Nisan 2021

Çocuklarımızın Düşlerinin Gerçeğe Dönüştüğü Günleri Birlikte Yaratma Umudu İle

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı Kutluyoruz!

 Bir ayakta ve yazı görseli olabilir

Dünyada çocuklara armağan edilmiş tek bayram olan “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı”nda en büyük isteğimiz, ayrımsız tüm çocukların, bugün gönüllerince gülmesinin, eğlenmesinin, oynamasının, bayramı bayram bayram gibi kutlamasının sağlanmasıydı.

Ancak, hem yaşadığımız salgın ve ona bağlı sorunlar, hem de siyasi iktidarın uyguladığı politikalar, yaşanılan sorunların yok sayılarak, bayram kutlanmasını olanaksız hale getirmektedir. Mustafa Kemal Atatürk tarafından çocuklara armağan edilen 23 Nisan’da, çocuklarımız bayram yapmak yerine karşılaştıkları sorunlarla baş etmek durumunda kalmaktadır. Kurumsallaşmış bir demokrasiye sahip olmamız gerekirken, TBMM’nin açılışının 101. yılında bizler hala egemenliğin kaynağının halk olduğunu ısrarla ve inatla anlatmaya devam etmek durumunda kalmaktayız.

Tüm zorluklara ve engellere rağmen demokrasiyi de egemenliğin kaynağının halk olduğunu da savunmayı ve anlatmayı sürdüreceğiz.

Parlamentonun açılışının 101. yılında;

İsterdik ki, çocuklara armağan edilen bu günde savaşlardan, açlıktan, yoksulluktan, iklim krizinden söz etmeyelim.

 İsterdik ki, çocukların gülüp eğleneceği bugünde çocuk işçiliğinden, mevsimlik tarım işçisi ailelerin çocuklarının yaşadıklarından, eğitimden mahrum bırakılan çocuklardan söz etmeyelim.

İsterdik ki, yarınların çocukların olacağı bir dünyada evlerinden, yurtlarından ayrılmak durumunda kalan göçmen, mülteci çocuklardan söz etmeyelim.

İsterdik ki, bilimsel, laik, eşit, ücretsiz ve anadilinde olmayan eğitimin yarattığı sorunlardan söz etmeyelim.

İsterdik ki, çocukların evlendirilmesinden, istismar edilmelerinden söz etmeyelim.

İsterdik ki, 9 yaşındaki Ceylan’ın dövülerek öldürülmesinden söz etmeyelim.

 

Yaşanan sorunlardan söz etmeden ve çözümü için olanca gücümüzle mücadele etmeden, çocuklara yaşanabilir bir dünya bırakmamızın mümkün olmadığı ortadır. Türkiye’de çocukların yaşadığı ağır sorunlar, evde, okulda ve sokakta karşı karşıya kaldığı tehdit ve tehlikeler her geçen gün artmaktadır. Türkiye nüfusunun yüzde 30’a yakınını çocuklar oluşturmaktadır. Çocukların fiziksel, zihinsel, eğitsel, sosyal, kültürel ve duygusal gelişimlerine zarar veren politika ve uygulamalar her geçen yıl artarken, yaşam ve eğitim hakları başta olmak üzere, sağlıklı büyüme ve gelişim hakkına aykırı adımlar atılmaktadır.

 Türkiye’de yaşayan çocuklar, göstermelik törenlerden çok, erken yaşta büyümek zorunda kalmadan çocukluklarını doyasıya yaşamak, geleceğe umutla ve güvenle bakmak, nitelikli bir eğitim ve sağlıklı bir yaşam istemektedir. Ancak siyasi iktidar, çocuklarımıza daha iyi bir gelecek hazırlamak için adımlar atmak yerine, uyguladığı çocuk düşmanı politikaları nedeniyle her yıl binlerce çocuğu dini vakıf ve cemaatlere teslim etmekte, çocukları eğitimden kopararak erken yaşta evlenmeye zorlamakta ya da çalışmak zorunda bırakmaktadır.

Türkiye’de özellikle kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesi sorunu sürmektedir. TÜİK’in resmi verilerine göre, 2018 yılında çocuk yaşta evlendirilen kız çocuklarının sayısı 20 bin 779 olmuştur. Zorla evlendirilen kız çocuklarının sayısı, erkek çocuklarının sayısından 20 kat daha fazladır. Okula gidemeyip çalışmak zorunda bırakılan, çocuk yaşta evlendirilen, cezaevlerinde olan, cemaatlere, tarikatlara, dini yapılara mecbur bırakılan, anadilinde eğitim hakkı başta olmak üzere en temel hak ve özgürlükleri yok sayılan çocuklar için kutlanacak bir günden bahsetmek mümkün değildir.

Yıllardır iktidar desteği ile dini eğitim veren, çeşitli dini vakıf ve cemaatlere ait okul, kurslar, yurtlar ve evlerde çocuklara yönelik olarak yaşanan cinsel istismar vakalarının belirgin bir şekilde artmış olması, çocuklara yönelik cinsel istismar ve saldırıların siyasi iktidarın çabalarıyla cezasız bırakılması, çocuklarımızın ve öğrencilerimizin nasıl büyük ve organize bir tehdit ile karşı karşıya olduğunu net bir şekilde göstermektedir.

Türkiye’de çocuk iş gücü sürekli artmakta, eğitim çağındaki çocuklarımız okumak yerine tarlada, sanayi sitelerinde son derece sağlıksız, ilkel koşullarda çalışmaya ve yaşamaya zorlanmaktadır. Çocuk işçiliğinin her geçen yıl artması, mülteci çocuklara yönelik ayrımcı uygulamalar, çocukların en temel yaşam ve eğitim hakkının tehdit altında olmasının hiçbir insani açıklaması yoktur. Türkiye’de yaşayan çocukların bugünü ve geleceği için en büyük tehdit, yaşamlarının henüz başlarında olmalarına rağmen, bu kadar çok acı ve sorunla yaşamak zorunda bırakılmış olmalarıdır.

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan Türkiye, sözleşmenin çocuğun yüksek yararı, yaşama ve gelişme hakkı, katılım hakkı, ayrım gözetmeme, güvenli bir ortamda büyüme hakkı şeklinde temel ilkeler üzerinden belirlenen yükümlüklerinin büyük bölümünü yerine getirmediği gibi, çocuklara karşı işlenen suçlara karşı kalıcı çözümler üretmekten uzak durmaktadır. Oysa Çocuk Hakları Sözleşmesi devletleri, çocuk haklarına saygı duymaya davet etmekte ve onlara bu hakların korunması ve ihlal edilmemesi için çeşitli yükümlülükler yüklemektedir. Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocukların istismardan korunmasında öncelikli görevi devletlere vermesine rağmen, özellikle eğitim kurumlarında (okul, yurt, kurs, ev vb.) yaşanan çocuk istismarı vakalarının birinci dereceden sorumlularının siyasi iktidar ve MEB olduğu açıktır.

Bugünkü Türkiye tablosunun çocuklarımıza vaat ettiği geleceğin ne kadar tehlikeli ve karanlık olduğunu görmek için, son yıllarda çocuklarımıza yönelik olarak işlenen suçlara bakmak yeterlidir. Çocuklarımız eğitim biliminin evrensel ilkeleri üzerinden değil, dini kural ve referanslara göre eğitilmeye çalışılmaktadır. Düşünen, eleştiren, sorgulayan değil, düşünmeden, sorgulamadan yaşayan bir nesil yetiştirilmek istenmektedir. Türkiye’de çocuklarımızın karşı karşıya kaldığı vahim tabloyu değiştirmenin tek koşulu gerçek anlamda halkların egemenliğine dayalı, laik, demokratik ve bağımsız bir ülke mücadelesinin başarıya ulaşmasıdır.

Eğitim Sen olarak eşitliğin, özgürlüğün, barışın ve kardeşliğin egemen olduğu, tüm çocukların eğitim hakkından eşit koşullarda ve kendi anadillerinde yararlanabildiği, çocuk ve gençlerimizin gelecek kaygısı duymadan barış içinde kardeşçe yaşayabileceği, tek bir kişinin değil gerçek anlamda halkın egemen olduğu bir ülke için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğimiz bilinmelidir.

Çocuklarımızın karşı karşıya olduğu tüm tehditlere, onların haklarına yönelik her türlü saldırıya ve yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen, çocuklarımıza ve öğrencilerimize onurlu bir gelecek bırakmak için tüm gayretimizi seferber edeceğiz. Bu kararlılık ve inançla ‘23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyoruz.

 

1 Mayıs'a girerken ÜRETİM VE YENİDEN ÜRETİM ALANLARINDA "KADIN EMEĞİ" konulu ZOOM toplantımız 30 Nisan Saat:20.00'de Eğitim Sen Genel Başkanı Nejla Kurul, Barış Akademisyeni Doç. Dr. Melda Yaman ve Şube Kadın Sekreterimiz Buket Altınok'un Moderatörlüğünde gerçekleştirilecektir.
 
ZOOM
Meeting ID: 898 1158 4715
Şifre: 860410
Not: Etkinlikte sadece Kadınlara söz hakkı verilecektir.
 
Bir 3 kişi ve şunu diyen bir yazı 'BGITİM SIEN EEGN 1 Sr mekçilen 1Mayıs'a girerken ÜRETİMVE YENİDEN kadın ALANLARINDA ÜRETİM emeği 30 NİSAN 2021 SAAT 20.00 ADANA Şube Kadın Meclisi zoom Meeting ID 898 1158 4715 Şifre: 860410 Prof. Dr. Nejla Kurul Egitim Sen Genel Başkanı Buket Altınok Eğitim Sen Adana Şube Kadın Sekreteri Doc. Dr. Melda Yaman BarışAkademisyeni' görseli olabilir
Köy Enstitülerinin 81.Kuruluş Yıldönümünü Kutluyoruz!
 
17 Nisan 1940 yılında 3083 sayılı yasayla, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde kurulan ve toplumsal yaşamda yarattığı olumlu etkiler nedeniyle kısa süre içinde hedef haline getirilerek kapatılan Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun üzerinden 81 yıl geçti.
 
Köy Enstitüleri, 1930’lu yıllarda Türkiye nüfusunun yüzde 80’inin köyde yaşadığı, ülke nüfusunun yüzde 85’inin okuma yazma bilmediği bir ortamda, çağdaş köy kalkınma modeline uygun olarak yapılandırılan ve birçok ülkeye örnek olabilecek, üretime yönelik öğrenimi temel alan, “Eğitim üretim içindedir” şiarını ilke edinmiş eğitim kurumları olarak tanınmakta ve bilinmektedir.
Eğitim biliminin temel ilkesi olan karma eğitim sistemine dayanan Köy Enstitüleri’nde okutulan derslerin %50’si kültür, %25’i tarım, %25’i de teknik derslerden oluşmuş ve öğretim süresi beş yıl olarak belirlenmiştir. Öğrencilerin ilk üç yıllık başarı düzeylerine bakılarak en başarılılar öğretmenlik mesleğine, diğerleri ise köy hizmetlerine yönlendirilmiştir. Okullar aynı zamanda tarım işlikleri ve sağlık ocakları olarak toplumsal işlevler görmüş, çeşitli tohum ve tarım araçlarının ilk denemeleri Köy Enstitüleri gibi eğitim kurumlarında yapılmıştır.
 
Köy Enstitüleri sadece öğretmen yetiştiren kurumlar olmakla sınırlı kalmamış, bulunduğu çevreyi araştıran, geliştiren ve çevrenin kalkınmasını da ilke edinmiş kurumlar olarak işlev görmüştür. Bu anlamda Köy Enstitülerin eğitim sistemi ve toplumsal kalkınma açısından yerine getirdiği tarihsel işlevin önemi tartışılamazdır. Köy Enstitüleri kırsal yörede toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmayı sağlamak; bu alanda ilgili gerekli elemanları yetiştirmek için kurulan temel eğitim kurumları olmuştur. Bu dönemde köy çocukları eğitildikten sonra köylerine tarımda, işte, sanatta, zanaatta ve sağlık alanlarında eğitmen ya da öğretmen olarak geri gönderilmişler, ülke kalkınması için yeni nesillerin yetiştirilmesinde önemli görevler almışlardır.
Bir bir veya daha fazla kişi ve şunu diyen bir yazı 'Türkiye'nin Geçmişindeki Yarın KÃY ENSTİTÜLERİ 81. Kuruluş Yıl Dönümü Kutlu Olsun BGİTİM ITİM SEN EEમn bont Bilim Emekçileri ADANA' görseli olabilir
 
Günümüzde öğrencilerin iktidar eliyle imam hatiplere, özel liselere ve meslek liselerine yönlendirildiği, büyük bölümü dini içerikli seçmeli dersleri seçmeye zorlandığı, öğretmenlerin angarya, baskı ve sınav kıskacına alındığı dikkate alındığında, Köy Enstitüleri’nin zengin ders içeriği, benimsediği öğretmen yetiştirme ve eğitim modelinin ne kadar önemli ve değerli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Köy Enstitüleri’nin en önemli özelliklerinden birisi, günümüz Türkiye’sinin bir türlü kurtulamadığı eleştirmeyen, sorgulamayan, ezbere dayalı ve sınav merkezli eğitim sistemine değil, gerçek anlamda öğrenci merkezli, öğrencilerin yaparak ve yaşayarak öğrenme sürecini ilke edinen bir eğitim-öğretim ortamı yaratmayı hedeflemiş olmasıdır. Bugün yaşanan olağanüstü dönemde eğitimde aklın ve bilimin egemen olduğu, demokratik öğrenme ve öğretme ortamlarının hazırlandığı Köy Enstitüsü modelinin eğitimdeki ihtiyacı bir kez daha kendini hissettirmektedir. Ayrıca; Köy Enstitülerinin kuruluşunun üzerinden 80 yıl gibi uzun sayılabilecek bir süre geçmiş olmasına, dönemin zor koşullarındaki eğitimin niteliği ile günümüz Türkiye’si arasında olumsuz anlamda çok büyük farklar olması düşündürücüdür.
Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu zorlu koşullar ve uluslararası dinamiklerin etkisi sonucunda Köy Enstitüleri soğuk savaş politikalarına kurban edilip kısa süre içinde kapatılmıştır. Köy Enstitülerinin kapatılmasını takip eden süreçte, özellikle 1950’li yıllarda bu önemli eğitim deneyimi önce yatılı öğretmen okullarına, ardından yatılı okullara, sonra da normal lise eğitimine yayılarak zaman içinde işlevsiz hale getirilmiş ve hızla etkisizleştirilmiştir.
 
Köy Enstitüleri’nin kapatılması, Türkiye’nin çağdaş, laik ve bilimsel değerlerle buluşması ve aydınlanma sürecinin ciddi anlamda kesintiye uğramasına neden olmuştur. Geçmişte Köy Enstitüleri’ni kapatan ve yarattığı tüm olumlu izleri silmeye çalışanlar, bugün laik bilimsel eğitime savaş açarak, karma eğitim uygulamalarını kaldırmak isteyerek eğitim sistemini dinselleştirmeyi ve ticarileştirmeyi hedeflemekte, eğitim sistemini iktidarın ideolojik hedefleri doğrultusunda biçimlendirmek istemektedir.
 
Köy Enstitüleri’nde kararlar yönetici-öğretici-öğrenci üçlüsünün ortak katkı ve onayıyla alınmıştır. Bugün eğitim politikalarının, siyasi iktidarların siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda “tek merkezden” ve tüm topluma yönelik açık bir dayatma olarak gündeme getirildiği ve uygulandığı dikkate alındığında, Türkiye’de eğitim sisteminin yıllardır neden büyük bir kaos ve çürümenin içinde olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Geçmişte Köy Enstitüleri’ni kapatan ve yarattığı tüm olumlu izleri silmeye çalışanlar, bugün laik bilimsel eğitime savaş açarak, karma eğitim karşıtlığı ve dini değerler eğitimi dayatmasıyla eğitim sistemini kendi ideolojik hedefleri doğrultusunda biçimlendirmek istemektedir.
 
Eğitim Sen olarak, 81. yılını kutladığımız Köy Enstitüleri’nin ilerici, demokrat ve aydınlanmacı geleneğine sahip çıktığımızı ifade ediyor, Köy Enstitülerinde olduğu gibi, toplumcu eğitim felsefesinin, aklın, bilimin, demokratik öğrenme ve öğretme ortamlarının tüm eğitim sistemimize egemen olması için mücadelemizi sürdüreceğimizin bilinmesini istiyoruz.
 
Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu
Kapitalist Barbarlığa Karşı: 1 Mayıs Birlik, Mücadele, Dayanışma!
Emekçilere Kölelik ve Ölümü Dayatan Kapitalist barbarlığa Karşı; 1 Mayıs’ta UMUT Yan Yana!
“Bütün iyi kitapların sonunda
Bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda
Meltemi senden esen
Soluğu sende olan
Yeni bir başlangıç vardır”
Edip Cansever
Bir yazı görseli olabilir
 
Bir yazı görseli olabilir
 
Bir yazı görseli olabilir

Köy Enstitülerini Anlamak Söyleşi ve Müzik Dinletisi
17 Nisan 2021 Cumartesi Saat:16.30-18.30 arasında ZOOM üzerinden gerçekleştirilecektir. ZOOM link ve şifresi mesaj olarak gönderilecektir.
Moderatör
Seçil Sönmez

Eğitim Sen Adana Şube Eğitim Sekreteri


Katılımcılar
Porf. Dr. Adnan Gümüş (Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi)
Öğr. Gör. Andaç Çuhadar (Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi)
Fevzi Koca (Emekli Öğretmen 76-77 Töbder Adana Başkanı)


Join Zoom Meeting
https://us02web.zoom.us/j/87088954087...
Meeting ID: 870 8895 4087
Passcode: 037684 

Bir 4 kişi ve şunu diyen bir yazı 'Sekreteri Kóy EnsÈitülerini Anlamak Söyleşi ve Müzik Dinletisi moderatör Seçil Sönmez Eğitim Sen Adana Şube Aatrs Öğr. Gör. Andaç Çuhadar Prof. Dr. Adnan Gümüş Öğretmen Fevzi Koca zoom Meeting 1D: 870 8895 4087 Passcode: 037684 BGİTİM SEN 17 Nisan SAAT Cumartesi, 2021 16.30 -18.30 Bilim Emekçileri ADANA' görseli olabilir
İnsanca Yaşam Koşulları İçin
EK ZAM İSTİYORUZ!
 
Salgınla birlikte ekonomik kriz hız kesmeden devam ediyor. İşsizlik, esnek çalışma, düşük ücretlere mahkum edilme, emekçilerin gerçeği haline geldi. Temel tüketim mallarına yapılan zamlar alım gücü iyice azalan emekçilerin belini bükmeye başladı. Biz kamu emekçileri de bu durumdan etkileniyoruz. Ocak ayında aldığımız %7. 86 zam şimdiden eridi. Yüksek enflasyon karşısında yoksullaşmaya başladık. Temel harcama kalemlerinden kısmalar yaparak ay sonunu çıkarmaya çalışıyoruz. Gerçek enflasyonla mücadele ederken TÜİK’in açıkladığı veriler sanki bizimle alay edilircesine gerçeklerden bir o kadar uzak. Ne yazık ki maaşlarımıza TÜİK ‘in verileri ile zam yapıyorlar. Bu durumda bizi her gün biraz daha sefalete ve yoksulluğa itiyor. Artık bu aldatmacanın son bulması gerekiyor. Ülkeyi yöneten siyasal iktidar ekonomik kriz yok, tam tersi ekonomimiz rekor üstüne rekor kırıyor söylemiyle güllük gülistanlık bir ülke tablosu çiziyor. Buradan sesleniyoruz! Ekonomimiz rekor kırarken neden biz yoksullaşıyoruz. Neden ay sonunu getiremiyoruz. Çocuklarımızın ihtiyaçlarını neden sıraya koyarak, bazılarını hiç yerine getiremeyerek bütçemizden kısıtlama yapıyoruz. Biz emekçiler açısından mızrak çuvala sığmıyor. Milyonlarca insanın bıçak kemiğe dayandı dediğini biliyoruz. Sessiz çoğunluğun sesi olamaya devam edeceğiz. Yeter artık insanca yaşamak istiyoruz demeye devam edeceğiz. Siyasal iktidar 80 milyonun hakkını işçiye, memura, köylüye, kadınlara, gençlere, esnafa mı vereceğiz diyor. Soruyoruz. Bu 80 milyon bunlar değilse kimlerden oluşur?
Bir 2 kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava görseli olabilir
Değerli Basın Emekçileri
Aşağıdaki konuların altını bir kez daha çizmek istiyoruz.
Kovid salgınıyla birleşen ekonomik krizin enkazı yine biz emekçilerin üzerine yıkılmak isteniyor. Kovid salgınına ayrılan kaynakları bahane ederek işçilere, kamu emekçilerine, esnafa, çiftçiye verecek kaynak yok diyorlar. Oysaki devletin resmi rakamları Türkiye’nin pandemi ile mücadelede vatandaşlarına en az nakit destek veren ülke olduğunu gösteriyor. Türkiye’de kovid salgını için toplam 52,7 Milyar TL kullanılmıştır. Bunun 44,2 Milyarı İşsizlik fonundan, 2,1 Milyarı toplanan bağışlardan elde edilmiştir. Devletin hazineden ödediği para sadece 6,4 Milyar TL’dir. Artık aldatılmak istemiyoruz.
Değerli Basın Emekçileri
 
Bir kez daha tekrar ediyoruz, ısrarcıyız.
- 2021 yılı için %3+%3 maaş artışı dayatılan ‘’TOPLU SÖZLŞEME’’ derhal yenilenmelidir.
- Maaşlarımız gerçek enflasyon oranında ek zam yapılmalıdır.
- Birinci vergi dilimi %15 ten %10’a düşürülmelidir.
- Yoksulluk sınırın kadar olan maaşlardan yapılan kesinti birinci vergi diliminde sabitlenmelidir.
- Temel tüketim mallarından alınan KDV kaldırılmalıdır.
- Asgari ücret vergi dışı bırakılmalıdır.
- Yoksulluk sınırı altında geliri olan emekçilerin elektrik, ısınma giderleri, doğalgaz, su, internet giderleri hazineden karşılanmalıdır.
Bir 3 kişi, ayakta duran insanlar, açık hava ve şunu diyen bir yazı 'လာ Yaşam Koşulları İçin ZAM İSTİYORUZ 1995 BTS KESK ADANA ŞUBELER PLATFORMU' görseli olabilir
Artık yeter diyoruz. İnsanca yaşam koşulları için ilk etapta seyyanen 1000 TL ek zam istiyoruz.
Bir 2 kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava görseli olabilir
KESK Adana Şubeler Platformu Adına
Hüseyin KAYA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
Kısaca “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” 20 Mart 2021 tarihinde gece yarısı Resmi Gazete’de yayınlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile feshedildi.
 
Bir süredir hakkında karalama kampanyaları yürütülen sözleşme ile ilgili olarak aslında aylardır teyakkuz halindeydik ve sözleşmeyi savunmaya yönelik eylemler, etkinlikler gerçekleştiriyorduk. Sözleşmenin kaldırılacağının iktidar sözcüleri tarafından gündeme getirildiği Temmuz ve Ağustos aylarında eylemliliklerimizle hükümete geri adım attırmıştık.
Türkiye toplumunun yüzde 64’ünün iptaline alenen karşı çıktığı araştırmalara da yansıyan sözleşmeyi feshetmek, milyonlarca kadının hayatının ve milyonların ortak iradesinin tek adamın bekasına kurban edilebileceğinin ilanıdır. On yıl önce İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ülke olmakla övünen iktidar, bugün sözleşmeden çıkarak kadınlara vermiş olduğu şiddeti önleme, şiddete maruz kalanları koruma, failleri gerektiği şekilde cezalandırma sözünü yerine getirmekten vazgeçtiğini tüm dünyaya ilan etmiş oldu.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı kararıyla çekilmesinin hemen ardından Sözleşme’yi savunmak ve kararı protesto etmek üzere sokaklara döküldük, Türkiye’nin hemen her ilinde basın açıklamaları, yürüyüşler gerçekleştirdik. Bir yandan da sendikalardan, odalardan, demokratik kitle örgütlerinden Sözleşme’den çıkılmasını protesto eden açıklamalar geldi.
Kadınlar karara karşı eylemlerini sürdürürken Türkiye’nin Sözleşme’den çıkması Dünya çapında da ses getirdi. Uluslararası kadın örgütleri, farklı ülkelerden kadınlar, sanatçılar, ünlüler de Türkiye kadınlarına dayanışma mesajları gönderdiler.
Bir 4 kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava görseli olabilir
Sözleşmeden çıkıldığının ilanının ardından kadına yönelik şiddet vakalarında ve kadın cinayetlerinde gözle görülür bir artış da yaşandı. Öyle ki aynı gün içinde 6 kadın cinayeti birden gerçekleşti.
Yine Sözleşmeden çıkılmasının ardından kadınlardan, avukatlardan, kadın derneklerinden karakolların şiddet vakalarında şikayet kabul etmediğine, yargıçların 6284 sayılı kanuna göre verecekleri tedbir kararlarında yasaya aykırı şekilde delil aradıklarına, önleyici ve koruyucu tedbir talepleri reddettiklerine dair bilgiler gelmeye başladı.
Her ne kadar Emniyet Genel Müdürlüğü karakollarda kadınların geri çevrilmesine, koruma kararlarının uygulanmamasına yönelik ortaya çıkan haberlere “gerçek dışı” dese de bu iddiaların bizzat yaşanan gerçekler olduğu yapılan somut haberlerle de desteklendi: Örneğin;
 
• Adana’ da Savcılıktan alınan “Şikayetçinin uzaklaştırma taleplerinin karşılanmasına” ve “Şikayetçinin can güvenliğinin sağlanması için gerekli önlemlerin alınması” kararına karşı bir kadının uzaklaştırma talebi, kolluk tarafından “yapabilecekleri hiçbir şey olmadığını, devletin her kadının başına bir polis dikemeyeceğini” söylenerek uygulanmadı. Hatta ifadeyi alan polis memuru ‘Savcının talimatı beni bağlamaz. Nereye istersen oraya şikayet et’ dedi.
• Adana ve İstanbul Pendik’te şiddet ve tehdit nedeniyle karakola başvuru yapan kadınlar, “Artık o işlere biz bakmıyoruz, savcılığa ya da aile mahkemesine gidin, kanıt getirin” yanıtları aldılar.
• Adana’da mülteci bir kadın şiddet gördüğü erkekten uzaklaşmak için sığınma evine yerleşme talebinde bulundu, kadının talebi “Öncesinde şikayet yok” denilerek reddedildi.
• Dersim’de hakim, korucunun şiddetine ve tehdidine maruz kalan aile için “Delil yok” diyerek koruma kararı vermedi.
• İzmir’de zorla evlendirilmeye çalışılan bir mülteci kadının Mersin’deki sığınmaevi başvurusu aile mahkemesi tarafından “Suçun gerçekleştiği yerin kendi mıntıkalarına ya da görev alanlarına girmemesi.” gerekçesi ile reddedildi.
• Ankara’da N.Y. adlı kadın E.T adlı erkek hakkında 2 ay süreli uzaklaştırma kararı çıkarttı. Daha önceki eylemleri nedeniyle tehdit oluşturan erkek hakkında uzaklaştırma kararının uzatılması ve elektronik kelepçe talep eden kadının isteği mahkeme tarafından “Kadına şiddet uygulandığına yönelik herhangi bir emarenin olmadığı” gerekçesiyle reddedildi.
 
Anayasa’ya ve uluslararası hukuka aykırı bir şekilde Sözleşme’den çekilme kararı verildikten sonra; kadına yönelik şiddet, taciz ve istismarın en önemli gündem maddelerinden biri olduğunu, çalışmaların şiddetle mücadelede sıfır tolerans ilkesi çerçevesinde yapılandırıldığını, iç hukuktaki düzenlemelerin yeterli olduğunu ve 6284’ün önemle uygulanacağını söyleyen hükümet yetkililerinin gerçekleri söylemedikleri, yaşanan bu tablodan da anlaşılmaktadır.
Bir bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava görseli olabilir
Bizler canımız pahasına da olsa bu hukuksuzluklara ve inşa etmek istediğiniz faşizme geçit vermeyeceğiz. Haklarımızı korumak için korkmadan, çekinmeden ve bıkmadan mücadele edeceğiz. Adana’da her Perşembe başka bir yerde eylemdeyiz. Kararınızı tanımıyor, sözleşmeye sahip çıkıyoruz.
İstanbul Sözleşmesi kalıcıdır, gidici olan erkek egemen zihniyetiniz ve sizsiniz!
 
Adana Kadın Platformu adına
Buket Altınok
Eğitim Sen Adana Şube Kadın Sekreteri

Covid 19 tedbirleri kapsamında Bilim Kurulunun tavsiyeleri sonucunda yüz yüze eğitimin ertelenmesi ve uzaktan eğitime geçişle ilgili bazı yeni kararlar alınmıştır. Buna göre okul öncesi eğitim kurumları, ortaokulların 8. Sınıfları ile lise 12. Sınıflar hariç bütün eğitim kademelerinde yüz yüze eğitime ara verilmiştir. Salgının geldiği ürkütücü boyutlar düşünüldüğünde bu durum olumlu bir gelişme olarak algılanabilir. Aynı zamanda bu durum, bir yıldan fazla süredir pandeminin koşullarında yaşadığımız düşünüldüğünde, gerekli önlem ve tedbirlerinin alınmadığının da itirafıdır. Biz eğitim emekçilerinin tamamının biran önce aşılanması gerektiğini söyledik söylemeye devam ediyoruz.

 

Okulların yüz yüze eğitime kapatıldığı günler doğru değerlendirilmeli, pandemiyle ilgili gerekli bütün tedbirler alınarak, yüz yüze eğitime biran önce yeniden geçilmelidir. Bunun için son günlerde yaşadığımız yanlış uygulamalardan vazgeçilmelidir. Sadece sınıf öğretmenlerinin aşı kapsamına alınması, lise, ortaokul öğretmenlerinin ayrıca okullarda görev yapan rehber öğretmenler, idari kadro, hizmetliler ve diğer yardımcı personellerin aşı kapsamı dışında bırakan uygulamalardan vazgeçilmelidir.

Okulların kapalı kaldığı süre boyunca eğitim öğretimde görev yapan bütün bileşenlerin aşılanmasının tamamlanmasını bekliyoruz.

15 Nisan Perşembe gününden itibaren uygulanacak bu kararların MEB yetkililerince iyi değerlendirmesini, okulların bir daha yüz yüze eğitime ara vermemesi için aşı başta olmak üzere bütün tedbirlerin alınmasını bekliyoruz.