Perşembe, 10 Temmuz 2014

Bilindiği gibi; Çorum Valiliği ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü 30.01.2013 tarihinde 85 öğretmenimizi norm fazlası gerekçesi ile yarıyıl tatilinde "res`en atama" adı altında sürgün etmişti.

Eğitim Sen Çorum Şubesi olarak, Valilik ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile yaptığımız görüşmelerde kendilerine " resen atama altında yapacağınız sürgün kararının yanlış ve anayasaya aykırı" olduğunu belirtmiştik. Öğretmenlerimizin, sınıfları ve öğrencileri olduğu halde bir anda okullarından, ailelerinden, yaşam alanlarından sökülüp atılmalarının bir "hukuksuzluk vesikası" olacağını, res`en atama adı altında yapılacak sürgünleri asla kabul etmeyeceğimizi açıklamıştık.

11 Şubat 2013 tarihinde Eğitim Sen olarak "haksız ve hukuksuz uygulamanın" ortadan kaldırılması için Çorum İdare Mahkemesine üyelerimiz adına dava açmış ve "öğretmenlerimiz kurbanlık koyun değil" demiştik.

Bil

Yanlış Hesap Yargıdan Döndü

Çorum İl Milli Eğitim Müdürlüğü taleplerimizi her defasında görmezden gelerek kendi bildiğini uygulama yoluna başvurmuştu. Norm fazlası olarak belirlenen öğretmenlerimizin özür durumları dikkate alınmadan yapılan res`en atamalarına ilişkin açmış olduğumuz davalar sonuçlanmış ve Çorum İdare Mahkemesi, İl Milli Eğitim Müdürlüğüne hukukun üstünlüğünü tekrar hatırlatmıştır.

Milli Eğitim Müdürlüğüne Hukuk Dersi Verildi!

Mahkeme karar metninde " Anayasanın 20/1. Maddesinde "Herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir." hükmüne 41. maddesinde; "Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar." Hükmüne, 90. Maddesinin son fıkrasında ise; "usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletler arası anlaşmalar kanun hükmündedir." Hükmüne yer verilmiştir.

Bunun yanında Türkiye tarafından 18.05.1954 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi imzalanmış, bu tarihten itibaren adı geçen sözleşme iç hukukumuzun bir parçası halini almıştır. Anılan Sözleşmenin 8. maddesinde de; 1- Herkes özel hayatına, aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. 2- Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, ancak ulusal güvenlik, kamu ehliyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın ve ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabilir" hükmüne yer verilmiştir.

Diğer yandan, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 72. Maddesinde " Yeniden veya yer değiştirme suretiyle yapılacak atamalarda; aile birimini muhafaza etmek bakımından

kurumlar arasında gerekli koordinasyon sağlanarak memur olan diğer eşinde isteği halinde ataması, atamaya tabi tutulan memurun atandığı yere 74 ve 76`ncı maddelerde belirtilen

esaslar çerçevesinde yapılır" hükümlerine vurgu yapılıp Milli Eğitim Bakanlığı Atama ve Yer değiştirme Yönetmeliğinin 41. Maddesine göre yapılacak atamalarda özür durumları ve tercihlerin de dikkate alınması gerektiği ifade edilmiş olup dava konusu işlemlerin yürütmesini durdurmuştur.

Res`en Atama Sistemi Artık Çökmüştür!

Çorum Milli Eğitim Müdürlüğünün öğretmenlerin aile bütünlüğü, huzur ve mutluluğunu bozacak her türlü işlemin hukuksuz olduğu Çorum İdare Mahkemesi tarafından ispat edilmiştir. Bu anlamda Çorum Milli Eğitim Müdürlüğü`nün hukuksuz ve haksız şekilde yapmış olduğu tüm res`en atamaları geri çekmek durumundadır. Çünkü Res`en atama sistemi mahkeme kararları ile çökertilerek işlemez hale gelmiştir.

Eğitim Sen olarak; haksızlık ve hukuksuzluğun her zaman karşısında, üyelerimizin yanında olacağımız bilinmelidir. Çünkü biz, "bir ülkenin en büyük hazinesinin adalet olduğuna" inanıyoruz. 02.04.2013

Mehmet ÖZTÜRK

Eğitim Sen Çorum Şube Yürütme Kurulu ad.

Başkan

Örnek karar görmek için tıklayınız 1.

tıklayınız 2.

tıklayınız 3.

Emeği yok sayılanlar, daha çok çalışıp daha az kazananlar, namus bahanesiyle katledilenler, fabrikalarda diri diri yakılanlar, üç kuruş için kamyon kasalarında tarlalara taşınanlar, tecavüze, tacize uğrayıp, susmaya mahkûm edilenler, dili, kimliği ve siyasi iradesi yok sayılanlar, Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Çerkez kadınlar, MERHABA!

1857’de New York’lu kadınların yaktığı meşaleyi kıtadan kıtaya, ülkeden ülkeye, fabrikadan fabrikaya taşıyarak büyüttüğümüz özgürlük çığlığımızla, “Geceler de bizim sokaklar da” şiarımızla bir 8 Mart gecesinde daha bir aradayız.

Bugün hala töre ve namus cinayetlerine kurban gidiyor, intihara zorlanıyor, tacize uğruyor, ayrımcılıkla yüz yüze geliyoruz.  Bu yıl da tecavüze uğramak, beyaz pantolon giymek, kapıyı geç açmak katledilme nedenlerimiz oldu. Devletin yargısı, yine ölümü hak ettiğimize karar verdi, haksız tahrik indirimlerini kolayca uyguladı.

Kadına yönelik cinsel taciz ve tecavüz olayları son 5 yılda yüzde 30 arttı. Tecavüzcüler kolluk, devlet, yargı mekanizmaları ile korunmaya devam etti. Adli Tıp işkencesi bu yıl da artarak sürdü.

Bu yıl da Başbakan ve hükümetin eli ile bedenimiz üzerinde egemenlik kurma çalışmaları devam etti. Kürtaj ve sezaryen tartışmaları neticesinde ölümler yaşandı AKP iktidarı "güçlü aile"yi "aile arabuluculuğu" denilen bir uygulamayla garanti altına almaya çalışırken boşanmak isteyen kadına kocası, ailesi, sosyal çevresi tarafından yapılan toplumsal baskıyı bu kez devlet eliyle kurumsallaştırarak yapmaya başladı. Yeter ki biz hapishaneleşen evlerimizde kalalım, yeter ki kuluçkalarımızın üzerinden hiç ayrılmayalım, sürekli sağlıklı, gürbüz yeni çocuklar verelim ki, onlar bir an önce işçi sınıfının üyesi olsunlar yaşamlarının bir döneminde ya da tam zamanlı asker olsunlar.

40 yıla yakın süredir yürütülen kirli savaşın sonuçlarından en çok biz kadınlar etkilendik. Barış talebiyle sokağa çıkan kadın ve çocuklar kurşunlandı, işkenceye maruz kaldı, tutuklandı. Özel görevli mahkemeler Başbakandan aldıkları talimatlarla özel görevlerini yerine getirmeye devam ettiler. KCK operasyonu kapsamında BDP yöneticilerinin, yazarların, aydınların, profesörlerin, avukatların, belediye başkanlarının ve sendikacıların da içinde olduğu binlerce kişi tutuklandı. Artık yeter diyoruz. Müzakere sürecinin şeffaf bir biçimde yürütülmesini, operasyonların durdurulmasını, basın, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm engellerin kaldırılmasını, tüm KCK tutukluları ve siyasi tutukluların serbest bırakılmasını, özel yetkili mahkemeler ve Terörle Mücadele Yasası’nın kaldırılmasını istiyoruz.

AKP Hükümeti cinsiyetçi istihdam politikalarıyla biz kadınlara esnek ve kuralsız çalışmayı, yoksulluk ve kölelik koşullarını dayatıyor. Kadınların ev içindeki emeğini yok sayan ve kadını değil aileyi merkezine alan sosyal güvenlik politikalarına karşı mücadeleye devam ediyoruz.

Biz kadınlar bugüne kadar mahrum edildiğimiz her şeyi istiyoruz!

ü  Kadın katliamlarına, kadın cinayetlerinde tahrik indirimi uygulamasına son!

ü  Tacize, tecavüze, mobinge, mağdurların yargı eliyle defalarca mağdur edilmesine, Adli Tıp işkencesine son!

ü  Her ile kadın kurumlarının kontrolünde kadın dayanışma evleri

ü  Kadın bedeni üzerindeki tüm söz ve karar hakkı kadınlara, siyasi iktidar elini bendimizden çek

ü  Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı değil KADIN VE EŞİTLİK BAKANLIĞI

ü  Mutsuzsak, idare etmiyoruz; yeniden denemiyoruz. "Aile ombudsmanlığı" adı altında boşanmak isteyen kadına devlet eliyle uygulanan baskıya SON !    

ü  Güvenliğimiz için iyi aydınlatılmış sokaklar

ü  Merkezi çamaşırhane, yemekhane ve bakım evleriyle ev içi emeğin toplumsallaştırılması!

ü  İsteyen her kadına iş, işyerlerine kreş

ü  Bölgede, ülkede, dünyada SAVAŞA HAYIR

ü  Operasyonlar durdurulsun, Kürt sorununda barışçıl, demokratik, eşit haklar temelinde çözüm sağlansın.

ü  Siyasi nedenlerle tutuklanan kadınlara ÖZGÜRLÜK!

ü  Gözaltında ve cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine son!

ü  Sendikalaşma ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki her türlü yasal ve fiili engeller kaldırılsın

ü  Cinsiyet eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir Anayasa

ü  LGBTT hakları anayasal güvence altına alınsın

ü  Bölge halkların kendi kaderini tayin hakkına saygı

ü  Tüm yabancı üs ve tesisler kapatılsın, tüm füze, rampa ve patriotlar sökülsün

ü  Eğitimde ve kamusal alanda ANADİL hakkı

ü  4+4+4 eğitim sistemi kaldırılsın 

ü  Nitelikli ve parasız sağlık, eğitim, ulaşım, insanca çalışma koşulları barınma hakkı

ü  Kadınlar için erken emeklilik

ü  Eşit işe eşit ve insanca yaşamaya yetecek ücret

ü  8 Mart yasal, ücretli izin sayılsın

ü  Esnek-güvencesiz-kayıt dışı ve taşeron çalıştırılmaya son!

Biz kadınlar bedenimize, emeğimize ve kimliğimize yönelik her türlü ayrımcılığa ve şiddete karşı mücadeleye devam edeceğiz.  Özgürlük tutkumuzla her günü 8 Mart’a çevirmeye kararlıyız. Kapitalizme ve erkek egemenliğine karşı; cinsiyetçiliğin, şiddetin, sömürünün, tacizin, tecavüzün tüm izlerini yeryüzünden silmek için tüm kadınları mücadeleye çağırıyoruz. YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI, YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ!

ADANA KADIN PLATFORMU

Basına ve Kamuoyuna

1857 yılında New York’lu 40 bin dokuma işçisi kadının çalışma saatlerinin azaltılması ve daha iyi çalışma koşulları için eşit işe eşit ücret talebiyle başlattığı mücadele sermaye tarafından 129 kadın katledilerek bastırıldı. İşte bu mücadelenin bir eseri olarak günümüze miras kalan 8 Mart'ı her yıl daha güçlü, daha örgütlü olarak kutluyoruz.

Ülkemizde, 30 yılı aşkın süredir yürütülen kirli savaştan en çok zarar gören biz kadınlar olduk. Sözde demokrasiden dem vuran AKP hükümeti, yıllardır yürüttüğü politikayla bu kirli savaşta ısrar etmektedir. Özel görevli mahkemeler, özel görevli savcılar ve hakimler, Başbakandan aldıkları talimatlarla özel görevlerini yerine getirmeye devam ediyorlar. Binlerce BDP yöneticisini KCK operasyonu kapsamında gözaltına alan ve tutuklayan hükümet, yazarların, aydınların, profesörlerin, avukatların, belediye başkanlarının ve sendikacıların da içinde olduğu binlerce insanı cezaevine göndermiştir.

AKP Hükümeti askeri faşist dönemlerden ayırt edilemeyecek operasyonlara imza atmaktadır. Başbakan konuştukça, BDP ve demokrasi güçleri hedef gösterildikçe, savcılar ve mahkemeler harekete geçmekte, yeni operasyon, gözaltı ve tutuklamalar birbirini izlemektedir. Nazi Almanyasını, Musolini İtalyasını hatırlatan bir süreç adım adım örülmektedir.

Kapitalist erkek egemen sisteme karşı başka bir dünyayı savunan, sosyalizmi, halkların kardeşliğini isteyen tüm kadınların politika yapma hakları ellerinden alınmaktadır. , Eğitim Sen Kadın sekreteri Sakine Esen  yılmaz BDP milletvekili Selma ırmak, Avukat Betül Vangölü Kozağaçlı  gibi onlarca  kadın hapishanede tutulmaktadır. Siyasetçiler, kadınlar, gençler, gazeteciler, çocuklar; akademisyen, avukat, aydın ve yazarlarla doldurulan hapishaneler yasak ve baskıların, insanlık dışı uygulamaların üssü haline getirilmektedir.

Dışarıda baba evi ve kocaevi onların gücü yetmediğinde içeride devletin terbiye edici cezaevlerinde AKP’nin baskıcı politikalarına muhalefet eden, siyaset yapan tüm kadınlar tek tek sindirilmeye çalışılmaktadır Politik mücadele yürüten kadınlara yönelik saldırıların ardı arkası kesilmiyor. Gazeteci, sosyolog Pınar Selek’e ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası veriliyor. 8 yıldır cezaevinde tutulan Atılım Gazetesi yazı işleri müdürü ve deri işçisi Gülizar Erman’a ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası veriliyor. Bu da yetmezmiş gibi başbakan siyasi kadınları hedef gösteren açıklamalar yaparak gerçekleri tersyüz etmeye kamuoyunu yanıltmaya çalışıyor.

Kadın tutuklu ve hükümlülerin kalmakta olduğu bir çok cezaevinde  mahkumlar kötü zaman zaman insanlık dışı koşullarda yaşamakta , Keyfi görüş yasakları uygulanmakta kadınlar ring araçlarında çok kötü koşullarda mahkemelerine götürülüp getirilmektedir. Üstelik her giriş çıkışta Xray cihazından geçirilen kadınlara, insanlık onuruna yakışmayacak arama biçimleri dayatılmaktadır.

Kadına yönelik şiddetin yüzde 1400 arttığı, günde 5 kadının öldürüldüğü, çalışan kadınların yarısından fazlasının kayıt dışı istihdam edildiği yüzlerce siyasetçi kadının cezaevlerine kapatıldığı bir ülkede ‘demokrasiden’ bahsetmek mümkün değildir, Bu nedenle başka ülkelere demokrasi dersi verileceğine demokrasinin önce ülkede başlatılması,  arkadaşlarımızın serbest bırakılması, barış görüşmelerinin daha şeffaf bir zeminde gerçekleşmesi ve halkaların barış taleplerinin dikkate alınmasını, operasyonların durdurulmasını, basın, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm engeller kaldırılmasını, tüm KCK tutukluları ve siyasi tutukluların serbest bırakılmasını, özel yetkili mahkemeler ve Terörle Mücadele Yasası’nın kaldırılmasını istiyoruz.

Tutuklu bulunan tüm kadın arkadaşlarımızın 8 Mart’ını kutluyoruz. Dünya Kadınlarının Mücadele gününü kutlamak üzere tüm kadınları 8 Mart Cuma günü akşam saat 18.00’de 5 Ocak Meydanında buluşmaya davet ediyoruz. 04.03.2012

ADANA KADIN PLATFORMU

Esra Arslan Kösele

Eğitim Sen Adana Şube Kadın Sekreteri

Adana Kadın Platformu olarak Bu 8 Mart’ta da alanlardayız. Kadına yönelik şiddete, eşitsizliğe, taciz ve tecavüze, heteroseksizme, militarizme karşı seslerimizi birleştirerek alanlarda olacağız.

Bu 8 Mart’ta da dünyanın her yerinde kadınlar, eşitlik, adalet, özgürlük, emek, barış ve dayanışma için seslerini ve isyanlarını birleştiriyorlar.

Biz kadınlar hayatı kadınlardan yana değiştirmek,  örgütlenmek için, tüm dünya kadınlarıyla birlikte 8 Mart haftasında sokaklarda olacağız.

Yoksulluğu, işsizliği, şiddetin her türlüsünü, savaşı, militarizmi en yoğun ve en ağır biçimiyle yaşayan kadınlar olarak sesimizi ve örgütlülüğümüzü büyüteceğiz.

Coğrafyamızda kadına yönelik şiddet,   artarak devam ediyor. Aynı zamanda AKP Hükümeti tarafından her geçen gün şiddeti meşrulaştırma çabaları da artıyor. Başbakandan, Cumhurbaşkanına kadar erkek egemen dil ayrımcı ve cinsiyetçi politikalar üretmeye devam ediyor Ataerkil namus anlayışı kadınların kendi hayatları üzerinde söz söylemesine izin vermiyor. Toplumsal muhalefet güçlerine, sendikalara yönelik gözaltı, tutuklama saldırılarının ardı arkası gelmiyor. Cezaevinde kadınlar tecrit koşullarında yaşamak zorunda bırakılıyor. Kadına yönelik şiddetin en yoğun yaşandığı süreçlerden biri de hiç şüphe yok ki savaşlardır. Ülkemizdeki savaş yüzünden bu durum özelde Kürt kadınları, genelde tüm kadınlar için işkence, tecavüz, göç, yoksulluk anlamına gelmektedir. Yakın bir zamanda Paris’te  üç siyasetçi Kürt kadının katledilmesi savaşın önce kadınları vurduğunu gösteren güncel bir örnektir.

Militarizm, ataerkil sistem, şovenizm, gericilik,  neoliberal politikalar ve kriz süreci biz kadınların gündeminden ne yazık ki düşmüyor. Bu nedenle Adana Kadın Platformu olarak 8 Mart’ta tüm kadınları alanlara, sesini yükseltmeye çağırıyoruz.

MART ETKİNLİK PROGRAMI

8 MART MİTİNGİNE ÇAĞRI AMACI İLE STAND AÇILMASI VE EL İLANI DAĞITIMI

Tarih            : 2 Mart 2013 Cumartesi

Saat             : 15:00

Yer               : İnönü Parkı

CEZAEVLERİNDEKİ KADIN ARKADAŞLARIMIZA KART GÖNDERME EYLEMİ

Tarih  : 4 Mart 2013 Pazartesi

 Saat  : 12:00Toplanma

Yeri: BDP İl Binası Etkinlik Alanı 

Merkez Postane

8 MART GECE EYLEMİ

Tarih  : 8 Mart 2013 Cuma

 Saat  : 18:00Toplanma

Yeri  : 5 Ocak Meydanı Etkinlik Alanı   : Atatürk Parkı

MİTİNG

Tarih   : 10 Mart 2013 Pazar

Saat   : 12:30Toplanma

Yeri   : Mimar Sinan Açıkhava Tiyatrosu Miting Alanı  

 Uğur Mumcu (İstasyon) Meydanı

 

Adana kadın platformu adına

Serpil Arslan

Bugün (14Şubat) Mülkiyeliler Birliğinde 25 Haziran 2012 tarihinde gözaltına alınan-tutuklanan yönetici ve üyelerimiz hakkındaki iddianameye ilişkin değerlendirmeyi ve sendikal duruşumuzu kamuoyu ile paylaşmak amacıyla sendika Genel Başkanlarımızın ve Yürütme Kurulu Üyelerimizin katılımıyla basın toplantısı yapıldı. Basın açıklamasını KESK Genel Başkan’ı Lami ÖZGEN okudu. Basın açıklaması metni aşağıdadır.

 25 Haziran 2012 tarihinde yapılan operasyonla Konfederasyonumuzun Genel Başkan dahil 72 yöneticimiz ve üyemiz hakkındaki iddianame 28 Ocak 2013 tarihinde Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesine verilmiş, iddianame 12 Şubat 2013 günü kabul edilmiştir.

İddianamenin kabul kararıyla birlikte, basın ve yayın organlarında bir dizi haber yayımlandı, olumlu ve olumsuz değerlendirmelerde bulunuldu. Kuşkusuz bütün bunları ‘Basın Özgürlüğü’ kapsamında değerlendiriyoruz. Ancak suçlamanın muhatapları olarak, kamuoyunun doğru biçimde bilgilendirilmesi amacıyla açıklama yapmayı zorunlu bulduk. Açıklamamızda, her bir suçlamaya ayrı ayrı yanıt vermeyeceğiz. Bu konudaki bütün bilgi ve belgeleri, her bir suçlamayla ilgili yanıtları dava süreçlerinde paylaşacağız.

İddianamenin geneline ilişkin olarak;

1. Öncelikle şunu belirtmek isteriz. Yönetici ve üyelerimiz, 25 Haziran 2012 günü gözaltına alındıklarında, güvenlik görevlileri ve iddia makamı arkadaşlarımızı neyle suçladıysa, bugün de aynı suçlamalar yöneltilmiştir. Bunun üzerine hiçbir şey eklenmemiş, iddianamenin bu kadar süre geciktirilmesiyle, arkadaşlarımız 8 ay haksız yere tutuklu bırakılmıştır.

2. İddianamenin, hiçbir hukuk ilkesiyle bağdaştırılamayacak biçimde, büyük bir öfkeyle hazırlandığı ve böylece nesnellikten uzaklaşıldığı anlaşılmaktadır. İddia makamı, “şüphelilerin yargılamalarının tutuklu yapılması, hükümle birlikte tutukluluğun devamına karar verilmesini talep etmiştir. İddianamede, KESK Genel Başkanına yönelik ağır ithamlarda bulunulmuş, tutuksuz yargılanıyor olmasından duyulan rahatsızlık açıkça ve sıklıkla dile getirilmiştir. Bu ithamlar ve esas hakkındaki mütalaa ile talep edilebilecek isteklerin yer alması, öfke dışında, başka biçimde açıklanamaz.

3. İddia makamı bununla da yetinmemiş, bir adım daha ileri giderek, kendisini mahkemenin yerine koymuş ve hüküm kurmuştur. İddia makamının tutukluk konusundaki “… delil durumuna göre bu suçtan mahkumiyetleri kesinlik derecesinde kuvvetle muhtemel olan” biçimindeki değerlendirmesi de başka biçimde açıklanamaz. İddia makamı bu değerlendirmesiyle yargılamayı bitirmiş, yönetici ve üyelerimizi de mahkum etmiştir. Böylece masumiyet karinesi de bir biçimde, yok sayılmıştır.

Soruşturma aşamasında tüm deliler toplanmış olmasına rağmen savcılığın dava açmasıyla birlikte tutuklama talep etmesi ne kadar ağır bir önyargı içerisinde olduğunu göstermektedir. Bu mantık nedeniyle Türkiye’de uzun tutuklama sorun haline gelmiştir. Aynı mantık maalesef devam etmektedir. Tutuklu 28 arkadaşımızın dışındaki 44 arkadaşımızın hepsi görevlerinin başındadır ve hiçbir yere kaçmamıştır. Yönetici ve üyelerimizi kaçma şüphesi varmış gibi suçlayıp tutuklanmalarını istemek, önyargının bir başka örneğidir.

4. İddia makamı, sendika üye ve yöneticilerine yönelik ciddi ve haksız ithamlarda bulunmuştur. Yaşamları boyunca hiçbir şiddet eylemine karışmamış, bırakınız silahı, elma soymak için bile çakı taşımayan arkadaşlarımız, terör eylemcileri olarak yansıtılmıştır. İddianamenin sonuç bölümünde yer alan “Ülkemizde binlerce kez gerçekleşen terör eylemlerinin, kendilerini siyasi düşünce suçlusu gibi göstermeye çalışan kişilerin yardımıyla veya bizzat bu kişilerce işlenmiş olması (G. Antep’te 8 sivilin şehit edildiği bombalı saldırıda KCK üyesi bir Devlet memuru)” biçimindeki değerlendirmenin İçişleri eski Bakanı İdris Naim Şahin’ in “ tualle, resimle ve fırçayla terör yapıldığı” biçimindeki özlü yaklaşımıyla olan benzerliğini kamuoyunun takdirine bırakıyoruz.

5. Bu soruşturmayla sendika binalarımız didik didik aranmış, Ankara’da bulunan, neredeyse her sendika genel merkezi ve şubesine gizli kameralar yerleştirilmiş, konuşmalarımız dinlenmiş, sendikal hak ve özgürlüklerimiz ihlal edilmiştir. Genel Başkanın Genel Sekreter ve MYK üyeleriyle yaptığı telefon görüşmelerinin hangi örgütsel ilişkiye dayandığı sorgulanmaya çalışılmıştır. Buna yönelik değerlendirme ve eleştirilerimizi elbette mahkemede ayrıntılı olarak dile getireceğiz. Şunu belirtmekle yetinelim. Hepimiz, her yerde, gece ve gündüz izleniyoruz.

Dinleme ve izlemelerden çıkarılan tek sonuç, arkadaşlarımızın, kişisel ve grup olarak düşüncelerinin mahkûm edilmek istenmesidir. 1144 sayfadan oluşan iddianamenin neredeyse tamamı, sendikacıların katıldıkları toplantılarda dile getirdikleri iddia edilen konuşmalardan oluşmaktadır. Bunların ne kadarının gerçeği yansıttığını da elbette CD kayıtlarını inceledikten sonra değerlendireceğiz.

Hiç kuşku yok ki, arkadaşlarımızın sendikal bakış açılarına kimse katılmak veya desteklemek zorunda değildir. Bu düşüncelerini kabul etmeyebilir, reddedebilir veya eleştirebilir. Ancak düşünceleri nedeniyle sendikacı arkadaşlarımızın kriminalize edilmesi, 8 ay boyunca tutuklu bırakılması, kamuoyu önünde ve aleni biçimde gerçekleştirilen eylemlerimize katıldıkları halde, yasadışı iş ve eylemler gerçekleştiren kişiler gibi yansıtılmasını adalet ve hakkaniyetle bağdaştıramıyoruz.

6. İddianamede DEMEP adlı sendikal oluşum ile KCK arasında organik bağı gösteren somut hiçbir kanıt olmadığı ve gösterilmediği halde, savcılık kanaati uyarınca böyle bir ilişki varmış gibi davranılmış, arkadaşlarımızın yasa dışı silahlı örgüt üyeliğinden cezalandırılması istenmiştir.

Savcılığın iddianamedeki mantığına göre Kürt siyasal hareketi içerisinde konuşulan çeşitli kelimeleri ve kavramları kullanmak yasa dışı örgüt üyeliği için yeterli kabul edilmiştir. Böylece yönetici ve üyelerimiz düşüncelerini ifade etmeleri nedeniyle yasa dışı örgüt üyeliğinden suçlanmıştır. Kürt sendikacıların Kürt sorununa duyarlı olması, Kürt siyasal hareketinin kullandığı kelime ve kavramları kullanmaları suçlama konusu yapılamaz.

Şayet bu mantık geçerli kabul edilirse, en azından BDP’ ye oy veren 3 milyon seçmenin tamamının yasa dışı silahlı örgüt üyeliğinden yargılanması gerekmektedir. Bu durum başlı başına bir hukuksuzluktur. Bu iddianame mantığıyla, şiddete başvurmayan ve yasal sınırlar içinde mücadele yürütmek isteyen Kürtler nerede olursa olsun mahkûm edilmek istenmektedir.

Bu iddianamede hedef sendikacılar olmuştur. Başka iddianamelerde de Kürt siyasetçiler, avukatlar, gazeteciler, öğrenciler hedef olarak seçilmiştir.

7. İddianamede Kürt emekçilerin KESK ve KESK’e bağlı sendikalarda sendikal faaliyetlerde bulunmaları maksatlıymış gibi gösterilmiş, “yuvalanma” gibi hakaret içeren terimler kullanılmış, yasa dışı örgütle bağlantı kurulmaya çalışılmıştır. Bilindiği gibi Türkiye’de kamu emekçilerinin sendikal örgütlenmesi 1989 yılında başlamış ve KESK öncülüğünde devam etmiştir. Kamu emekçileri sendikal hareketi içerisinde Kürt emekçilerin en başından beri ve kendi kimlikleriyle yer alması bilinen bir gerçektir. KCK isimli yapılanma olmadan 15 yıl önce başlayan sendikal mücadele içerisindeki Kürt emekçilerin yerinin inkâr edilip, her şeyin KCK örgütlenmesi altına alınması sendikal mücadelemizin yok sayılması anlamına gelmektedir. Bu ülkede Kürt emekçileri de emek mücadelesi yürütmektedir. Mücadele içerisinde hak ettikleri sendikal görevleri de üstlenmeleri kadar doğal bir durum olamaz. KESK’in mücadele tarihinde hiç kimse kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğramamış, ötekileştirilmemiştir. Savcılığın bu yaklaşımı ayrımcı ve ötekileştirici bir tutumdur. Kürtlerin emek mücadelesindeki yerlerinin ısrarla görülmek istenmemesi tipik bir ayrımcılık örneğidir.

8. Arkadaşlarımızın; 8 Ekim 2011 tarihinde “Eşit, Özgür, Demokratik bir Ülkede İnsanca Yaşam” başlıklı izinli mitingimize, 13 Şubat 2012 günü gözaltına alınarak tutuklanan kadın yönetici ve üyelerimizi desteklemek amacıyla gerçekleştirilen etkinliklere katılmaları, 4688 sayılı yasada yapılan tadilata karşı aldığımız tutum, kamuoyu tarafından 4+4+4 olarak bilinen eğitim yasasına yönelik yaptığımız eylem ve söylemler, 21 Aralık ve 23 Mayıs tarihinde yüz binlerce kamu emekçisinin katıldığı Grevlere katılmaları yasadışı örgütsel faaliyet olarak nitelendirilmiştir.

Konfederasyonumuz her türden baskı ve sindirme operasyonlarına rağmen bu ülkede insanca bir yaşam ve demokratik bir ülke mücadelesini kararlılıkla sürdürmeye devam edecektir. Kamu emekçilerinin, işçilerin ve tüm ezilenlerin sesi, yüreği ve vicdanı olmayı sürdürecektir. Hiçbir haklı gerekçeye dayanmayan mesnetsiz iddialarla arkadaşlarımızı yargılamaya çalışanlara karşı örgütlü gücümüzle ve dostlarımızın desteğiyle dava süreçlerinde en etkili cevabı vereceğimizden kimsenin hiçbir kuşkusu olmasın.

Yürütme Kurulu

Sendikamız Merkez Kadın Sekreterliği tarafından düzenlenen Kadın Eğitimciler Eğitimi`nin 5. evresi bugün başladı.

5. si düzenlenen Kadın Eğitimciler Eğitimi`nin ilk günü, Merkez Kadın Sekreterimiz Sakine Esen Yılmaz`ın açılış konuşmasıyla başlatıldı. Açılış konuşmasını okumak için tıklayınız.

Dr. Fevziye Sayılan ve sendika uzmanımız Handan Çağlayan`ın moderatörlüğünde seminer değerlendirmeleri, deneyim paylaşımları yapıldı. Üç günlük eğitimin sonucunda, 5 evrelik eğitimin sonucu olarak katılımcı kadın eğitimcilere sertifika verilecek.

 

EĞİTİM SEN
EĞİTİM ve BİLİM EMEKÇİLERİ SENDİKASI
TÜZÜĞÜ

Tüzük İçin Tıklatın

 

Hakkımızda

Eğitim emekçilerinin İkinci Meşrutiyet döneminde Encümen-i Muallimin ile başlayan örgütlenme ve mücadeleleri, 1900‘lerin ilk çeyreğinde anti-emperyalist bir tutumla bağımsızlık mücadelesi doğrultusunda bir hat izlemiştir. Cumhuriyet ideolojisini yaygınlaştırma amacıyla, eğitimin yaygınlaştırılması çabalarının damgasını vurduğu 1930‘lu ve 1940‘lı yıllarda eğitim emekçileri, görece zayıf örgütlenmeleriyle, eğitim hakkının yaşama geçirilmesi ve halka ulaştırılmasında etkili olmuşlardır.

İlk kez 1950‘lerde Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu (TÖDMF) ve Köy Öğretmen Dernekleri ile ulusal ölçekte yaygın bir örgütlenme yaratan eğitim emekçileri, 1965‘te Türkiye Öğretmenler Sendikası‘nı (TÖS) ve Türkiye İlkokul Öğretmenleri Sendikası‘nı (T.İLKSEN) kurarak sendikal form içinde örgütlenmişlerdir. Kendi sınıf kimliklerine ilişkin algılarında köklü bir dönüşüm yaşayan eğitim emekçileri, 1960‘ların sonlarında yükselişe geçen sınıf hareketinin de etkili bir bileşeni durumuna gelmiştir. TÖS‘ün gerçekleştirdiği Devrimci Eğitim Şûrası ile TÖS ile T.İLKSEN‘in Aralık 1969‘da gerçekleştirdiği Genel Öğretmen Boykotu, 12 Mart darbesine giden yolda önemli kilometre taşları olmuştur.

12 Mart 1971 tarihli askeri darbe sonrasında sendikal örgütlenme özgürlüğünden yoksun bırakılan eğitim emekçileri, aynı yıl kurdukları Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) ile bütün 70‘ler boyunca hem sınıf hareketinde, hem de anti-faşist mücadelede ön saflarda yerlerini almışlardır.

12 Eylül 1980 askeri darbesinin TÖB-DER‘i kapatarak yöneticilerini ve pek çok üyesini tutuklamasının yanı sıra öğretmenlere dernek kurma yasağı getirilmiş, böylece eğitim emekçileri örgütsüz bırakılmaya çalışılmıştır. Bu çağdışı yasağa karşı 1986 yılından başlayarak "abece Dergisi" etrafında ve 1988‘den itibaren "Eğitimciler Derneği" (EĞİT-DER) tarafından sürdürülen çalışmalar sonucunda eğitim emekçileri 28 Mayıs 1990‘da Eğitim İşkolu Kamu Görevlileri Sendikası‘nı (EĞİTİM-İŞ) ve 13 Kasım 1990‘da ise Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası‘nı (EĞİT-SEN) kurmuşlardır. Eğitim emekçilerinin meşru haklarını kullanarak örgütledikleri ve diğer kamu emekçilerine de umut veren, yol gösteren sendikaları çeşitli yasal ve fiili engellemelere, baskılara karşın hızla kitleselleşmiş ve on binlerce eğitim emekçisiyle buluşmuştur. EĞİTİM-İŞ ile EĞİT-SEN‘in 23 Ocak 1995‘te birleşerek oluşturdukları sendikamız EĞİTİM SEN, işte bu yüz yıllık eğitim emekçileri hareketinin günümüzdeki temsilcisi ve sürdürücüsüdür.

Sendikamız EĞİTİM SEN‘in Türkiye‘nin her yerinde, 81 ilde 100 şubesi ve 114 binden fazla üyesi bulunmaktadır. Eğitim emekçilerinin ekonomik, sosyal, demokratik ve kültürel haklarını koruma ve geliştirme, özgür-demokratik bir çalışma yaşamının oluşturulması mücadelesi; demokratik ve yaşanılası bir ülke talebiyle birlikte sendikal mücadelemizin ana eksenini oluşturmaktadır. Bu bağlamda EĞİTİM SEN, üyelerinin haklarını ve çıkarlarını koruyup geliştirme doğrultusundaki mücadelesini, bir yandan güvenceli çalışma, nitelikli ve kamusal eğitim talepleri için sürdürülen mücadeleyle, öte yandan da eğitimi sermayenin tahakkümünden kurtarmak amacıyla yürütülen mücadeleyle birlikte, bütünlük içersinde ele almakta ve sürdürmektedir.

Sendikamız EĞİTİM SEN;

  • Kendi iç işleyişinde demokratik merkeziyetçilik esaslarına göre çalışır.
  • Üyelerinin eleştiri ve öneri haklarını kullanmalarını, karar süreçlerine katılmalarını özendirir.
  • Devletten, sermayeden, siyasal parti ve kuruluşlardan örgütsel olarak bağımsızdır.
  • Kadın üyelerinin, çalışma yaşamında ve sendikal etkinliklerde kadın olmaktan kaynaklanan sorunlarına çözümler üretir. Ek haklar elde etmelerinde onlara olanaklar sunmaya çalışır.
  • Demokrasiden yanadır. Ülkemizde demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işlemesinin mücadelesini yürütür. Evrensel düzeyde insanlığın elde ettiği haklara ülkemiz insanlarının da sahip olmasını savunur.
  • Özgürlüklerden yanadır. Toplumsal değişim ve dönüşümün, özgürlükçü bir tutumla olanaklı olduğunu kabul eder.
  • Düşünce ve ifade özgürlüğünün insanların en temel hakkı olduğunu kabul eder ve bunun için mücadele eder.
  • Sömürünün karşısındadır. Emeğin sermayeye karşı yürüttüğü mücadelede, işçi sınıfının ve emekçi halkın yanında yer alır.
  • Barıştan ve kardeşlikten yanadır. Anadolu mozaiğinde farklı kültürlerin, farklı kimliklerin olduğunu kabul eder.

Sendikamız EĞİTİM SEN, kurucu üyesi olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu‘nun (KESK) ve ülkemiz sınıf hareketinin etkili bir bileşeni olarak uluslararası ilişkilerine ve uluslar arası dayanışmaya da özel bir önem vermektedir. Ağırlıkla Avrupa ülkelerindeki eğitim sendikaları ile ilişki içinde olan sendikamız, Asya, Afrika ve Amerika kıtalarından ulusal sendikalarla da ortak çalışmalar ve projeler yürütmektedir. Tüm dünyada 30 milyondan fazla eğitim ve bilim emekçisinin ortak örgütü olan Eğitim Enternasyonali‘nin (EI) Türkiye‘deki tek üyesi olan sendikamız, Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu ülkelerindeki eğitim sendikaları ve örgütleriyle de ortak çalışmalar ve projeler geliştirme perspektifiyle hareket etmektedir.

Hrant Dink katledilişinin 6.yılında demokratik kitle örgütleri, sendikalar ve siyasi partilerin katılımıyla Adana’da anıldı. Katılımcılar adına Güven Boğa’nın okuduğu basın açıklamasında, çözümün halkların mücadele etmesiyle mümkün olacağı vurgulandı.

Açıklama şöyle: "HRANT DİNK, HER GÜN, HER HAKSIZLIKTA, HER BARIŞ VE ÖZGÜRLÜK ÇABASINDA YANI BAŞIMIZA KONAN BİR BARIŞ GÜVERCİNİ OLDU. UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ! Hrant Dink'in katledilişinin 6. yılındayız. Tetikçi yargılandı ancak, cinayet hala aydınlatılmadı, arkasındaki güçler hala açığa çıkarılmadı. Hükümet ve mahkemeler cinayetin arkasındaki güçleri açığa çıkarmamak için direnmeye, gerçekleri karartmak için kırk dereden su getirmeye devam ediyor. Önce “cinayetin arkasında örgüt yok” diyen şimdi, “örgütlü mü değil mi” tartışması sürdüren mahkemeler, gerçeği açığa çıkarmıyor.

Dönemin valisi ve bürokratları, kimi milletvekili olarak kimi başka yüksek mevkilere atanarak terfi edildi. 301. Maddeden Hrant Dink’e ceza veren davanın hâkimlerinden biri tüm haklı tepkilere karşın AKP’nin “Ombudsman”ı olarak atandı. Cinayetten önce kendilerini MİT mensubu olarak tanıtarak, İstanbul Valiliği’nde görüşme yapan ve Hrant’ı tehdit edenler hakkında herhangi bir soruşturma açılmadı. Suç duyuruları, dava başvuruları, cinayetin arkasındaki güçleri gösteren deliller ya yok sayıldı, ya da çarpıtıldı. Kovuşturmanın derinleştirilmesi her yönden engellendi. Adli bir cinayet derekesine indirgendi.

Balyoz, Ergenekon gibi davalarda ne Hrant cinayeti, ne Malatya Zirve katliamı, ne Rahip Santoro cinayeti ne de onca “faili meçhul” cinayet söz konusu edildi. Hrant Dink Cinayeti Aydınlatılıncaya Kadar “Bu Dava Burada Bitmez” Demeye Devam Edeceğiz Bu güne kadar “Bu dava burada bitmez” diyen Türkiye halkları, davayı kararlıca takip etmeye ve karanlık aydınlatılıncaya, Hrant Dink'in katilleri ve arkasındaki organizasyon tüm kollarıyla açığa çıkarılıncaya kadar takipçi olmaya devam edecektir. Hrant Dink, sadece ailesi, dostları ve Ermeniler için değil, insanlık için, barış ve kardeşlik için, özgürlük ve demokrasi için, tüm halklarımız için büyük bir kayıp oldu. O, tüm katliamlara, 1915’in büyük acılarına, sürgünlere, yıkımlara rağmen, halkların eşitliğine ve kardeşliğine inandı. Bir sosyalist olarak demokrasi ve özgürlük mücadelesine hayatını adadı. Her dilden ve her inançtan halklarımız Hrant'ın tutumunun sürdürücüsü olarak, ölümünden sonra, “Hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeni'yiz” diyerek katili ve katilin arkasındaki güçleri, devletin ve Hükümetin tutumunu lanetlediler.

Yüreklerindeki Hrant sevgisini daha da büyüttüler. Hrant Dink, 19 Ocak 2007'den bu yana sadece ölüm yıldönümlerinde on binlerin sevgi seli içinde yaşatılmakla kalmadı, O, her gün, her haksızlıkta, her barış ve özgürlük çabasında yanı başımıza konan bir barış güvercini oldu. Bugün aile albümlerinde, evlerin odalarında, işyerlerinde, caddelerde, sokaklarda, yazılarda, kitaplarda, filmlerde, belgesellerde, müziklerde, ağıtlarda, resimlerde Hrant adı ve fotoğrafları zulme, şiddete ve katliamlara karşı bir mücadele simgesi olarak parlıyor. Ermeni halkıyla dayanışma, Ermenilere uygulana gelen ayrımcılığa ve zulme karşı mücadele ve dayanışma, daha da büyüyor.

O günden bu yana halklarımızın gösterdiği tutum, sadece tetikçinin değil, cinayetin arkasındaki güçlerin de ortaya çıkarılması isteğidir, Ermenilerin ve tüm halkların eşitliği ve özgürlüğü mücadelesidir. Dink Cinayetinin Arkasındaki Tüm Güçler Açığa Çıkarılsın; Yargılanıp, Cezalandırılsın! Dağıtılan her bildiride, yazılan yazıda, en küçük protesto yürüyüşünde, her işçi toplantısında, demokratik parti çalışmalarında “örgüt bulan” örgüt operasyonlarına ara vermeyen AKP Hükümeti ve mahkemeler, aradan 6 yıl geçmesine rağmen Dink davasında bir türlü örgüt bulamadı. Ancak tüm karartma, katliamın arkasındaki güçleri gizleme, bir tetikçi ve birkaç yardım ve yatakçı ile gerçeklerin üstünü örtme çabaları başarılı olamamışsa, bunun tek nedeni halklarımızın mücadelesidir. Bu mücadele sonuna kadar sürecektir. Buradan ilerleyerek, bir devlet organizasyonu olarak adım adım örülen cinayet tertibin açığa çıkarılması mücadelesini kararlıca sürdürmeye devam edeceğiz. Cinayetin arkasındaki tüm devlet organizasyonunun açığa çıkarılması için mücadeleyi daha da yükselteceğiz. Biliyoruz ki tek çözüm halkların mücadelesidir. Yaraları sağaltacak tek el de halklarımızın eli olacaktır. Saygılarımızla.


DİSK, KESK, TMMOB, ADANA TABİP ODASI, ÇHD, TİHV, İHD, PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR DERNEĞİ, ALEVİ KÜLTÜR DERNEKLERİ, TUNCELİLER DERNEĞİ, TUHAY-DER, ANADOLU DER, T.GERÇEĞİ, BDSP, D.HAREKAT, HALKEVLERİ, BDP, EMEP, ESP, TKP, ÖDP, SYK, YSGP, ADANA HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ"