Perşembe, 10 Temmuz 2014

Gezi Parkı eylemlerini bahane eden AKP İktidarı Adana’da gözaltı terörüne devam ediyor. 
21 Haziran’da ev baskınları ile 23 Haziran’da ise direnadana komitesinin çağrısı ile gerçekleştirilecek yürüyüş öncesi olmak üzere toplam 23 arkadaşımız gözaltına alındı. Dün gözaltına alınan ve sözde 6 molotof ile birlikte yakalanan 12 arkadaşımızdan 10’u emniyetin iddialarının asılsız olduğu ortaya çıkınca gece serbest bırakıldılar. Bu sabah da sorgusu biten 5 arkadaşımız serbest bırakıldı. 6 arkadaşımızın ise şu anda savcılıkta, 2 arkadaşımızın emniyette sorgusu devam ediyor.

Önceki gözaltılar ile dün gerçekleştirilecek yürüyüş öncesi yapılan gözaltılar ortamı terörize etmekten başka bir amaca hizmet etmemiştir. direnadana olarak 31 mayıs’dan beri yapılan tüm çağrılara halk yanıt vermiş binlerce insan en haklı taleplerini haykırmak üzere bazen yürüyüşlere katılarak, bazen de Atatürk parkı içerisindeki etkinliklere katılarak AKP iktidarına olan öfkesini haykırmıştır.

Adana’da dün gerçekleştirilen yürüyüş komitenin dışında ve kim oldukları bile belli olmayan bazı şahısların yürüyüşü provoke etmek istemesine rağmen yürüyüş sağlıklı ve barışçıl bir şekilde sonlandırılmıştır. Bu yürüyüş sırasında farklı amaçlar içerisinde olan ve provakatif amaçları olan bazı kişiler kitleden uzaklaştırılmış, yalnızlaştırılmış ve kitlenin barışçıl yürüyüşü amacına uygun olarak bitirmesi sağlanmıştır. Amaçlarına ulaşamayan küçük bir grup ise Atatürk caddesinde ana kitleden koparak yürümek istemiş ve bu yürüyüş sırasında bir polis kolundan bıçakla yaralanmıştır. Basında çıkan haberlere bakanlar, polise yönelik bu saldırının da sorumlusu olarak barışçıl amaçla yürüyenleri görebilirler. Atatürk parkında yürüyüş sonlandırıldıktan sonra gerçekleşen bu olayla yürüyüş komitesinin ve barışçıl yürüyüşe katılanların uzaktan ve yakından bir ilgisi yoktur. Bu tür provakasyonlara ve buna hizmet edenlere dün olduğu gibi bundan sonrada izin vermeyeceğiz.

 Değerli basın;
Taksim Gezi Parkı’nda 31 Mayıs’ta başlayan ve Türkiye’nin pek çok iline yayılan sürecinde yaklaşık 2.5 milyon insanın eylemlere katıldığı ifade ediliyor. Bu eylemlerde yaklaşık 4 bin 900 eylemci “şüpheli” konumunda gözaltına alınmış, 4 bine yakın eylemcinin ise yaralandığı belirlenmiştir.
“İntikam saldırıları durdurulsun, Taksim Gezi Parkı direnişi gözaltıları serbest bırakılsın.!” 
Taksim Gezi Parkı direnişine saldırı halkın biriken öfkesini isyana dönüştürdü. AKP iktidarı Taksim Gezi Parki direnişi karşısında çaresiz kaldı.

Ayrım gözetmeksizin halkın üzerine gaz bombaları, plastik ve kurşun mermiler yağdırdı, kimyasal su sıktı, TOMA’lar, akrep denilen zırhlı araçlar sürdü. Binlerce insan gözaltına alındı, işkenceden geçirildi, işkence seansları sokağa taşındı, yüzlerce insan gaz bombaları ve plastik mermi sıkılması sonucu yaralandı. İçlerinden birçoğu gözünü kaybetti. Polisin hedef gözeterek ateş etmesi sonucu Hatay’da Abdullah Cömert, Ankara’da Ethem Sarısülük kurşun ve gaz bombalarıyla, İstanbul’da Mehmet Ayvalıtaş üzerine araç sürülerek katledildi.
AKP iktidarı direniş içerisinde birçok devrimci kurumu hedef alan yalan ve uydurma haberleri besleme medya üzerinden yaymaya çalıştı. Onlarca SDP’li gözaltına alındı ve 4’ü tutuklandı. İktidarın öylesine gözü dönmüştü ki, taraftar gruplarını, sokakta bulduğu herkesi gözaltına aldı. Çarşı grubundan iki kişi tutuklandı. Direnişin ilk haftasında 4 binden fazla insan gözaltına alındı. Direnişin kısmen geri çekilmesiyle birlikte gözaltı saldırıları için Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla intikam amaçlı gözaltı saldırıları başlatıldı. İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Adana’da, Eskişehir’de evlere yapılan baskınlardan ESP, SGD, SDP, HALKEVLERİ, BDSP, HALK CEPLESİ üyeleri, KESK/HABER – SEN, Eğitim Sen üyeleri, KALDIRAÇ, ODAK ve MÜCADELE BİRLİĞİ okurlarının da aralarında bulunduğu kişiler gözaltına alındı ve bu arkadaşların bir kısmı tutuklandı. 
Değerli basın;
Gezi Parkı direnişi halkın yeniden kendine güvenini sağlamıştır. Adana başta olmak üzere, gezi parkı eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alınan Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Sosyalist Gençlik Derneği, Sosyalist Demokrasi Partisi, Çarşı grubu üyeleri, Halkların Demokratik Kongresi üye ve bileşenleri ve bütün gözaltılar serbest bırakılmalıdır. Saygılarımızla.
SÖZ EYLEM ÖRGÜTLENME HAKKI ENGELLENEMEZ. HER YER TAKSİM HER YER DİRENİŞ.
ADANA’DA 21.06.2013 TARİHİNDE 
EV BASKINLARI SONUCU HALEN GÖZALTINDA OLANLAR
1. Ulaş YILDIZ
2. Memet ÇELİK
3. Orbay GAYRET
4. Zemin DEMİREL
5. Ferhat TÜRETKEN
6. Anıl Küçük RECEP
ADANA’DA 23.06.2013 TARİHİNDE 
YÜRÜYÜŞ ÖNCESİ GÖZALTINA ALINANLAR
1. Mahmut YİĞİT 
2. Serpil ASLAN 
ADANA HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ, KESK, İHD, ÇHD, HALKEVLERİ, direnadana
Kurumlar Adına 
Güven BOĞA

Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu`nun `Silmeye Çalışanlara İnat Toplumsal Mücadeleler Tarihi Taksim’de Yazılmaya Devam Ediyor!` başlıklı açıklama metnidir.

 Bugün 31 Mayıs 2013… Panzeri, copu karşısına alıp da bedenini toprağa, ağaca, suya siper eden öğretmen Metin Lokumcu`nun biber gazıyla katledilmesinden tam 2 yıl sonra, ağacını, toprağını, meydanlarını, parklarını savunanlar yine gaz altında. Faşizan zihniyet bugün de koşulsuz bir teyit istiyor, bulamadığı yerde yakıyor, yıkıyor, öldürmekten, yaralamaktan çekinmiyor.

Taksim bugün adeta emek ve sermayenin çatışma alanına dönüşmüştür. Sermayenin vahşice ve sınırsızca zenginleşme güdüsünü adeta kutsal amaç olarak kabul edip toplumun kolektif belleğine her türlü saygısızlığı yapmaktan, bu belleğin taşıyıcısı olan kamusal alanları bir bir tarihsizleştirmekten çekinmeyen AKP iktidarı büyük bir korku içindedir. Bu korkuyu da en ufak bir karşı çıkışa yönelik sınırsız şiddet kullanımı ile dışa vurmaktadır. AKP`nin kamuoyunda asla demokratik bir biçimde tartıştırmadığı, bilim insanlarının, meslek odalarının görüşlerini yok saydığı, 3. köprü, 3. havaalanı, Taksim`in yayalaştırılması projesi, Emek Sineması`nın yıkılması gibi bir dizi projede, kentsel rantların peşkeş çekilmesi uğruna bugün adeta İstanbul`u yeniden "fethetmeye" çalışmaktadır.

1 Mayıs`ta Taksim`de yaşananları Taksim`deki inşaatı gerekçe göstererek meşrulaştırmaya, bunun için medyanın da sesini olabildiğine kısmaya çalışmış; ancak "sirkatin söylemede" gecikmemiştir. Esas meselenin Taksim`in emekçi sınıflara ve 1 Mayıs`lara tamamen kapatılması olduğunu açığa vurmuştur.

AKP hükümetine sesleniyoruz: Unutmayın ki bugün sermayeye altın tabakta sunmaya çalıştığınız, meydanların, sokakların, mahallelerin tarihini yazanlar, biber gazlarıyla, tazyikli sularla saldırdığınız, canına kastettiğiniz emekçiler ve halktır. Bu mücadele tarihi bugün de yazılmaya devam etmektedir. Doğaya, tarihe, kentlere ve yaşama hunharca saldıran bu faşizan zihniyet karşısında korkusuzca duranların mücadelesini selamlıyor, son nefesini verirken bile bize dersler bırakan Metin öğretmeni saygıyla anıyoruz.

Çocuk işçiliğinin önüne geçmek için atılması gereken ilk adım eğitimin 4+4+4 olması değil,
zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasıdır.



Geçtiğimiz Mart ayında 13 yaşındaki Ahmet Yıldız, iş kazası sonucu yaşamını kaybetmişti. Normalde okulda olması gereken veya oynaması gereken yaşta olan Ahmet Yıldız’ın pres makinesine sıkışarak ölmesi bunun bir iş kazası değil bir cinayet olduğunun da açık göstergesidir. 
İş kazasında hayatını kaybeden 13 yaşındaki Ahmet Yıldız için bilirkişi raporu da hazırlandı. Raporda işverenin hiçbir tedbir almadığı ve yüzde yüz kusurlu olduğu belirtildi.
Plastik fabrikasında enjeksiyon olarak tabir edilen pres makinesine sıkışarak can veren Yıldız’ın ikinci duruşması bugün Adana 6. Asliye Mahkemesinde görülecek. Bilirkişi raporu ise duruşmaya sunuldu. Raporda ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılacak işçilerin, işe alınmadan önce mesleki eğitime tabi tutulmaları zorunluluğuna dikkat çekiliyor. Ayrıca 3308 sayılı kanuna göre diploma, bitirme belgesi, kalfalık, ustalık belgesi, çalışabilir sağlık raporunun olması gerektiği vurgulanıyor.
HİÇBİR ÖNLEM ALINMAMIŞ
Bilirkişi raporunda, zorunlu olmasına rağmen işyerinde, işe başlamadan önce iş güvenliği ve işçi sağlığı eğitiminin de yapılmadığı tespit edildi. Mahkemenin talebi doğrultusunda Yrd. Doç. Dr. Yük. Mak. Müh. Mehmet Zile tarafından hazırlanan bilirkişi raporunda şu tespitler yer aldı:
* Söz konusu işyerinin çalışma ortamı 4857 sayılı İş Kanununa göre uygun değil
* İşveren, Ahmet Yıldız’ı mesleki formasyonu olmadığı halde vasıfsız işçi olarak tehlikeli sınıftaki işte çalıştırdı.
* Tehlikeli işlerde çalışabilir raporu yoktu
* Koruyucu elbise kullandırmadan çalıştırılıyordu
* Çalışana iş güvenliği eğitimi verilmedi ve çalışanların karşı karşıya bulunduğu riskler belirlenmedi ve çalışanlar bu konuda bilgilendirilmedi
* Alınması gereken iş güvenliği tedbirleri alınmadı ve denetlenmedi
* Bu yüzden 4857 sayılı Kanun’un 77 ve 86 maddesi kişisel koruyucuların kullanımı yönetmeliği 5. ve 8. maddesi, tehlike sınıfları tebliği 22 ve 74 maddesi, Ağır işte çalışanların ve ağır işler tebliğinin 5. ve 6. maddesine göre yükümlülüklerini yerine getirmeyen işveren Ali Koç’un yüzde 100 oranında kusurlu olduğu anlaşılmaktadır.
İş güvenliği sıralamasında dünyada 80’inci sırada yer alan ülkemizde verilere göre her gün ortalama 172 iş kazası meydana gelirken, bu kazalarda her gün ortalama 4 işçi hayatını kaybediyor, 6 işçi de iş göremez hale geliyor. İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre 2012 yılında en az 867 işçi hayatını kaybetti. İşçilerin 15’ini 14 yaş ve altı çocuk işçiler oluşturmaktadır.

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 1. maddesine göre 18 yaşının altındaki her birey çocuktur. Topluma göre çocuk ise henüz sosyal veya ekonomik bir sorumluluğu üzerine alacak düzeye gelmemiş, birilerine bağımlı olarak yaşayan bireydir. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisi’nin 9. ilkesine göre; çocuklar her türlü istismar, ihmal ve sömürüye karşı korunmalı ve hiçbir şekilde ticaret konusu olmamalıdır. Çocuk uygun bir asgari yaştan önce çalıştırılmayacak, sağlığını ve eğitimini tehlikeye sokacak fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişmesini engelleyecek bir işe girmeye zorlanmayacak ve izin verilmeyecektir. Tüm bu uluslararası sözleşmelere rağmen kayıt dışı istihdam ve fason üretimin parça başı emek karşılığı uğruna çalıştırılan çocuklar işyerlerinde herhangi bir denetimin yapılmaması, ucuz iş gücü ve emek sömürüsü nedeniyle çocuk işçiler orta ve ağır sanayide dahi kullanılmaktadır. 
1992'de Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (İLO) dünyada çocuk işçiliğinin sona erdirilmesine yönelik dünyada altı ülkede başlattığı programı kabul eden ülkelerden biri de Türkiye'ydi. 1999'da kabul edilen İLO'nun dünyada çocuk işçiliğinin en kötü koşullarının ortadan kaldırılması için acil eylem planı adı altında 182 sayılı sözleşmesine Türkiye'de taraf oldu ve bu çerçevede de Türkiye'de 15 yaşından küçüklerin çalışması yasaklandı.
Tüm bunlara rağmen Türkiye'de en çok çocuk işçi, Diyarbakır, İstanbul, Adana, Mersin ve Antep'te var. Ülkemizde 960 bin civarında olduğunu kabul ettiğimiz çocuk işçilerin 630 bini mevsimlik tarım, küçük ve orta boy sanayi işletmeleri ve sokak işçiliği gibi bu ağır işlerde çalışıyor. Bu koşullarda da çocukların sakatlanma olasılıkları artıyor; çocuklar emek sömürüsüne kurban gidiyor. Neredeyse hepsi sigortasız çalıştırılıyor ve ucuz emek gücü olarak görülüyor. Bu da çocukların sömürü nesnesi olarak algılanmasına neden olurken bir yandan da onların sağlıksız ortamlarda çalışmasını, eğitim almamasını ve ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşmasını beraberinde getiriyor. Çocuklar fiziksel sağlık sorunlarının yanı sıra ruhsal sağlık sorunlarıyla da karşılaşıyorlar. Çocuklar risk grubudur ve yetişkinlere oranla daha kolay hasta olurlar. Daha ucuz emek, daha az beslenmeyi beraberinde getirir.

Çocuk işçiliğinin önüne geçmek için atılması gereken ilk adım eğitimin 4+4+4 olması değil zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasıdır. Bu durumda bir çocuk 18 yaşına gelene kadar zaten okula gideceği için otomatik olarak çalışan çocuk sayısı azalacaktır. Bu aşamada çocukları 4 ve 8. sınıf arasında meslek liselerine yönlendirecek bilimsel çalışmalar yapıldıktan sonra hangi çocukların hangi mesleklerde daha yetenekli olabileceği tespit edilebilir ve böylece çocuklar meslek sahibi yapılabilir. 
Bu olan bitenler AKP’nin yasalarla açtığı yolda daha rahat ilerleyen, her türlü önlem ve denetleme yapılmayan vahşi kapitalizm ve sermayenin kar hırsının bir sonucudur. Bu ölümler tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çocuk işçiliğinin doğal sonucudur. Ancak bu ölümler asla kaza veya kader değil, sermaye ve AKP’nin örgütlü bir biçimde işlediği cinayetlerdir. Saygılarımızla.

TÜRK-İŞ ADANA 4. BÖLGE, DİSK ADANA BÖLGE, KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU, ADANA-OSMANİYE TABİP ODASI, TMMOB ADANA İKK, ADANA HDK, İHD

BASINA VE KAMUOYUNA

Biz kadınlar, son otuz yıldır süren savaş ve çatışma ortamı ile devlet militarizmi ve şiddetinden en çok kadınların yara aldığını hep dile getirdik. Savaşın ve çatışma ortamının bitmesi, militarizm ve şiddetin ortadan kalkması için kadınlar olarak evlerde, işyerlerimizde, sokaklarda, örgütlerde, partilerde ve derneklerde büyük bir barış mücadelesi verdik. Bu büyük barış mücadelesi bugün yeni bir evreye girdi. Türkiye bir süredir yeni bir müzakere sürecine tanıklık ediyor. Ancak barış mücadelesinin içinde yer alan gruplar ve egemenler kadınların müzakere sürecinde politik bir özne olarak yıllardır biriktirdikleri deneyimleri göz ardı ediyorlar. Bu nedenle biz kadınlar müzakere sürecine müdahil olmanın yollarını aramak amacıyla bir araya geldik.

30 yıllık çatışmalar ve savaş toplumun her kesimini ağır bir şekilde etkiledi ama en çok biz kadınları etkiledi. Zorunlu göç sonucu köylerimizden, kentlerimizden koparılarak büyük kentlerin varoşlarında yoksulluk içinde yaşamaya mahkum edildik. Çukurova güneşinin altında sabahın kör karanlığından geç saatlerine kadar tarlalarda, bahçelerde, hiçbir güvencemiz olmadan, çok düşük ücretlerle çalıştırıldık. Tekstil atölyelerinde, tezgahlarda sömürüldük. Şiddeti en çıplak haliyle yaşadık, tacizin ve tecavüzün mağduru olduk. Çocuklarımızı, eşlerimizi, çatışmalarda faili meçhullerde yitirdik. Tüm bunlara rağmen 30 yıldır barış mücadelesinde aktif bir şekilde yer aldık.

Biz kadınlar barışın demokratik ve katılımcı inşası sürecinin için de en temel aktörlerden biri olmalıyız. Dünyada yaşanmış olan ve kimi zaman yap-boz tahtasına dönen barış görüşmeleri şu gerçeği göstermiştir.

Barış müzakerelerine kadınlar katılmazsa;

  • Barış toplumsallaşmaz.
  • Barış sürdürülebilir olamaz.
  • Barış yerelleşemez.
  • Savaş sırasında uğranmış kayıplar dikkate alınmaz ve telafi edilemez.
  • Barış süreci şeffaf olamaz.
  • Barış cinsiyete duyarlı olamaz.
  • Toplumda eşitlik ve demokratikleşme sağlanamaz.
  • Kadınlar yeniden eve dönmeye zorlanır.
  • Barış zamanında militarizm kadınlara şiddete, baskıya dönüşür.
  • Savaşın ne denli cinsiyetçi olduğu unutuluverir ve barış da cinsiyetçi olur.
  • Barış dili gündelik hayatın parçası olmaz.

Biz kadınlar; uzun yıllardan beri etnik, dini ve sınıfsal farklarımızla beraber barış mücadelesi verdik. Savaş ve etkileri üzerine, savaşın sebepleri ve militarizmin tezahürleri üzerine düşündük, konuştuk. Dünyanın başka yerlerindeki diğer kadınlar gibi barışmak ve barışı sürdürebilmek üzerine deneyim ve birikim sağladık. Bundan böyle ise resmi taraf, gözlemci, arabulucu, danışman, yorumcu, tanık, vb rolleri üstlenerek barış müzakerelerine müdahil olmak için toplanacak ve örgütleneceğiz. Çünkü biliyoruz ki savaştan aldığımız yaraların yanı sıra yıllardır bu topraklarda barış için biriktirdiğimiz deneyimlerimiz var. Bu nedenle barışın egemenlerin elinde harcanmayacak kadar değerli ve anlamlı bir yol mücadelesi olduğunu biliyoruz ve bu süreçte tüm tarafları duyarlı ve sorumluluk sahibi olmaya çağırıyoruz. 

SAVAŞA KARŞI SÖZ BARIŞIN OLSUN!

BARIŞ İÇİN ISRAR EDİYORUZ!

EM Jİ BO AŞTİYE Bİ ISRAR İN

YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI!

BİJİ YEKİTİYA JİYAN

ADANA BARIŞ İÇİN KADIN GİRİŞİMİ

Kamuoyu tarafından 4+4+4 olarak bilinen 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından verilen red cevabının gerekçesini görmek içintıklayınız.

Kamu Personeli Danışma Kurulu‘nun 28 Mart 2013 tarihinde gerçekleştirdiği toplantıda ele alınan konuların değerlendirilmesine ilişkin 12 Nisan 2013 günü yapacağı ikinci toplantı öncesinde, Konfederasyonumuz KESK Merkez Yürütme Kurulu bir basın toplantısı düzenleyerek, AKP iktidarının 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu`nda yapmayı planladığı değişikliklere dair genel yaklaşımlarımızı kamuoyuyla paylaştı.

Basın açıklaması metni aşağıdadır:

Bildiğiniz gibi bugün saat 14.00`de Çalışma Bakanlığı`nda, Konfederasyonların ve yetkili sendikaların temsilcilerinin katılımı ile bir toplantı gerçekleştirilecek. Bugünkü toplantıda, eğer gündem yine son anda değişmezse!, 28 Mart`ta yapılan Kamu Personeli Danışma Kurulu toplantısında ele alınan konular değerlendirilecek. KESK olarak biz de toplantıya katılacak ve görüşlerimizi ayrıntılı olarak ifade edeceğiz. Ancak genel yaklaşımlarımızı ana hatlarıyla da olsa önce sizlerin aracılığı ile kamuoyu ile paylaşmanın daha doğru olacağı düşüncesinden hareketle bu basın toplantısını gerçekleştirmeye karar verdik. Öncelikle davetimize icap ederek toplantımıza katıldığınız için hepinize teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Sadece 2,5 milyon kamu emekçisini ve ailelerini değil kamu hizmetinden yararlanan milyonlarca yurttaşı da doğrudan ilgilendiren temel konular masaya yatırılmaktadır. Kamu hizmetleri bir hak olmaktan çıkarılmakta, özelleştirilmekte ve siyasallaştırılmaktadır. Kamu emekçilerinin iş güvencesi yok edilmeye çalışılmakta; performansa dayalı ücretlendirme gibi uygulamalarla sömürüye daha açık alanlar yaratılmak istenmektedir.

Kamu hizmetlerinin bir hak olmaktan çıkarılıp paraya endekslendiği, eğitim ve sağlık hizmetleri başta olmak üzere tüm kamu hizmetlerinin ticarileştirildiği, son olarak elimizde avucumuzda kalan yüz küsur yıllık çınarların; PTT ve Demiryollarının bile özel sektöre peşkeş çekilmek istendiği bir sürecin içinden geçiyoruz.

10 yıllık iktidarı boyunca adım adım sermayenin lehine, emekçilerin aleyhine düzenlemeleri yapan, çalışma yaşamını güvencesizleştirerek tüm emekçilere 19.yy`ın kölelik koşullarını dayatan, sosyal devleti tasfiye ederek kamu hizmetlerini ticarileştiren AKP iktidarı, kamuda kadrolu istihdam azaltarak sözleşmeli, geçici, taşeron çalıştırma statülerinin katlayan, şimdide kamu emekçilerinin en temel kazanımları olan iş güvencesini ortadan kaldırmaya yönelik adımlar atmaya çalışmaktadır.

Büyüme rakamları ile övünen hükümetlerin bize yoksulluk sınırına uzak, açlık sınırına yakın maaşı fazla gördüğünü yaşayarak öğrendik. Ek ödemlerimizi maaşımıza yansıtmayarak emekliliğimizde bizi sefalete sürükleyenlerin kendilerine kıyak emeklilik zamları getiren düzenlemeleri apar topar yasalaştırdığına tanık olduk. Velhasıl kelam yaşadıklarımızdan bir değil çok şey öğrendik.

Hükümet üyelerince aylardır yapılan açıklamalarla kamuoyu gündemine taşınmaya çalışılan tartışmanın bizce esası budur. Yandaş medyası aracılığıyla kamu emekçileriyle dalga geçer gibi "memura müjde" manşetleriyle duyurulması planın ne kadar sinsice olduğunun açık bir göstergesidir.

Antidemokratik, piyasacı ve kamu emekçilerinin iş güvencesinin zaten sınırlı düzeye indirildiği kamu personel rejiminin bir bütün olarak yenilenmesi elbette ihtiyaçtır. Ancak, önemli olan kamu personel rejiminin ve buna bağlı olarak 657 sayılı DMK`nın kimin çıkarlarına uygun biçimde düzenleyeceğine yönelik tercihtir. Yukarıda tamamında ifade ettiğimiz gibi tüm siyasal tercihlerini sermayeden ve egemenlerden yana kullanan AKP iktidarından emekçiler ve halk lehine bir kamu personel rejimi değişikliği yapmasını beklemiyoruz.

Başta, ILO sözleşmeleri olmak üzere uluslararası sözleşmelerin açıkça ihlal edildiği, grev hakkının yasal teminat altına alınmadığı bir ülkenin kamu emekçileri sendikal hareketinin öncüsü olarak, iş güvencemizi tehdit eden hiçbir gelişme karşısında sessiz kalmayacağımızı defalarca ifade ettik.

Bugün yapılacak olan toplantıya da,

1- İş güvencemiz ve performansa dayalı ücretlendirme başta olmak üzere kamu emekçilerinin temel kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelik hiçbir girişimin içinde olmayacağımızı

2- Personel dağılımdaki dengesizliğin, rotasyonla değil- başta sağlıkta 100 binden ve eğitimde 200 binden fazla olan personel açığının giderilmesi ve özendirme yoluyla giderilebileceğini ifade etmeye gideceğiz.

Buradan sizlerin aracılığıyla hükümeti bir kez daha uyarıyoruz;

Bu konuda en küçük bir ısrar gördüğümüzde, KESK olarak üretimden gelen gücümüzü greve çıkarak kullanacağımızdan, her türlü eylem ve etkinliklerle mücadeleyi yükselteceğimizden hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Aralarında Genel Sekreterimiz Mehmet Bozgeyik ve Merkez Kadın Sekreterimiz Sakine Esen Yılmaz`ın da bulunduğu 22`si tutuklu, aralarında Konfederasyonumuz KESK Genel Başkanı Lami Özgen`in de bulunduğu 50`si tutuksuz toplam 72 KESK`li yönetici ve üyemizin yargılandığı davanın Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi`nde görülen ilk duruşması dün akşam saatlerinde sona erdi. Yaklaşık 10 aydır tutuklu bulunan 22 yönetici ve üyemizin tahliyesine karar veren mahkeme heyeti bir sonraki duruşmanın tarihini 8 Temmuz 2013 olarak açıkladı.

Diğer taraftan Adana‘da, aralarında KESK Genel Meclis Üyesi Sinan Muşlu‘nunun da yer aldığı 4‘ü tutuklu, 1‘i tutuksuz 5 yönetici ve üyemizin yargılandığı davanın duruşması 15 Nisan 2013 Pazartesi gününe ertelendi.

Eğitim Sen olarak, özgürlüğüne kavuşan arkadaşlarımıza ve başta aileleri olmak üzere tüm yakınlarına geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor, tutuklu tüm yönetici ve üyelerimiz serbest bırakılıncaya kadar mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğimizin altını bir kez daha çiziyoruz.

Hatırlanacağı üzere konfederasyonumuza yönelik operasyonlar kapsamında 25 Haziran 2012 tarihinde gerçekleştirilen operasyon sonucunda toplam 28 yönetici ve üyemiz tutuklanmıştı. 12 Şubat 2013 tarihinde açıklanan iddianameye itirazımız sonucu 15 Şubat 2013 tarihinde 6 yönetici ve üyemiz serbest bırakılmıştı. 22`si tutuklu 50`si tutuksuz toplam 72 KESK`linin ilk duruşmasının 10 Nisan 2013 Çarşamba günü yapılmasına karar verilmişti.

Dün Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi`nde görülen davanın ilk duruşması öncesi yurdun dört bir tarafından Ankara`ya gelen KESK üyeleri, uluslararası konfederasyon-federasyon, siyasi parti, emek ve meslek örgütü temsilcileri Ankara Adliyesi önünde buluştu. Adliye önünde KESK Yürütme Kurulu adına yapılan basın açıklamasını okuyan KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul, "Bir taraftan ‘ileri demokrasi` nutukları atılırken diğer taraftan ülkemizin hızla tek adam diktasına doğru sürüklenmek istendiği çok hassas bir dönemden geçiyoruz. Sırtını 12 Eylül faşist askeri darbe anayasasına yaslayan AKP iktidarı, her geçen gün daha da otoriteleşen faşizan düzenine muhalefet eden herkesi ‘potansiyel terör suçlusu` olarak görüyor" diyerek bu çerçevede KESK`i bertaraf etmeyi hedefleyen operasyonlara hız verildiğini ifade etti. KESK yönetici ve üyelerinin Özel Yetkili- Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılandığına dikkat çeken Tombul, "Çünkü Türkiye`de, kamu emekçileri sendikal hareketinin yapı taşı, fiili meşru mücadelenin açık adresi KESK`in üyesi olmak ağır bir suç olarak görülmektedir. Hukuktan tamamen yoksun olarak düzenlenen iddianamenin sahiplerine göre emeğin haklarının gasp edilmesine karşı sessiz kalmamanız ve üstelik bir de KESK üyesi olmanız "suçlu" ilan edilmenize, "terörist" damgası yemenize fazlasıyla yetmektedir" diye konuştu.

Tombul, yönetici ve üyelerimizin gözaltına alındığı, tutuklandığı operasyonların artmasının kaynağında kamu alanının tasfiye etmek isteyenlere karşı yıllardır sürdürdüğümüz mücadelenin olduğunu vurgulayarak "Kamu hizmetlerini piyasanın insafına terk ederek sadece kamu emekçilerini değil kamu hizmetlerinden yararlanan milyonlarca yurttaşın da haklarını gasp etmek isteyenler, amaçlarının önündeki en büyük engel olarak KESK`i görmektedir. Bunun içinde yönetici ve üyelerimiz nezdinde emek ve demokrasi mücadelemizi hedef alıyorlar. Gerisi laf-ı güzaftır" dedi.

KESK`i bertaraf etmenin aslında emek ve demokrasi mücadelesi veren yürüten milyonları bertaraf etmek demek olduğunu kaydeden Tombul, "Bu nedenle bugün sadece Türkiye`de değil tüm dünyada adaletten, hukuktan yana olanların gözü, kulağı bu duruşmada olacak. Çünkü bu dava ne sadece 10 ay sonra ilk duruşmalarına çıkacak olan arkadaşlarımızın ne de KESK`in davasıdır. Bu dava emekten, demokrasiden, barıştan yana olanların davasıdır. Ve emeğin, demokrasinin değerleri için mücadele edenler birkaç duruşma kaybetse bile son celsede yenildiklerini, teslim alındıklarını tarih yazmamıştır" diye konuştu.

Konuşmasının sonunda tutuklu KESK`lilere seslenen Tobul,, "Bilin ki, KESK`in onurlu mücadelesi tüm baskılara rağmen sürüyor. Bilin ki, KESK, Faşizme karşı demokrasi, Emperyalizme karşı bağımsızlık, Savaşa karşı barış, Baskılara karşı özgürlük, Irkçılığa ve şovenizme karşı emeğin birliği ve halkların kardeşliği mücadelesini sürdürüyor. Sürdürecek" dedi.

KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul`un ardından, söz alan uluslararası konfederasyon ve sendika temsilcileri; ITUC İnsan hakları Departmanından Frank Williams, Almanya Eğitim Sendikası (GEW) Genel Başkanı Ulrich Thön, Danimarka Öğretmenler Sendikası (DLF) temsilcisi Dorte Lange, Almanya İşçi Sendikası (Ver.Di) temsilcisi Rolf Wiegand, Uluslar arası Kamu Hizmetleri Konfederasyonu (PSI) temsilcisi Jasper Goss, Fransa Öğretmenler Sendikası (SNES) temsilcisi Roger Ferrari, İngiltere Öğretmenler Sendikası (NASUWT) temsilcisi Abdullah Muhsin, Yunanistan Ortaöğretim Çalışanları Federasyonu (OLME) temsilcisi Michail Vasileiadis, Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS) temsilcisi Güven Varoğlu, Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS) temsilcisi Vedat Tek, Yunanistan İlkokul Öğretmenleri Sendikası (DOE) temsilcisi John Canagnostaras, Fransa Sendika Birliği Dayanışması Sağlık Tehlikede Kollektifi (SUD – Solidaries) temsilcileri Vladimir Nietdu ve Tufan Akis, Tunus Genel İşçi Sendikaları (UGTT) temsilcisi Samir Bouraouı KESK`e yönelik baskıları kınayarak dayanışma mesajlarını iletiler.

Konuşmalardan sonra Adliye önünde toplananlar "Zafer Direnen Emekçinin Olacak – Direne Direne Kazanacağız – Baskılar Bizi Yıldıramaz" sloganları ile yargılanan arkadaşlarına desteklerini sürdürdü.

Akşam saat 20.30 civarında açıklanan mahkeme kararını coşkuyla karşılayan KESK`liler tahliye edilenleri cezaevi önünde karşılamak için Sincan F Tipi Cezaevi`ne hareket etti.

Sağlıkta Dönüşüm Programı” ve “Kamu Hastane Birlikleri “uygulamaları ile iş yükleri katlanan, hemen her gün şiddete maruz kalan sağlık çalışanları 17 Nisan 2013 Çarşamba günü tüm yurtta grev yapacak.

Önceki gün Dokuz Eylül Üniversitesi hastanesi önünde bir araya gelen sağlık çalışanları yaptıkları basın açıklaması ile 17 Nisan 2012’de Gaziantep’te bir hasta yakınının saldırısı sonucu hayatını kaybeden Dr. Ersin Arslan’ın ölüm yıl dönümünde “Böyle Sağlık Sistemi Olmaz/Sağlıkta Şiddet Sona ERSİN! “ temasıyla tüm yurtta bir günlük grev yapacaklarını ilan ettiler.

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Türk Tabipleri Birliği (TTB), Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası (DEV SAĞLIK İŞ), Türk Diş hekimleri Birliği (TDB), Türk Hemşireler Derneği (THD), Türk Ebeler Derneği, Tüm Radyoloji Teknisyenleri/Teknikerleri Derneği(TÜM RAD DER), Türk Medikal Radyoteknoloji Teknisyenleri Derneği (TMRT DER), Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği (SHUD), Türk Psikologlar Derneği, Sağlık Çalışanlarının Sözü Sendikası (SÖZSEN) ve Sağlık Hizmetleri Sınıfı Çalışanları Derneği üyesi sağlık çalışanları adına yapılan ortak basın açıklamasını okuyan SES İzmir Şube Başkanı Dr. Veli Atanur, “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ve “Kamu Hastane Birlikleri “uygulamalarının sağlık emekçilerini gittikçe artan bir iş yükü ve angarya ile karşı karşıya bıraktığını vurguladı.

Sağlık çalışanlarının artan iş yüküne rağmen ödeme güvencesini tamamen yitirmiş performans uygulamasına tabi tutulduğunu ifade eden Atanur, Birlik Hastaneleri arasında dama taşı gibi dolaştırılan sağlık çalışanlarının işyeri güvencesinin tamamen ortadan kaldırıldığına dikkat çekti. Sağlık çalışanlarının 7/24 esnek, kuralsız ve baskı altında çalıştırılmaları yetmiyormuş gibi gittikçe artan şiddetin hedefi haline getirildiğini ifade eden Atanur, “sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti kışkırtan uygulamalar; sağlık hizmetine ulaşmak için her kademede ödenen katkı-katılım payı ve ilave ücretler giderek artıyor. Sağlık çalışanlarını itibarsızlaştırma ve şiddeti kışkırtan üslup değişmedi. Şiddeti engellemek adına hiçbir adım atılmıyor” diye konuştu.

Atanur, sağlık çalışanlarına yönelik artan şiddetin sağlık hizmeti verilmesini kesintiye uğrattığını ve tüm sağlık çalışanlarının gelecek ile ilgili beklentilerini azaltarak, çalışma isteğini yok ettiğini kaydederek “Sağlıkta artan şiddeti araştırmak ve önlemek için kurulan TBMM Sağlıkta Şiddeti Araştırma Komisyonu henüz raporunu bile açıklayamamış durumda olup bu gelişmelere seyirci kalmaktadır” dedi.

Sağlık alanındaki emek ve meslek örgütleri 14 Mart’ta taleplerini Sağlık Bakanlığı’na iletmiş ancak bu konuda da herhangi bir gelişme sağlanamadığını ifade eden Atanur, “ 17 Nisan 2013 Çarşamba günü Türkiye’nin her köşesinde, her hastane ve sağlık biriminde tüm sağlık çalışanları artan şiddeti ve alınmayan önlemleri protesto etmek üzere seslerini yükseltecek. Şiddete neden olan Sağlıkta Dönüşüm Programı’na karşı mücadele kararlılığını gösterecek. Dr. Ersin Arslan’n ölümü ve artan sağlıkta şiddet ile ilgili anma ve toplantılar yaparak hizmet veremeyecektir” diye konuştu.

Atanur, sağlık çalışanlarının mücadelesinin 17 Nisan grevi ile sınırlı kalmayacağını vurguladığı konuşmasını “Taleplerimizle ilgili mücadele daha kararlı ve daha etkin biçimde, 17 Nisan 2013 sonrasında da sürdürülecektir. 17 Nisan 2013 günü, başta sağlık çalışanları olmak üzere, tüm çalışanları ve halkımızı yanımızda olmaya çağırıyoruz” diyerek tamamladı.

Basın açıklaması eyleminde konuşan SES Genel Başkanı Dr. Çetin Erdolu, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin kaynağında sağılığı piyasalaştıran sistem olduğunu vurguladı. Hiç dinlenmeden 50-60 saat mesai yapan sağlık emekçilerinin onlarca sorunla boğuşurken bir de şiddete maruz kalmalarının kabul edilemez olduğunu ifade eden Erdolu, tüm sağlık personelini 17 Nisan’da yapılacak olan greve katılmaya davet etti.

TTB Genel Başkanı Özdemir Aktan da, 17 Nisan grevinin hekime yönelik şiddete karşı mücadelenin başlangıç tarihi olacağını söyleyerek, kazanacaklarına inandığını belirtti.

Ardından İzmir Tabip Odası Şube Sekreteri Mete GÜZELANT ve Aile Hekimleri Derneği adına konuşmalar yapıldı. Eyleme CHP İzmir Milletvekili Alaattin YÜKSEL'de destek verdi ve sağlık emekçilerine yapılan şiddeti kınadı. Son olarak KESK İzmir Şubeler Platformu dönem yürütmesi Eğitim Sen 1 nolu şube başkanı Abdullah TUNALI " Sağlıkta piyasalaşmanın ve artan şiddetin karşısında durmak gerektiğini ve hem sağlık alanında yaşanan piyasalaşmaya ve şiddete karşı hem de 17 Nisan'da yapılacak Greve KESK bütünlüğü içerisinde hareket edeceklerini söyledi.