve türdeki örgün ve yaygın eğitim kurumlarında görev yapan yönetici ve öğretmenlerin 23-27 Mart 2020 tarihlerinde üzerlerinde bulunan ders, varsa ek ders, ders niteliğinde yönetim, hazırlık ve planlama görevlerini yapmış sayılmaları gerektiği belirtilmiştir.  Ancak Milli Eğitim Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü “Bazı Eğitim Faaliyetlerinin Durdurulması” konulu 28.03.2020 gün ve 5964251 sayılı yazısıyla hukuki durum ve koşullar değişmediği halde Koranavirüs salgını nedeniyle alınan tedbirler kapsamında rutin müfredat kapsamında yürütülmekte olan ders görevleri dışındaki ders görevleri(Milli Eğitim Bakanlığı Yönetici ve Öğretmenlerinin Ders ve Ek Ders Saatlerine İlişkin Kararın 8.maddesi kapsamında yapılan ilave ek ders görevleri, destekleme ve yetiştirme kursları, ilkokullarda yetiştirme programları, evde eğitim hizmetleri, destek eğitim odası uygulamaları, öğrenci sosyal ve kişilik hizmetleri, planlama ve bakım ve onarım görevi, işletmelerde meslek eğitimi, belleticilik görevi, ders dışı eğitim çalışmaları, hizmet içi eğitim, kurul ve komisyon üyeliği ve benzeri eğitim faaliyetleri ile tam gün tam yıl eğitim, ikili öğretim) uygulamalarının 28 Mart 2020 tarihinden itibaren 2020-2021 öğretim yılının başladığı 1 Eylül 2020 tarihine kadar durdurulduğu, bu itibarla eğitim kurumu yöneticileri ve öğretmenler bakımından yapılmış sayılacak ek ders görevlerinde 28 Mart 2020 tarihinden itibaren yukarıda belirtilen eğitim faaliyetlerine yer verilmeyeceği ifade edilmiştir. Bu işlemle 01.09.2019 gün ve 30875 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Kamu Görevlilerinin Geneline ve Hizmet Kollarına yönelik Mali ve Sosyal Haklara İlişkin 2020 ve 2021 yıllarının kapsayan Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun 28.08.2019 tarihli ve 2019/1 sayılı kararının “Eğitim, Öğretim ve Bilim Hizmet Koluna İlişkin “Mali ve Sosyal Haklar” bölümünün “Ders görevinin yapılmış Sayılacağı haller” başlıklı 2.maddesi ihlal edilmektedir. Her ne kadar Milli Eğitim Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü 01.04.2020 gün ve 6084632 sayılı yazıyla dava konusu işlemle yapılmış sayılacak ders görevlerinden çıkardığı planlama ve bakım ve onarım görevi, işletmelerde meslek eğitimden kaynaklı tekrar bu kapsama almışsa diğer ders görevleri açısından öğretmenlerin mağduriyeti ortaya çıkacaktır. Bu nedenle sendikamız Milli Eğitim Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü “Bazı Eğitim Faaliyetlerinin Durdurulması” konulu 28.03.2020 gün ve 5964251 sayılı işleminin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle Danıştay’a dava açmıştır. Sendikamız salgının faturasının eğitim emekçilerine çıkarılmasına, toplu sözleşme kazanımlarının yok sayılmasına izin vermeyecektir.

İNSANCA YAŞAMAK İÇİN ÜRETECEĞİMİZ

YENİ BİR TOPLUMSAL DÜZENİ

 EMEK VE BİLİMLE KURACAĞIZ!

Bizler bu ülkenin işçileri, emekçileri, kamu emekçileri, mühendisleri, mimarları, hekimleri, aydınları, akademisyenleri, sanatçıları, gençleri, kadınları, emeklileri….

Bizler bu dünyanın tüm değerlerini ve güzelliklerini, alın terimizle, aklımızla, bilgimizle, kısacası emeğimizle üretenler.

2020 1 Mayısında her yıl olduğu gibi umutlarımızla, bilincimizle ve dayanışmamızla bir aradayız.

On yıllardır dünya halklarına sınırsız bir emek ve doğa sömürüsü, savaşlar, ekonomik krizler, artan eşitsizlikler, yoksulluk, işsizlik dışında hiçbir şey sunamayan bu düzen küresel salgın ile beraber büyük bir uygarlık krizi yaşıyor.

Kapitalist sistem insanlığın, doğanın ve yaşamın üzerine çöküyor. Bu uygarlık krizi bir kez daha gösteriyor ki, bu düzenin çarkları bizleri, dünyanın tüm değerlerini ve güzelliklerini üretenleri insanca yaşatmak için kurulmamış.

Salgın koşullarında bile zorunlu olmayan işlerde, fabrikalarda, atölyelerde, kamu kurum ve kuruluşlarında, şantiyelerde çalışmamızı dayatan; zorunlu işlerde gerekli önlemleri almadan bizleri çalıştıran bu düzen, bizi üretimdeki herhangi bir araç gereçten farksız basit bir meta olarak görüyor.

Artık daha net görüyoruz ki, insani ihtiyaçlarımız için üretmiyoruz, insanca yaşamak için üretmiyoruz, toplumun geniş kesimlerine daha iyi bir yaşam kurmak için üretmiyoruz. Sadece ve sadece sermayenin bu akıldışı düzeninin çarkları dönsün diye üretiyoruz.

İşte 2020 1 Mayıs’ı bu gerçekliğin en çıplak haliyle görüldüğü ve bunun karşısında işçi sınıfının başka bir dünya, yeni bir toplumsal düzen iradesinin dünya çapında haykırıldığı bir kırılma anı olarak tarihe geçecek.

Biz yeni bir toplumsal düzen istiyoruz.

Eğer bugün biz emekçilerin  egemen olduğu bir düzen olsa idi salgına karşı toplumun sağlığını, işini ve geçimini koruyacak gerçek bir mücadele verirdik.

  1. Temel, zorunlu ve acil mal ve hizmet üreten işler dışında bütün işlerde salgın süresince çalışma acilen durdurulurdu. Çünkü yaşamaktan, insandan daha önemli hiçbir şey olmazdı.
  2. Salgın süresince herkesin işi ve geçimi devletin güvencesinde olurdu.
  3. İnsanlar yaşam savaşı verirken elektrik, su, doğalgaz faturalarından KDV, kredilerden faiz toplamak asla akla gelmeyeceği gibi, temel ihtiyaçlar salgın riski boyunca devlet tarafından karşılanırdı.
  4. Tümüyle kamu kontrolündeki sağlık kuruluşları, yurttaşların tamamına, istisnasız ve ön koşulsuz bütünüyle parasız sağlık hizmeti sunardı.
  5. Salgına karşı önlemler üç beş patron örgütü ile değil, işçilerle, kamu emekçileriyle, hekimlerle, mühendislerle, akademisyenlerle beraber belirlenirdi. Ölçü patronların karları değil aklın ve bilimin ışığında toplumun korunması olurdu.
  6. Başta hekimler, sağlık ve belediye çalışanları olmak üzere tüm zorunlu işlerde çalışanlar haftalarca koruyucu ekipman beklemez, insanlarımızın ölümü ve hastalanması engellenirdi.
  7. Tüm kadınlara iş ve gelir güvencesi sağlanır, evde kalınan dönemlerde ev içi şiddetin önlenmesi için devlet etkin önlemler alırdı.
  8. Tek kişinin dediği ferman olmaz, muhtarından belediyesine tüm kamu kurumları ile işbirliği içinde bir mücadele yürütülür, maskesinden ekmeğine tüm ihtiyaçlar beraber karşılanır, siyasi rekabet değil halkın sağlığı öncelikli olurdu.

Bu anlatılan hayal değil. İnsanlık tarihi boyunca egemenler, toplumun çoğunluğunun çıkarına bir düzenin mümkün olmadığını anlattılar ve yalan söylediler.

Bugün görüyoruz ki, asıl mümkün olmayan, asıl akıldışı olan bu düzendir. Toplumları hastalığa, dünyayı ekolojik krizlere, üretenleri açlığa, işsizliğe, güvencesizliğe mahkum eden bu düzen Türkiye ve dünya halklarının sırtında bir yüktür.

Bu düzenin çarkları bizim emeğimizle, aklımızla, bilgimizle dönüyor, öyle ise biz bu düzeni emekten, demokrasiden, barıştan yana değiştirebiliriz.

Biz emekçiler sermaye değil halk egemenliğini esas alan, sömürüye karşı emeğin haklarını koruyan, toplumsal zenginliğe el koyan yüzde 1’in değil toplumun yararını esas alan yeni bir toplumsal düzeni kurmak için seferber olacağız.

1.İnsan onuruna yaraşır bir iş ve ücret, kamusal sosyal güvenlik ve sendikal hakların eksiksiz güvence altına alındığı yeni bir toplumsal düzen kuracağız.

2.Demokrasinin ve ifade özgürlüğünün tahrip edilmediği yeni bir toplumsal düzen kuracağız.

3.Her türlü ayrımcılığa, cinsiyetçiliğe ve ötekileştirmeye karşı eşit yurttaşlığın, yurtta, bölgede ve dünyada barışın benimsendiği yeni bir toplumsal düzen kuracağız.

2020 1 Mayıs’ında tarihin bu kırılma anında ilan ediyoruz:

Birliğimizi, mücadelemizi ve dayanışmamızı böylesi bir toplumsal düzeni kurmak için güçlendireceğiz.

Yeni bir toplumsal düzeni emek ile bilim ile kuracağız!

DİSK-KESK-TMMOB-TTB

Salgın nedeni ile alınan önlemlerden dolayı bu yıl 1 Mayıs’ta evdeydik. Kitlesel mitinglerde bir araya gelemesek de; türkülerimizi coşkuyla söyleyip, birlikte halay çekemesek de bulunduğumuz her yeri 1 Mayıs alanına çevirmeyi başardık. Evlerimizi, balkonlarımızı, pencerelerimizi süsleyerek, marşlarımızı mahallelerde, apartmanlarda birlikte söyleyerek emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma kararlılığını yaşam alanlarımıza taşıdık. 1 Mayıs günü, DİSK yöneticilerinin Taksim’e gitmelerine izin verilmeyerek gözaltına alınmaları ise siyasi iktidarın emekçilere dönük yaklaşımının sonucuydu. Sermayenin gereksinimlerini karşılamak için sağlık riskine rağmen emekçilerin çalıştırıldığı, sokağa çıkma yasağından muaf tutuldukları bir dönemde, emekçilerin bayramlarını kutlamalarının yasaklanmasının bir politik yaklaşımın sonucu olduğunun farkındayız. Tam da bu nedenle, bu yıl 1 Mayıs’ta “emek ve bilimle kurulacak eşit ve özgür bir dünya” talebimizi yaygınlaştırdık. Birlikte başaracağımıza olan inancımızı hiç yitirmedik.

EĞİTİMDE GEÇEN HAFTA

  1. Salgın tehlikesi tam olarak ortadan kalkana dek okullar kapalı kalmalıdır. Önceliğimiz öğrencilerimiz, eğitim ve bilim emekçilerinin sağlığıdır.
  2. Uzaktan eğitimde, erişim ve yapılan uygulamalara öğrenci katılımında düşüklük başta olmak üzere sorunlar devam etmektedir. MEB, sendikalar başta olmak üzere, eğitim alanında bulunan tüm kesimlerle bir araya gelmeli ve uzaktan eğitim sürecini bu kesimlerle birlikte sürdürmelidir.
  3. Canlı sınıf uygulaması dâhil, uzaktan eğitimle ilgili konularda öğretmenlerin kararları esas olmalıdır. Canlı sınıf uygulaması konusunda öğretmenlere baskı yapılmamalıdır. Uzaktan eğitim öğretmenleri kontrol ve baskı aracına dönüşmemelidir.
  4. Salgınla da gelinen aşama da, önceden ertelenen YKS tarihlerinin yeniden öne çekilmesi ile ilgili bir tartışma başladı. Alınacak kararlarda ve yapılacak düzenlemelerde önceliğin öğrencilerimizin, eğitim ve bilim emekçilerinin sağlığı ve eğitim hakkından eşit yararlanma olmalıdır. YÖK ve ÖSYM sınav tarihlerini yeniden Haziran ayına almamalıdır.
  5. Aydın İl MEM tarafından düzenlenen “Ramazan Günlükleri” eğitimin dinselleştirilmesinin örneklerindendir. Bu uygulamadan vazgeçilmelidir. Öğrencilerimizin kamusal eğitim hakkını savunmayı sürdüreceğiz.
  6. Proje okullarında görev yapan eğitim yöneticilerine yeniden görevlendirilme için başvuru hakkı verilmesi eşitsizlik yaratacaktır. Toplumsal fayda üretmeyen proje okulu uygulaması sonlandırılmalıdır. Bu okullara atamalar ve görevlendirmeler genel kurallara göre yapılmalıdır. Eğitim yöneticileri demokratik katılım ve yöntemlerle belirlenmelidir.
  7. Yükseköğretimde norm kadro uygulaması sonlandırılmalıdır. Üniversitelerin kontrol altına alınması arayışlarından vazgeçilerek insan, doğa ve toplum yararına bilim üretmelerinin önünün açılması gerekmektedir.
  8. Anayasa Mahkemesi güvenlik soruşturması ile ilgili kanunu iptal etti. Güvenlik soruşturmasından kaynaklı göreve başlatılmayan kamu emekçilerinin mağduriyetlerinin acilen giderilmesi, tüm hak kayıpları karşılanarak görevlerine bir an önce başlatılması gerekmektedir.
  9. Üsküdar ilçe MEM tarafından düzenlenen etkinliklere katılan öğretmenlerin kişisel verilerinin yayınlandığına dair iddialar MEB tarafından soruşturulmalı ve kamuoyuna bu konu ile ilgili bilgi verilmelidir. Çalışanlar güvenli olmayan uzaktan erişim araçlarını kullanmaya zorlanmamalıdır.
  10. BİLSEM öğretmenlerinin ücret sorunu devam etmektedir. BİLSEM öğretmenlerinin ücretleri kesilemez. MEB hızla bu durumu düzeltmeli ve BİLSEM öğretmenlerinin mağdur olmasını engellemelidir.
  11. Bu hafta, 18 Mart 2020 tarihinde ataması yapılan arkadaşlarımızın göreve başlamak için bekleyişinin 6. haftasıydı. Ataması yapılan arkadaşların okulların kapalı olduğu için göreve başlatılmaması kabul edilebilir bir durum değildir. MEB, arkadaşlarımızı acilen göreve başlatmalıdır.
  12. Van’da Jiyan isimli arkadaşımızın isminden dolayı EBA tarafından sisteme girmesine izin verilmemesi kabul edilebilir bir durum değildir. Bu durumla ilgili MEB bir inceleme yapmalı, gerekiyorsa da soruşturma açmalıdır.
  13. Ortaöğretim kurumlarında birinci dönem notu düşük olan öğrencilerin, okulların kapalı olmasından dolayı, notlarını yükseltme olanağı ortadan kalkmıştır. MEB’in notlarını yükseltmek isteyen öğrenciler için bir yöntem geliştirmesi gerekmektedir.
  14. LGS için 7 Haziran tarihi erkendir. MEB sınav tarihi ve içeriği ile ilgili yeni bir planlamayı ilgili kesimlerle birlikte yapmalıdır.
  15. Okul aile birlikleri tarafından çalıştırılan eğitim emekçilerinin ücretleri MEB tarafından ödenmelidir.
  16. Ordu Gölköy’de, aynı işi yapan okul müdürlerinden sadece “malum sendikanın” ilçe temsilcisine ödül verilmesi iddiası ile ilgili MEB inceleme başlatmalıdır. Yapılacak olan yönetici görevlendirmelerinde liyakat esas alınmalıdır.
  17. Erzincan BYÜ Hukuk Fakültesi’nin aynı güne 7 sınav planlamasının anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir tarafı yoktur. YÖK uzaktan eğitim konusunda inisiyatif almalı; yaşanan sorunların tartışılacağı ve çözümlerin üretileceği bilimsel bir çalışmayı acilen yapmalıdır.

Kamuoyuna Saygıyla Sunarız

EĞİTİM SEN MERKEZ YÜRÜTME KURULU

25-26 Temmuz 2020 tarihine ertelenen YKS’nin 27-28 Haziran’a alınmasını; ayrıca salgın tamamen ortadan kalktıktan sonra yapılması gereken LGS’nin 20 Haziran tarihinde yapılmasına karar verilmesini anlamamız ve kabul etmemiz mümkün değildir. Sınav tarihlerinin, öğrencilerin üstün yararı ve aynı zamanda da öğrenciler, eğitim ve bilim emekçilerinin sağlığı gözetilerek planlanması gerekirdi. Ancak, siyasi iktidarın öncelikleri ile eğitimcilerin, öğrencilerin ve velilerin önceliklerinin aynı olmadığı görülmektedir. Sınavların Haziran ayı içerisinde yapılması kararının alınması, siyasi iktidarın insan ekonomik öncelikleri insan sağlığına tercih ettiğini bir kez daha göstermiştir. Bu kararın, yaşanan ekonomik krizin etkilerinin emekçiler açısından hafifletilmesine katkısının olmayacağının bilinmesi gerekir.

Dünya genelinde ve ülkemizde bir ekonomik kriz yaşanmaktadır ve buna karşı acil önlemler  alınması gerekmektedir. Ancak, söz konusu krizden sermaye çevrelerinin çıkarlarını koruyan; krizin tüm yükünü emekçiler başta olmak üzere geniş toplumsal kesimlerin üzerine yıkan politikalar ve uygulamalarla çıkılması mümkün değildir. Buradan çıkış için atılacak ilk adım, devletin sosyal sorumlulukları ve görevlerini yerine getirmesi olmalıdır. En önemli olan konu ise, uygulanan ekonomik politikaların emekçilerin ve halkın yararına olacak şekilde yeniden kurgulanmasıdır. Vergide adaletin sağlanması ve desteklenmesi gereken kesimlerin kamu kaynakları ile desteklenmesi yine yapılması gerekenler arasındadır.

Krizle ilgili gerçekçi adımlar atmak yerine, kısa vadede turizm gelirlerinin artması için sınavları öne almak siyasi iktidarın tercihlerini bir kez daha ortaya koymaktadır.

Yapılan tercih ve alınan karar öğrencilerimizin eğitim hakkı ve geleceğinden yana değildir.

Yapılan tercih öğrencilerimizin, eğitim ve bilim emekçilerinin sağlığından yana değildir.

Yapılan tercih uzaktan eğitime erişimi olmayan yoksul öğrencilerden yana değildir.

 Yapılan tercih sınav kaygısı yaşayan öğrencilerimizden yana değildir.

Yapılan tercih eğitim aracılığıyla yaşamını belirlemeye çalışan öğrencilerimizden yana değildir.

Yapılan tercih çocukların iyi bir geleceği olması için çırpınan velilerimizden yana değildir.

YKS’nin yeniden Haziran ayına alınmasına dönük tepkilerden sonra YÖK tarafından yapılan açıklama ile TYT süresi uzatılmış, yerleştirmeye esas baraj puanı 180’den 170’e düşürülmüş ve 12. sınıfın ikinci dönem konuları sınav kapsamından çıkarılmıştır. Son  anda yapılan bu değişikliklerin kamuoyunda oluşan tepkinin azaltılması amacıyla yapıldığı görülmektedir. Bu değişikliklerin sonuçları etkilemeyeceği de bilinmelidir. Yine LGS’de ilk defa her öğrencinin kendi okulunda sınava gireceği sanki büyük bir yenilik gibi kamuoyuna sunulmaya çalışıldı. Ancak, MEB yetkililerine bunun daha öncede uygulandığının hatırlatılması gerekmektedir. Öğrencilerin ve eğitimcilerin taleplerini, sağlıklarını, kaygılarını dikkate almadan karar alınmasının kabul edilebilir bir tarafı yoktur.

Meselenin sadece bir takvim meselesi olmadığının görülmesi gerekmektedir. Yapılması gereken, sınavların içerik, biçim, uygulama şekli dahil olmak üzere yeniden değerlendirilmesidir. Uzaktan eğitime erişimi olmayan öğrencilerin yaşayacağı mağduriyeti giderecek şekilde sistem yeniden kurgulanmak durumundadır. Var olan durumda yapılacak sınavlara tüm öğrenciler eşit koşullarda hazırlanmadığı için, bu sınavlar yoksul öğrenciler açısından olumsuz sonuçlar üretecektir. Standartlaşmış ve merkezileşmiş sınavların yarattığı eşitsizlikleri yok sayarak kararlar alınmamalıdır.

Eğitim Sen olarak, uzun vadede standartlaşmış merkezi sınavların kaldırılmasını, kısa vadede de  MEB ve YÖK’ün alınan kararları gözden geçirmesini ve yaşadığımız dönemin gerçekliğine uygun şekilde yeniden bir planlama yapması gerektiğini düşünmekteyiz. Öğrencilerimizin geleceğini belirleyecek bu sınavların, salgın tehdidinin tamamen ortadan kalktığı bilim insanları tarafından açıklanana dek yapılmaması gerekmektedir. Öğrencilerimizin eğitim hakkı için verilecek mücadele aynı zamanda ortak geleceğimiz içindir. Geleceğimize sahip çıkmayı sürdüreceğiz.

EĞİTİM SEN MERKEZ YÜRÜTME KURULU

Eğitim alanı başta olmak üzere, salgına dönük alınan önlemlerde gelinen aşama gündemimizi belirlemeyi sürdürüyor. Milyonlarca öğrenciyi ve yüz binlerce eğitim ve bilim emekçisini doğrudan ilgilendiren konularda alınan kararlar ve karar alma biçimine dönük itirazlarımızı sürdüreceğiz. Alınan kararların olası sonuçlarından etkilenebilecek kesimlerle birlikte, gördüğümüz yanlışlıkların düzeltilmesi için mücadelemizin devam edeceğinin bilinmesi gerekmektedir.

Siyasi iktidar kendisine muhalefet eden kesimlere dönük baskı, sindirme ve susturma politikalarını uygulamayı sürdürmektedir. Şimdi de hedefte meslek odaları ve birlikleri bulunmaktadır. Toplumsal mücadelede sürekli birlikte olduğumuz meslek birlikleri ve odaları ile dayanışma içerisinde olacağımızın bilinmesini isteriz. Bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da emek ve meslek örgütleri demokrasiyi savunma konusunda hiçbir tereddüt yaşamayacaktır.

Bugün, emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı mücadelenin en önünde yer alan ve halkı için darağacında yaşamlarının sonlanmasını göze alan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm yıl dönümü. Anıları önünde saygıyla eğiliyoruz. Mücadele devam ediyor.

Bugünün Gündemi:

  1. Pazartesi (04 Mayıs 2020) günü yapılan kabine toplantısında üniversitelerin 15 Haziran tarihinden itibaren açılabileceğine dair bir karar alındığı açıklandı. Bu kararın ardından YÖK’ten yapılan açıklamada ise kimi koşulların oluşması kaydıyla üniversitelerin bu tarihe göre kendi akademik takvimlerini hazırlayabilecekleri belirtildi. Yapılan açıklama ile yetki ve kararın üniversitelere bırakıldığı görülmektedir. Üniversitelerin büyüklükleri, koşulları ve olanakları arasındaki fark dikkate alındığında bu durumun ciddi eşitsizlikler yaratma olasılığı olduğu görülecektir. Üniversitelerde sunulan hizmetin kamu hizmeti olduğundan hareketle, eşitsizlik oluşturabilecek uygulamalardan ısrarla kaçınmak gerekmektedir.
  2. Kimi illerde milli eğitim müdürlükleri uzaktan eğitimle ilgili veri toplama telaşı içerisine girmiş durumdadır. Anketler yaparak öğretmen, öğrenci ve velilerden görüş almaktadırlar. Anket, doğası gereği, gönüllü kişilerin katılacağı bir veri toplama tekniğidir. Hiç kimse anket doldurmaya, istemediği halde fikrini açıklamaya zorlanamaz. Son olarak, Ankara İl MEM öğretmenlerin katılımının zorunlu olduğu ifade edilen bir anketi uygulamaya çalışmaktadır. Öğretmenlerin anket doldurmaya zorlanmasının hukuki dayanağı yoktur. Öğretmenler iradeleri yok sayılarak, anket doldurmaya zorlanamaz.
  3. 18 Mart tarihinde ataması yapılan öğretmen arkadaşlarımızın göreve başlamak için bekleyişi devam ediyor. Bugün (06 Mayıs 2020) arkadaşlarımızı bekleyişinin 7. haftası. Ocak 2020 dönemi olarak atanan arkadaşlarımız göreve başlatılmadan Haziran-2020 dönemi öğretmen alımı duyurusu ve takvimi yayınlandı. MEB’de göreve başlamak için çalıştıkları işlerden de ayrılan arkadaşlarımızın yaşamlarını nasıl sürdürdüğünün merak edilmemesini anlamak mümkün değil. Arkadaşlarımız haftalardır seslerini duyurmaya, yaşadıkları mağduriyeti anlatmaya çalışıyorlar. Ocak-2020 dönemi olarak atanan öğretmen arkadaşlarımız artık daha fazla bekletilmemeli ve bir an önce göreve başlatılmalılar.
  4. Türkiye’de geçici koruma altında bulunan, ancak kimlik numaraları ve ikamet adreslerinden dolayı, okullara kayıtları yapılmayan öğrenciler “misafir öğrenci” statüsünde okullara devam etmekteydiler. Uzaktan eğitim başladıktan sonra bu öğrenciler kimlik numaraları olmadığı için EBA kullanamamaktadır. MEB, okullarda bulunan misafir öğrencileri tespit ederek, EBA kullanabilmeleri için gerekli düzenlemeleri yapmalıdır. Kimsenin geride kalmadığı ve mağdur olmadığı koşullar oluşturulduğunda ancak eğitimde eşitlikten söz edilebilir.
  5. Proje okullarına öğretmen alımı ile ilgili okullar tek tek duyuruya çıkmakta ve alınacak kadroları açıklamaktadır. Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü ve Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’ne bağlı okullar için yapılan duyurular, adeta özel firmalar için eleman alınacak hissi uyandırmaktadır. Her okulun ayrı bir işletme olarak değerlendirildiği bir sistem sessiz sedasız hayata geçmektedir. Toplumsal fayda üretmeyen; eğitimin piyasalaşmasının bir adımı olan ve kadrolaşmanın önünü açan “proje okulu” uygulamasının artık sonlandırılması gerekmektedir.

Kamuoyuna Saygıyla Sunarız

EĞİTİM SEN MERKEZ YÜRÜTME KURULU

Eğitim Sen Sizleri Öğrencilerimizin Eğitim Hakkına ve Sağlıklarına Sahip Çıkmaya Çağırıyor!

Milyonlarca öğrencinin geleceğini belirleyecek, aynı zamanda da yüzbinlerce öğrencinin, eğitim ve bilim emekçisinin sağlığını yakından ilgilendiren konularda 04 Mayıs 2020 tarihinde yapılan açıklamalar kaygılarımızı artırdı. 20 Haziran tarihinde yapılacak olan LGS ve 27-28 Haziran tarihinde yapılacak olan YKS öğrencilerimizin yaşamı açısından belirleyici öneme sahiptir. Salgının henüz bitmeyeceğinin belli olduğu bir dönemde, alınan önlemler ne olursa olsun, yapılacak olan sınavlara öğrencilerimiz kaçınılmaz olarak kaygı ile katılacaktır. Ayrıca, YKS’nin Temmuz ayında yapılacağı düşüncesi ile hazırlıklarını sürdüren, bu tarihe göre planlarını yapan öğrenciler, sınavın yeniden Haziran ayına alınması ile ciddi sorunlar yaşamıştır. Yaşamlarının başlangıcında çocuklarımıza yaşatılan travmayı kabullenmek mümkün değildir.

Öğrenciler, veliler, eğitimciler, bilim insanları günlerdir alınan kararların yaratabileceği olumsuzluklara dikkat çekmekte ve karar alıcıları yeniden düşünmeye davet etmektedir. Ortaya konulan eleştiri, öneri ve düşünceler yok sayılmakta, söz konusu kararların uygulanması durumunda öğrencilerimizin yaşamlarında oluşabilecek sorunlar göz ardı edilmektedir. Oysa, kamu yöneticilerinden beklenen, eleştiri, öneri ve düşünceleri takip ederek aldıkları kararlarda gerekli düzeltmeleri yapmalarıdır. Demokratik bir işleyişte olması gereken, yöneticilerin uygulamalarını ve politikalarını kamuoyunun düşüncelerine göre sürekli değerlendirme ihtiyacı hissetmeleri olmalıdır. Ancak, yaşadığımız gerçeklikte kamu yöneticileri bırakın kamuoyunun düşüncelerini dikkate almayı, bunların ifade edilmesini dahi istememektedirler. Eğitim Sen, koşullar ne olursa olsun öğrencilerimizin mağdur edilmesine sessiz kalmayacak, çocuklarımızın eğitim ve sağlık hakkı için mücadeleyi sürdürecektir.

Eğitim Sen, bir imza kampanyası başlatıyor ve sizleri öğrencilerimize yaşatılan bu haksızlığa karşı tepkimizi, talebimizi ortaklaştırmaya davet ediyor.  YKS ve LGS’nin ertelenmesi talebiyle başlattığımız kampanyamızı, dönemin koşullarından dolayı, elektronik ortamda gerçekleştirmek zorunda kaldık. İmza kampanyamıza www.egitimsen.org.tr sitesinden ve ayrıca Eğitim Sen twitter, facebook ve instagram hesaplarından ulaşabilirsiniz. Kampanyamız 15 Mayıs 2020 tarihine kadar devam edecektir. Kampanya sonunda Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu sonuçları kamuoyu ile paylaşacak ve ilgili kurumlara iletecektir.

Öğrencilerimizin eğitim hakkı için verilen mücadele, geleceğimiz için verilen mücadeledir. Geleceğimize sahip çıkmak için birlikte mücadele dışında seçeneğimiz yok. HAYDİ…

KAMPANYA KATILIM LİNKLERİ:

Change:

http://chng.it/RVdjkCSN5q