Mart 2021

Kovid-19 Salgınının En Yoğun Olduğu bu dönemde Öğretmenleri ‘Temel Kodlama Eğitimi Kursu’na çağırmak İnsan sağlığını tehlikeye atmaktır!  Salgının ciddi tehdit oluşturdu bu dönemde Genel Merkezin aldığı karar doğrultusunda seminere katılmak istemeyen üyelerimiz için dilekçe örneği hazırlanmıştır.

 

…………………………..OKULU MÜDÜRLÜĞÜ’NE

…….…./............

 

 

            Üyesi olduğum Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Merkez Yürütme Kurulu 31.08.2020 tarih ve 48 sayılı kararıyla

"31.08.2020 tarihinde Genel Başkan Feray Aytekin Aydoğan'ın başkanlığında toplanarak Covid 19 salgını kapsamında eğitim emekçilerine yönelik işlemler ve uygulamalar görüşüldü ve 1 Haziran 2021 tarihine kadar istek dışı verilen, görev tanımı ve meslekleri dışındaki, sağlıklarını riske sokacak, yasalarla kendilerine verilen görevlerle ilgisi olmayan görevleri sendika üyelerinin yerine getirmemesi ve sendika üyelerinin çalışma ortamlarında hayatlarını ve sağlıklarını riske sokacak ciddi ve yakın bir tehlikeye maruz kaldıklarında durumu görev yaptığı yerin müdürlüğüne bildirdikten sonra söz konusu tehlike ortadan kalkıncaya kadar söz konusu çalışma ortamında bulunmaması kararı alınmıştır. "

 

Bu karar nedeniyle tarafıma tebliğ edilen ‘Temel Kodlama Eğitimi Kursu’na Covid-19 salgınının yaygınlaşması nedeniyle bu dönemde yerine getirmeyeceğimden gerekli önlemlerin alınmasını arz ederim.…../…./2020

 

                                                                                             Ad-Soyadı

 

 

Adres:

 

 

 

Ek:

1- Merkez Yürütme Kurulumuz

31.08.2020 tarih ve 48 sayılı kararının örneği

2- Dilekçe Örneği

 

 

 

“Çalışma Hakkımı/İşimi İstiyorum” şiarıyla İstanbul’dan Ankara’ya yürüyoruz!
Değerli Basın emekçileri Demokratik kitle örgütlerimizin siyasi partilerimizin değerli temsilcileri ve 4 yıllardır KHK zulmüne OHAL zulmüne direnen KHK’lı yol arkadaşlarım sizleri KESK Adana şubeler platformu adına selamlıyor hoş geldiniz diyorum.
Konfederasyonumuz tarafından, OHAL KHK’leri ile yaşanan sorgusuz, sualsiz, hukuksuz ihraçlara dikkat çekerek, en başından beri bir OYALAMA aracı işlevi gören OHAL İnceleme Komisyonu’nun teşhirini, KHK ile ihraç edilen üyelerimizin 4 yıllık süreçte yaşadıkları sosyal/psikolojik sorunları merkezine alan bir çalışma yürütüleceği belirtilerek bu kapsamda 24-26 Mart 2021 Tarihlerinde; KESK YK üyeleri ve işkolları MYK’larının katılımıyla “Çalışma Hakkımı/İşimi İstiyorum” şiarıyla İstanbul’dan Ankara’ya yürüyüşümüz bugün İstanbul’dan başlamıştır.
Değerli Basın emekçileri ve değerli mücadele arkadaşlarım
Bu yürüyüşümüz; artık yeter haykırışıdır, yürüyüşümüz demokrasi ve adalet içindir, barışa dair umudu gerçeğe dönüştürmek eşitlik ve özgürlüğü sağlamak içindir. Bu yürüyüşümüz gerici kuşatmaya karşı laiklik ve aydınlık bir gelecek içindir, yürüyüşümüz çalışma hakkımız içindir.
KESK’li kamu emekçilerinin bu yürüyüşü, İstanbul sözleşmesi tek adamın kararıyla fesih edilemez hala yürürlüktedir. İstanbul sözleşmesinden vazgeçmiyoruz demek içindir. Satış sözleşmelerine karşı gerçek toplu sözleşme ve grev hakkımız içindir. Yürüyüşümüz hukuksuzca ihraç edilen KESK’lilerin, kamu emekçilerinin işe iade edilmesi OHAL komisyonunun lav edilmesi içindir. Bu yürüyüşümüz emeklilerimizin insanca yaşaya bileceği ekonomik, sosyal ve adil bir ortam içindir, bu yürüyüşümüz sermayenin pandemi koşullarında kod29 adı altında binlerce işçiyi işten atma ahlaksızlığına karşı kamu emekçilerinin ve işçilerin birlikte mücadele ve dayanışması içindir.
Değerli basın emekçileri
Bağlı tüm sendikalarımızın yürütme kurulu üyeleriyle birlikte KESK olarak tüm üyelerimiz haksızlığa uğrayan hukuksuzca ihraç edilen arkadaşlarımız, yokluğa sefalete mahkum edilen tüm kamu emekçileri için yürüyoruz.
Çocuklarına bir ekmek götürmek için inşaatlarda tehlikeli işlerde çalışırken iş cinayetine kurban verdiğimiz ihraç arkadaşlarımızı hatırlatmak için yürüyoruz. Bu vahşi ahlaksız vicdansız sömürü düzenine daha fazla dayanamayarak intihar eden emekçilerin vasiyetlerini yerine getirmek için KESK olarak yürüyoruz.
Yaşamlarını yitirdikten sonra AKP’ye bağlı OHAL komisyonu tarafından işlerine iade edilen onlarca KESK’li arkadaşımızın anılarına bağlılığımızı ifade etmek için yürüyoruz.
Anayasa mahkemesinde halklarında beraat kararı verilmesine rağmen halen bilinçli şekilde komisyonda dosyaları bekletilen bu ülkenin yüz akı yüz akımız barış akademisyenleri için yürüyoruz.
OHAL komisyonu başkanının kuruluş kanunumuzun gereği yargı kararları bizi bağlamaz yine KESK’lilere ilişkin dosyalarında bir şey yok yine de bekletiyoruz diyerek açıkça ayrımcılık ve hukuksuzluk yapıldığını itiraf etmesini teşhir etmek için yollara düştük yürüyoruz.
Anayasanın 49. Maddesiyle güvenceye alınan çalışma hakkımız, işimiz ve geleceğimiz için yürüyoruz. Yaşam hakkı ve eşitlik için yürüyoruz. Yürümeye devam edeceğiz.
Değerli Basın emekçileri
OHAL komisyonu denen oyalama ve onayla komisyonu süreci uzatmakla alenen ve bilerek suç işlemektedir. KESK’lilerin dosyalarını önemli bir kısmını sona bırakarak süreci işkenceye dönüştürüyor, ne kadar süründürürsek o kadar iyidir niyetiyle hareket etmektedir.
Bu iktidarın özelleştirme, güvencesizlik, performans, ayrımcılık ve gerici politikalar karşı geldiğimiz emekçilerin haklarını insanca yaşam koşullarını savunduğumuz için açıkça bizlerden hınç almaktadırlar.
Belli ki bizleri hala tanımıyorlar, Biz sadece KESK’lilerin değil kamu emekçilerinin gerçek temsilcileriyiz, Biz onurlu bir insan olarak yaşamın yolunun emek, demokrasi ve barış mücadelesinden geçtiğinin farkında olanlarız, biz hak verilmez alınır diyenlerden mücadele bayrağını devir alanlarız. Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz şiarını yaşam felsefesi yapan KESK’lileriz.
Bir kez daha buradan sesleniyoruz biz çökmedik çökmeyeceğiz, biat etmedik etmeyeceğiz. Haklarımızdan yaşamlarımızdan vazgeçmeyeceğiz. Haksız ve hukuksuz şekilde elimizden alınan işimiz iade edilince faşist baskılar son buluncaya kadar mücadelemizin devam edeceğimizi belirtiyoruz.
Yürüyüşümüz, 26 Mart 2021 Cuma günü Aile, Çalışma ve sosyal Hizmetler Bakanlığı önünde yapılacak basın açıklaması ile sonlanacaktır.
KESK Adana Şubeler Platformu adına
Hüseyin KAYA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Korona virüs salgını toplumsal yaşamı alt üst etti. En çokta kamu kurumlarının işleyişini ve hizmet akışını bozdu. Bu toplumsal kurumların başında okullar gelmektedir. Okullar bir yıl boyunca yüz yüze eğitim yapamadılar. Bu durumun asıl sorumlusu pandemi değil gerekli tedbirleri alamayan/almayan MEB yetkileridir. Bu süreçte uzaktan yapılmak istenen eğitimde birçok eşitsizliklere de tanık olduk. İnterneti, tableti, bilgisayarı olmayan yoksul emekçi aile çocukları eğitimin dışında kaldı. Parası olanın eğitiminin aksamadığına da tanıklık ettik.

 

Sendikamızın eğitim kurumlarında gerekli tedbirlerin alınması ve eğitim emekçilerinin tamamının aşılanması yönündeki talepleri dikkate alınmamış, okullar gerekli önlemler alınmadan açılmıştır. Eğitim Sen olarak bugüne kadar yaptığımız bütün girişimler, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı'na acil aşılama ile ilgili olarak yaptığımız başvurulara verilen cevaplar, eğitim emekçilerinin aşılanmasına yönelik ciddi bir adımın atılmadığını ve buna dair sağlıklı bir planlamanın da olmadığını ortaya çıkarmıştır.

Covid-19 pandemisi kısıtlamalarının başladığı 11 Mart 2020 tarihinden bu yana sürdürülebilir, sağlıklı ve güvenli bir eğitim-öğretim ortamının oluşması için; yeni öğretmen atamasının yapılması, ek dersliklerin açılması/yapılması, yardımcı personel istihdamının sağlanması, her okula bir sağlık personelinin atanması, her okula yeterli miktarda hijyen malzemesi gönderilmesi, ücretsiz maske dağıtılması, eğitime ek bütçe ayrılması ve 2021 bütçesinde eğitime ayrılan payın artırılması taleplerimizin hiç biri karşılanmamış tam tersi uygulamalar hayata geçirilmiştir.

Değerli Basın Emekçileri,

Salgınla mücadele etmenin bir yolu da aşılanma olduğunu biliyoruz. Aşıyla ilgili Adana ilinde geldiğimiz nokta şudur.

Adana ilinde öğretmen arkadaşlarımız aşıdan umudunu kesmiş bulunmaktadır. Sayın bakanın şubat ayının son haftasında öğretmenlerimizin birinci doz aşısı bitecek demişti. Mart ayının sonlarına geldik. Halen birinci doz aşı yapılmadı. Adana ilinde köy okulları tam gün, merkeze bağlı okullarda ise 2 Mart tarihinden itibaren seyreltilmiş sınıflarla dört gün yüz yüze eğitim öğretime devam ediyor. Okulları ziyaret ettiğimizde Okul idarecilerinin ve eğitim emekçisi arkadaşlarımız bizlere aşıdan umutlarını kestiklerini söylemekteler. Ödenek eksikliğine rağmen salgına karşı kendi önlemlerini aldıklarını, kendi yöntemlerini geliştirdiklerini ifade etmektedirler. Birçok eğitim emekçisi arkadaşımızın okullara ve sınıflara kendi imkanlarıyla hijyen malzemesi ve maske getirdiklerine tanıklık ettik. Adana’da okullarımız kendi olanaklarıyla salgınla mücadele etmektedir.

Yine bütün uyarılarımıza karşın liselerde yüz yüze sınavlar yapılmış, öğretmen ve öğrencilerimizin sağlığı tehlikeye atılmıştır. Ayrıca yapılan sınavların ölçme-değerlendirme kriterlerine uygun olmadığını da söylemiştik. Aldığımız bilgiler şu yöndedir. Öğrencilerimiz hiç olmadığı kadar yapılan bu sınavlarda başarısız olmuşlardır. Pedagojik ilkelere uygun olmayan bu sınavların iptal edilmesi gerekir.

Yine Eğitim Sen olarak, Adana ilinde okullarda görülen vaka sayılarını ve bu vakalara göre okullarda pandemiyle ilgili gerekli tedbirlerinin alınıp alınmadığını takip ediyoruz. Ne yazık ki sanki birileri ‘’vakalarla ilgili bilgileri dışarı sızdırmayın’’ demiş gibi bilgi edinmede zorlanıyoruz. Halk sağlığını derinden etkilemiş bu salgının halktan saklanmasını doğru bulmuyoruz. Adana Milli Eğitim Müdürlüğü okullarda görülen vaka sayılarını ve aldıkları tedbirleri her gün kamuoyuyla paylaşmalıdır. 

 Öğretmenlerin, öğrencilerin, eğitim kurumlarında görev yapan yardımcı hizmetli, memur, idari ve teknik personelin, ailelerin ve toplumun sağlıklı yaşam hakkı iktidarın yanlış politikaları nedeniyle açık tehdit altındadır.

Salgın hastalıktan korunmak, en azından hafif atlatabilmek için iki doz aşının yapılması ve bağışıklık sağlanması için belirli bir sürenin geçmesi zorunludur. Sonradan telafisi mümkün olmayacak mağduriyetlerin oluşmaması için; her iki doz aşının bir an önce yapılmasını talep ediyor, ortaya çıkabilecek olumsuzluklar için şimdiden yetkilileri uyarıyoruz.

Toplum sağlığı için, eğitim hakkı için, sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı için aşı istiyoruz! 

Eğitim Sen Adana Şube Yönetim Kurulu Adına

Hüseyin Kaya

Başkan

Kadına yönelik şiddet bir insan hakları ihlalidir ve suçtur. Devletlerin görevi ise bu suçu oratadan kaldırmaktır. TBMM de oy birliği ile kabul edilmiş, kadınların yaşam hakkını güvence altına alan İstanbul sözleşmesini bir kararneme ile kaldırmak da kadınlara yönelik şiddet suçunun en ağır şeklidir.
 
Her gün en az dört kadının katledildiği, kadınlara yönelik cinsel, fiziksel, psikolojik, ekonomik her tür şiddetin katlanarak arttığı, erkek faillerin bir kravatla, namus diyerek, “reddedildim”, “boşanmak istedi, ailemi dağıtmak istedi” diyerek cezasız kaldığı ya da indirim aldığı yargı pratikleriyle şiddet adeta özendiriliyor. Böyle bir dönemde İstanbul Sözleşmesi’ni ve 6284 sayılı yasayı etkin uygulamak şöyle dursun, bu sözleşmeden çıkmanın yollarını arayan AKP+MHP iktidarı, kadınların iradesini ve taleplerini yok sayarak hukuksuzca, bir gece yarısı kararıyla sözleşmeden çekilmeyi tercih ediyor.
Bir 4 kişi ve ayakta duran insanlar görseli olabilir
 
Bu tercih açıktan kadın cinayetlerinin ardındaki politik saikleri de ortaya koyuyor. Patriyarkal kapitalizm ve siyasal İslamcı ideoloji birlikteliği, toplumsal cinsiyet eşitliğini reddederek kadını sadece erkek üzerinden ve aile içinde tanımlıyor. Kadınlara, LGBTİ+lara bağımsız ve eşit bir varoluş hakkı tanımıyor; bütün bu hak ihlallerini “müjde”, “ilerleme” diye yaldızlayarak kazanım gibi sunmaya çalışıyor.
 
Kadının bir tür mülk haline getirilmesine, kendisine her şeyin yapılabilir olduğu, erkeğin her arzusunu yerine getirmek zorunda olan köle olarak görülmesine değil, erkeklerin bu ayrıcalığını kaybetmesine içerleyen, eşitlik talebinden, eşitlikten tiksinenlerin “yatıştırılması” için sözleşmeden çıkılması ülkenin en fazla sayıda üyesi olan memur konfederasyonu tarafından övünç kaynağı haline getiriliyor.
 
“Milletin” sesine kulak verip “vahim bir hatayı” düzelten cumhurbaşkanına teşekkür edilen açıklamadan anlıyoruz ki, Memur Sen yönetimi milleti çok açık bir biçimde sadece kendi görüşünden olanlarla, iktidara biat edenlerle, toplumsal cinsiyet eşitliğinden, cinsel yönelimi heteroseksist normlara uymayanlardan rahatsızlık duyanlarla, onları insan görmeyenlerden müteşekkil. Çünkü bu toplumun en az yarısını oluşturan kadınlar her platformda sözleşmenin etkin uygulanması için seslerini yükselttiler. Buradan soruyoruz; Memur Sen yönetimi kadınları milletten saymıyorsa ne olarak görüyor? Nedir vahim olan hata? Erkeklerin kadınları “dövme”, “taciz, tecavüz” etme ayrıcalığını korudukları için attığı sevinç çığlıklarından biz hemcinsleri olarak utanıyoruz.
Bir 3 kişi ve ayakta duran insanlar görseli olabilir
İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi yeterli gelmemiş olacak ki 6284 sayılı yasanın din-kültür-geleneklere uygun yapılandırılması için de çağrı yapmış Memur Sen kadın komisyonu. Demişler ki “Sözleşme’nin ulusal mevzuattaki uzanımı olan ve onun ruhuyla hazırlanan 6284 sayılı Kanun, ideolojik bakışın eseri olduğu için toplumsal dokumuzla uyumsuz ve kadını korumada etkisizdir.” Onlara göre erkeği kriminalleştirmeyecek, ve kadını aynı anda koruyacak yeni bir yasa olabilimiş.
 
Biz sizin bahsettiğiniz o kutsal aile örneklerini Melek İpek, Nimet AKGÜN, Fikriye ÖZBEK gibi nice kız kardeşimizin davalarında gördük.
KESK kadın meclisi olarak, konfederasyonumuza duyduğumuz gururla, göğsümüzü gere gere size sesleniyoruz. “Kazanılmış haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz, hukuki güvencelerimizin ortadan kaldırılmasına müsaade etmeyeceğiz.”
Bir bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava görseli olabilir
 
YAŞASIN KADIN MÜCADELESİ
YAŞASIN KESK
KESK KADIN MECLİSİ
Dönem sözcüsü
Buket ALTINOK
BAKANLIK VESAYETİNİN OLMADIĞI,
DEMOKRATİK, KATILIMCI VE ȘEFFAF BİR İLKSAN İSTİYORUZ!
 
İlkokul öğretmenlerinin sağlık ve sosyal gereksinimlerini karșılamak ve yardımlașma amacı ile kurulmuș olan İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı (İLKSAN) yıllardır Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) siyasal vesayetiyle yönetilmektedir. Yedi kișilik yönetim kurulunun dördü, üç kișilik denetleme kurulunun ikisinin MEB tarafından belirlenmesi, siyasi iradenin İLKSAN’ın yönetiminde mutlak anlamda çoğunluk olması doğru değildir.
İLKSAN’da yönetim kurulu üyeleri brüt asgari ücretin beș katı ile yedi katına varan maaș, bunlara ek olarak huzur hakkı ve harcırah almaktadırlar.
İLKSAN’da yıllardır hep aynı zihniyet yönetimde olduğundan, zaman zaman yöneticiler değișse de, bürokratik yönetim zihniyeti değișmemektedir. Bunun için öncelikle İLKSAN’ın kuruluș amacına yönelik olarak demokratik, katılımcı ve șeffaf bir yönetim anlayıșına ihtiyaç vardır.
İLKSAN’da en büyük sorun zorunlu üyelik ve MEB vesayetidir. Zorunlu üyelik, vesayet ve demokrasinin taban tabana zıt kavramlar olduğu göz önüne alındığında, ortada büyük bir çelișkinin olduğu açıktır.
Bugün 285 bin 830 İLKSAN üyesinin, 153 bin 450’si (yüzde 54) kadın; 132 bin 380’i (yüzde 46) erkektir. Üyelerinin yarısından fazlası kadın olmasına rağmen, İLKSAN yönetiminde bir tane bile kadının bulunmaması önemli bir sorundur.
 
Bir şunu diyen bir yazı 'DEMOKRATİK,KATILIM VE ŞEFFAF BİR İLKSAN İSTİYORUZ! İLKSAN'DA RANT VE TALANA SON! SÖz, YETKİ VE KARAR ÜYELERE BOITIN SEN KESK 1995' görseli olabilir
1943 yılından bu yana, ilkokul öğretmenlerinin değerleriyle ve aidatlarıyla olușan İLKSAN’daki olumsuzlukları ancak üyelerin müdahalesi durdurabilir.
 
İLKSAN’da demokratik, temsilde adaletin sağlandığı bir ana statü olușturulmalı; tüm anti demokratik ve vesayetçi hükümler kaldırılmalıdır. İLKSAN’ın geleceğine sadece İLKSAN üyeleri karar vermelidir.
İLKSAN kuruluș amacı doğrultusunda üyelerine hizmet vermeli, siyasetten bağımsız olmalıdır.
Bakanlığın İLKSAN üzerindeki vesayeti tamamen kalkmalı, İLKSAN’a yönelik siyasal müdahalelere izin verilmemelidir.
İLKSAN’ın tüm faaliyetleri açık ve șeffaf olmalı, bütün harcamalar üyeler ve kamuoyu ile paylașılmalıdır.
İLKSAN’da zorunlu üyeliğe son verilmeli, üyelikten ayrılmak isteyenler herhangi bir hak kaybına uğramamalı, kesintileri yasal faiziyle birlikte tek seferde ödenmelidir.
İLKSAN’ın sosyal yardımlarından bütün üyeler ayrımsız yararlanmalıdır.
İLKSAN ana statüsü demokratik, katılımcı ve șeffaf bir yapıya kavușturulmalıdır.
İLKSAN’da 10 üyenin de, 499 üyenin de 1 temsilci seçmesi temsilde adaletin sağlanmasının önündeki en büyük engeldir.
İLKSAN’da yönetim ve denetim kurulları sadece üyelerden olușmalı, dıșarıdan her türlü siyasi müdahaleye kapalı olmalıdır.
Üyelerinin yarısından fazlasını olușturan kadınların yönetimde eșit temsilinin sağlanması için gerekli adımlar derhal atılmalıdır.
İLKSAN kendi üyeleri öncelikli olmak üzere, her türlü denetime açık hale getirilmelidir.
Alınan kararlarda üyelerin iradesi hâkim olmalı, karar alma süreçleri demokratikleștirilmelidir.
İLKSAN’da yönetimin yüksek maaș saltanatına son verilmelidir.
 

'' Ek zam istiyoruz. 2021 TİS yenilenmeli"

Her geçen gün daha ağır yaşam koşularına doğru sürükleniyoruz. Siyasal iktidar ekonomik kriz yok, ekonomimiz rekor üstüne rekor kırarak büyüyor diyor. Bize bu büyümeden düşük maaş zamları, yükseltilen adaletsiz vergiler ve gittikçe güvencesiz hale getirilen çalışma yaşamı düştü.
Biz emekçilerin alım gücü her geçen gün daha da azalıyor. İşsizlik artıyor. İğneden ipliğe yağmur gibi zamlar yapılıyor. Hakkımızı istediğimizde salgın var, bunun yarattığı kriz ortamı var diyorlar. Sözde hepimiz aynı gemideyiz. Bu gemide bize yoksulluk, çaresizlik, dişimizi sıkma düşerken, onlar lüks yaşam içersinde seyri sefa güdüyorlar. Bizim cebimizden alınanlar, patronlara teşvik, vergi affı, vergi yapılandırması ve yeni ihale olarak gidiyor.
Geçmediğimiz yollardan, köprülerden, kullanmadığımız hava limanı ve şehir hastanelerine cebimizden para akıtılıyor. Çarşı, Pazar, marketteki gerçek enflasyon oranları yıllardır saklanıyor. Gerçek olmayan ama resmi olan enflasyon oranlarıyla biz kamu emekçileri ve halkımız kandırılıyor. Bu resmi enflasyona göre maaşlarımıza zam yapıyorlar.
Sonuçta her yıl daha da yoksullaşarak yaşamaya çalışıyoruz. Maaşlarımıza 2020 yılının ikinci yarısında %7,8 zam yapıldı.. Ocak ayından bu yana iki aylık enflasyon oranı o da resmi oran %2.76 olmuştur. Maaşlarımıza yapılan zamlar iki ya da üç ay içerisinde eriyip gitmektedir. Hükümetle masaya oturan sözde ‘’yetkili sendika’’ konfederasyon ise olup bitenleri sadece izlemekte kamu emekçilerini oyalamaktadır. Bu malum sendikanın geçmiş dönemde hükümetin teklifinin altında bir rakama bile imza attığı olmuştu.
Halen çözülmemiş birçok sorun vardır. Sözleşmeli-güvencesiz çalışanların kadroya alınması, ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması, gelir vergisi, 3600 ek göstergenin çıkarılması ve ek gösterge adaletsizliğinin giderilmesi gerekmektedir.
Bir 1 kişi, ayakta ve açık hava görseli olabilir
Değerli Basın Emekçileri
Kovid salgınıyla birleşen ekonomik krizin enkazı yine biz emekçilerin üzerine yıkılmak isteniyor. Kovid salgınına ayrılan kaynakları bahane ederek işçilere, kamu emekçilerine, esnafa, çiftçiye verecek kaynak yok diyorlar. Oysaki devletin resmi rakamları Türkiye’nin pandemi ile mücadelede vatandaşlarına en az nakit destek veren ülke olduğunu gösteriyor. Türkiye’de kovid salgını için toplam 52,7 Milyar TL kullanılmıştır. Bunun 44,2 Milyarı İşsizlik fonundan, 2,1 Milyarı toplanan bağışlardan elde edilmiştir. Devletin hazineden ödediği para sadece 6,4 Milyar TL’dir. Artık aldatılmak istemiyoruz.
Değerli Basın Emekçileri
 
Bir kez daha tekrar ediyoruz, ısrarcıyız.
- 2021 yılı için %3+%3 maaş artışı dayatılan ‘’TOPLU SÖZLŞEME’’ derhal yenilenmelidir.
- Maaşlarımız gerçek enflasyon oranında ek zam yapılmalıdır.
- Birinci vergi dilimi %15 ten %10’a düşürülmelidir.
- Yoksulluk sınırın kadar olan maaşlardan yapılan kesinti birinci vergi diliminde sabitlenmelidir.
- Temel tüketim mallarından alınan KDV kaldırılmalıdır.
- Asgari ücret vergi dışı bırakılmalıdır.
- Yoksulluk sınırı altında geliri olan emekçilerin elektrik, ısınma giderleri, doğalgaz, su, internet giderleri hazineden karşılanmalıdır.
Artık yeter diyoruz. İnsanca yaşam koşulları için ek zam istiyoruz.
 
KESK Adana Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü
Hüseyin KAYA
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

 

Yaşasın 8 Mart
164 yıl önce katledilen kadınların öfkesi, direnci ve mücadelesi ile…
Etrafımız, patriyarkal kapitalizm, krizler ve erkek egemenliği tarafından sarılı. Fakat teslim olmaya hiç niyetimiz yok!
Dünya kadınlarının eşitlik ve özgürlük mücadelesinin adıdır 8 Mart. Yakılarak katledilmiş 129 tekstil işçisine adanmış, devrimlere kapı aralayan Petersburg’lu kadın işçilerin 8 Mart 1917’deki grev ve direnişlerinin tarihselliğiyle şekillendi. Kadınların ezilmesinin, emeğiyle ve bedeniyle sömürülmesinin, tümüyle eşitsiz koşullara mahkum edilmesinin tüm deneyim ve görünümlerine karşı gücümüzü birleştirdiğimiz günde, 8 marttayız.
İşte bu yüzden, dünyanın her yerinde olduğu gibi Adana'dan da bizi güvencesizliğe, şiddete ve eşitsizliğe mahkum eden erkek egemen düzene karşı “aşağı bakmıyoruz, birlikte güçleniyor , dünyayı değiştiriyoruz.” demek için buradayız
Bir 2 kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava görseli olabilir
Tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi ile , tüm canlıların yaşamlarını derinden etkileyen bir yılı ardımızda bıraktık. bir yıllık pandemi sürecinde en çok ezilenlerden, hakları gasp edilenlerden biri de kadınlar oldu. “Evde Kal!” çağrısıyla birlikte çalışan kadınların birçoğu mesailerine evden devam ettiler. “sağlığımız” için kaldığımız evler bizlere şiddet, istismar, yeniden üretim sürecinin zorunlu öznesi olma koşullarıyla geri döndü. Bu durum bir kez daha toplumsal cinsiyet eşitsizliğini tüm gerçekliğiyle gözler önüne serdi.
Sağlık emekçisi kadınlar yoğun çalışma koşullarından sonra ev içi bakım emeği, annelik gibi görevlerden dolayı insani yaşam standartlarından uzaklaştılar. Bu görevleri aksattıkları zaman şiddete maruz kaldılar. İş yerlerinde covid-19 tehlikesinde, evde ise erkek şiddetine uğradılar.
2020 yılında 300'den fazla kadın cinayeti işlendi. 2021 yılının geçirdiğimiz bu 2 ayı da kadın cinayetleriyle, erkek şiddetiyle geçti. Her kadın cinayeti de “kadın cinayeti değil” denilerek, intihar, kaza olduğu öne sürülerek gerçekler örtbas etmeye çalışıyor. Biz biliyoruz ki öldürülen her kadının sorumlusu erkek egemen sistem, onun yürütücüsü devlet ve iktidarın yanlış politikalarıdır. Kızkardeşimiz Betül Özdemir’in davasında olduğu gibi bütün şüpheli ölümler etkin araştırma ve soruşturma yöntemleri ile aydınlatılmalıdır. Kadın katillerinden hesabı kadınlar soracak.
Adalet ve yargı sistemi de kadın katillerini, tecavüz faillerini etkin ve objektif soruşturmuyor ama diğer yandan, ölmemek için kendini savunan Melek İpek, Nimet Akgün, Fikriye Özbek gibi kadınları da müebbet hapis cezaları ile yargılıyor. Geçtiğimiz yıl Adana'da, kendisine yıllardır şiddet uygulayan evli olduğu erkeğe öz savunma uygulayarak hayatta kalan kız kardeşimiz Fikriye Özbek tutuklanmıştı. Erkek yargı yıllardır uygulanan şiddeti görmezden gelerek yaşamını savunan kadınlara 'katil' sıfatını koymaya çalışıyor.
Öz savunma haktır ! Kadınların yaşamını savunmasını cezalandıramazsınız.
Bir ayakta, açık hava ve şunu diyen bir yazı 'EŞİTSİZLİĞE, ŞİDDETE, YOKSULLUĞA, SAVAŞA KARŞI İSYANDAYIZ! ADANA KADIN PLATFORMU platformu' görseli olabilir
429 gündür haber alamadığımız Gülistan Doku’nun akıbeti için de hala ellerini taşın altına koymuş değiller. Buradan tekrar soruyoruz. Gülistan Doku nerede?! Adaletin yalnızca, hukuk kitaplarında, yasa kitapçıklarında basılı, tabelalarda asılı kaldığı bir ülkede yaşıyoruz.
Bir yandan her gün, lgbti+lara yönelik nefret söylemlerine, nefret suçlarına tanık oluyoruz. Heteroseksist erkek egemen zihniyet, kadınlara ve lgbti+lara yönelik psikolojik, fiziksel vb türlü şiddetine devam ediyor; ayrımcı, ötekileştirici, lgbti+fobik söylemler ve davranışları ile lgbti+ ‘ların yaşamlarını zindana çeviriyor. Birkaç gün önce Adana emniyet müdürlüğü, toplumun genel ahlak anlayışına aykırılıkları olduğu gerekçesi ile 8 Mart miting alanına lgbti+ görsel, döviz, bayrak, flama vb materyallerin sokulmasına izin vermeyeceğini söyledi, bulundurulması durumunda müdahale edeceğini söyleyerek bizlere gözdağı vermeye çalışıyor. 6 Mart günü de İstanbul’da düzenlenen Büyük Kadın Buluşmasında polis önce bayrak ve dövizlerdeki gökkuşağı renklerini gerekçe göstererek kadınların alana girişleri engelledi, daha sonra trans kadın kortejini keyfi bir müdahale ile engellemeye çalıştı. Eylem sonunda alandan çıkan kadın ve lgbti+lar takip edilerek arka sokaklarda işkencelerle gözaltına alındı.7 Mart günü de savcılık, arkadaşlarımızın ifadelerini bile almadan tutuklama talebi ile mahkemeye sevketti. Biz kadınlar olarak hiçbir meşru ve yasal dayanağı olmayan bu yasaklama, engelleme ve gözaltıları asla kabul etmiyoruz!
Lgbti+’lar vardır, var olacaktır!
 
Bir bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava görseli olabilir
Tüm bunların karşısında Türkiye'de kadınlar 2020 yılını bir mücadele yılına çevirdiler. Kadın cinayeti haberleri arka arkaya gelirken, iktidar, koruyucu yasaları uygulamadığı gibi kadınların kazanımlarını her yanından tırpanlamaya çalıştı. Kadınlar bulundukları her alanda “İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmiyoruz” sloganını haykırarak iktidarın İstanbul Sözleşmesi’ne yaptığı saldırıyı püskürttü. 2014’ten bu yana yürürlükte olan İstanbul Sözleşmesi kadınları her türlü şiddete karşı korumayı, kadına karşı şiddeti ve hane içi şiddeti önlemeyi amaçlayan uluslararası sözleşme, milli değerlere uygun değil denerek kaldırılmaya çalışıldı. Buradan bir kez daha soruyoruz : erk milli değerlere ne uygun ? tecavüz mü uygun ? kadınları katletmek mi uygun ? çeşitli cinsel yönelim ve kimlikten bireyleri katletmek mi uygun ? ne uygun? Milli değerleriniz sizin olsun biz kadınlar eşit ve özgür yaşamak istiyoruz .Türkiye Cumhuriyeti Devleti hali hazırda İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı ve tarafıyken, kanımızı donduran sayısız kadın cinayetlerine tanık olduk. İstanbul Sözleşmesini uygulamaktan imtina eden, kadınların haklarına göz diken bu iktidar, şimdi kadınların elindeki tek dayanak olan İstanbul Sözleşmesi'ni tartışılabilir hale getirmeye çalışıyor ve kadınları şiddetten korumak için yeni anayasa yapacağını ilan ediyor. Biz kadınlar, geleceğimizi iktidarın vaatlerine bırakamayız. İstanbul Sözleşmesi tartışılamaz! Sözleşme koşulsuz şartsız uygulansın!
**
Erkek devlet kadınları, siyasi ve toplumsal yaşamın her alanından uzaklaştırmaya, eve kapatıp iradelerini yok saymaya çalışıyor. Oysa unuttukları bir şey var! Her şiddet yeni bir mücadele doğuruyor ve bu zihniyet karşısında kadınlar bu mücadeleden daha da güçlenerek çıkıyor.Cinsiyet eşitlikçi mücadele sonucunda kazanılan eşit temsiliyet, kadınların partilerde, meslek ve kitle örgütlerinde özellikle de yerel siyasette yer almalarını sağlayan en önemli mekanizmalar iken yerel yönetimlerdeki eş başkanlık “suç” sayılıyor. Kadın belediye eş başkanları görevden alınıyor, tutuklanıyor. İktidar eş başkanlığa saldırıyor ve yok etmek istiyor. Ancak biz kadınların mücadelelerle kazandığı bu haklarımızdan vazgeçmeye niyetimiz yok. Eş başkanlık mor çizgimizdir.
Geldiğimiz aşamada belediyelere atanan kayyumların ilk icraatlarının kadın kazanımlarına saldırması ile ,Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyum Melih BULUNUN ilk icraatının lgbt+ların çalışma kulübünü kapatması arasında hiçbir zihniyet farkı yok. Kayyumlar tarafından kadın kazanımları gasp ediliyorken çoğu kadın derneği, kayyumlar eliyle kahvehanelere çevriliyorken durup izlemeye niyetimiz yok! Haksızlık, hukuksuzluk varsa karşısında mücadele eden kadınlar var!
Tarihi ilmek ilmek ören , hangi taşı kaldırsa altından emeği çıkan kadınları usulsüz uygulamalarınız ile silebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Kadın iradesini yok sayan , kadın kazanımlarını tırpanlamaya çalışan bütün uygulamaların karşısındayız.
 
Bir bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava görseli olabilir
**
Hergün adeta aklımızla dalga geçmeye çalıştıkları açıklamalara şahit oluyoruz. AKP'li Özlem Zengin, “Türkiye'de çıplak arama olduğuna asla inanmıyorum” derken her gün yeni bir çıplak arama veya gözaltı olduğunu çok iyi biliyoruz.
Sırf kadın mücadelesi yürüttükleri için, kadınlar ev baskınlarında köpekli işkenceye, kötü muameleye, göz altında tacize ve çıplak aramaya maruz bırakılıyor. Bizi böyle sindirebileceklerini, mücadelemizden vazgeçirebileceklerini sanıyorlar. Unuttukları şey ; kadınların ele avuca sığmaz bir direniş tarihi var.
Akıl almaz uygulamalar ile hayatlarımız kuşatılmaya çalışılıyor, kadınlar bu kuşatmayı daha öncede yaptığı gibi mücadele ile kıracak. Dönemin cumhurbaşkanı 2019 senesinde G-20 zirvesi için gittiği Japonya’dan eğitim sistemimizin en büyük eksiği, ihtiyacıymış gibi kadın üniversiteleri fikri ile geri döndü.YÖK başkanına “Kadın Üniversiteleri için çalışmalarınıza derhal başlayın’’ direktifini verdi, geçtiğimiz Temmuz ayında ise Kadın Üniversiteleri, Cumhurbaşkanlığı 2021 Yıllık Kalkınma Planına eklendi. Üniversiteler içerisinde türlü şiddet biçimlerini kadınları üniversite içerisinden soyutlayarak çözüm üretme fikri mevcut iktidarın kadın bakış açısını açıkça ortaya koyuyor Erk iktidar aklı, laf cambazlıklarıyla “kadınları düşünüyoruz” imajı vermeye çalışıyor. . Bir kez daha hatırlayalım kadınlar aynı akıl nafaka hakkına saldırmıştı, toplumsal cinsiyet derslerini kaldırmıştı, İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmaya açmıştı aynı akıl... Kadınların güvenliği, kadınları toplumsal alandan buharlaştırarak sağlamak istiyorlar. Gitmeye, geri çekilmeye hiç niyetimiz yok. Burada ve bir ardayız Kadın üniversiteleri kadınların yaşamında gerici bir çözülme yaratmaktan bir adım öteye gidemez. Size kadın üniversitelerini açtırmayacağız. Üniversiteli genç kadınların ihtiyacı cinsel taciz birimleri, cinsiyet eşitliğini esas alan dersler, güvenli alanlar yaratmadır; kadın üniversiteleri değil!
Kadınların yaşamlarını pembe otobüslere, evlere, kadın üniversitelerine sığdırmaya çalışanlar bilmelidir ki biz bu kalıplara girmeyeceğiz ve her alanda eşitsiz sınırları aşarak bulunmaya devam edeceğiz.
Bir bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava görseli olabilir
Biz Adanalı kadınlar tüm bu baskılara rağmen #AşağıBakmayacağız, kazanılmış haklarımızı korumaya ve insanca yaşam için mücadele etmeye devam edeceğiz. Her yıl olduğu gibi bu yılda tüm kadınları haklarımızı savunmaya ve mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.
Yaşasın kadın dayanışması!
Kadınlar birlikte güçlü!
Dünyanın bütün kadınları birleşin!

New York’ta bir tekstil fabrikasında yanarak hayatını kaybeden işçi kadınların ardından bugün, 164 yıl sonra da dünyanın her yerinde, ayrımcılığa, şiddete, eşitsizliğe, sömürüye, baskılara karşı verdiğimiz; eşitlik, özgürlük, emek, hak, adalet, barış, laiklik mücadelesi ve dayanışma için sesimizi, isyanımızı birleştirme ve büyütme hikayemizi yazmaya devam ediyoruz. Bugün benzer taleplerle tekstil fabrikasında hakları için direnen kadınların izinden gidenler olarak; onları saygı ve şükranla anıyoruz.

8 Mart, dünyanın neresinde olursa olsun kadınlara uygulanan sömürüye, ayrımcılığa,  baskıya karşı yürütülen, kadın haklarının kazanılmasında verilen direnişin simgeleştiği bir mücadele günüdür. Eşitsizliğin, sınırsız tüketimin, sömürünün, yoksulluğun sistemleştiği patriyarkal kapitalizmin, kadın ile kurduğu  "ucuz emek - kutsanmış annelik" ilişkisinin neoliberal politikalarla tüm dünyada yeni kölelik koşullarını dayattığı bu dönemde, kadının varoluş mücadelesi çok daha anlamlı bir hale gelmiştir.

Kadınlar, çalışma ve toplumsal yaşamda, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile karşı karşıya kalmaktadır. Herhangi bir sosyal güvencesi olmadan kayıt dışı olarak çalıştırılan kadınlar "ucuz emek gücü" olarak görülmekte, "eşit değerde işe eşit ücret"den yoksun bırakılmaktadırlar. Covid 19 pandemisiyle birlikte patriyarkal kapitalizmin yarattığı sorunlar derinleşmiş, pandemi kadına yönelik ekonomik, psikolojik, fiziksel, cinsel şiddeti, kadın bedeni, emeği üzerindeki sömürü ve baskıyı arttıran bir politikanın fırsatı haline getirilmiştir.

Çocuk, hasta, yaşlı, engelli bakımının sadece kadına özgü bir sorumluluk gibi görülüp kadının sırtına yüklenerek, bakımın kamusal bir hizmet olarak sunulmaması, sosyal destek politikalarının geliştirilmemesi, metalaştırılan hizmetlerin fiyatlarının çok yüksek olması nedeniyle kadınlar istihdamdan kopmakta ya da hiç istihdam alanına girememektedir. Bakım maliyetlerinden kaçınmanın yolu haline getirilen bu uygulamalar kadının hane içi emeğini görünmez kılmaya, değersizleştirmeye devam ederken, emeğinin görünür ve değerli olması için gerekli ekonomik düzenlemeler yapılmamaktadır. Bunun sonucunda kadınlar kamusal alandan, sosyal yaşamdan, üretimden uzaklaşmak zorunda kalmaktadır.

Nüfus politikaları ataerkil kapitalist sistemin ihtiyaçlarına uygun biçimde kadın bedenleri üzerinden, kadın cinselliği ve doğurganlığı denetlenerek sürdürülmektedir. Ülkemizde özellikle son yıllarda kadınların toplum içindeki ekonomik, kültürel ve sosyal etkinliği siyasi iktidarın bilinçli politikaları ile sürekli azaltılmaktadır. Kadınlar, muhafazakar–feodal kültürün baskısı ile evine kapanmaya zorlanmaktadır. Kadınların istihdam ve sosyal yaşama katılım oranlarında son yıllarda görülen düşüş bunun en açık göstergesidir.

Kadına yönelik şiddet de yaşamın tüm alanlarında yaygın olarak sürmektedir. Her gün en az 4 kadın katledilmektedir. Kadınlar en yakınlarındaki erkekler tarafından fiziksel, psikolojik, cinsel şiddete uğramakta, intihar denilerek son derece şüpheli ölümlerle yaşamları çalınmaktadır. Şiddet her kesimden, her meslekten, her toplumsal kesimden kadına karşı uygulanmaktadır.  Cezasızlık, korumasızlık ve hukuksuzluk nedeniyle kadına yönelen şiddet konusundaki istatistikler, dünya genelindeki bir insan hakları felaketini ortaya koymaktadır. Buna karşın yaşamlarını korumak için öz savunmasını kullanan kadınlar ise serbest bırakılmak yerine, ağırlaştırılmış cezalarla cezaevlerinde yaşamaya mahkûm edilmektedir. Kadınların insanlık dışı yöntemlerle, vahşice, toplumun, devletin gözü önünde öldürülmesi ve kadına yönelik şiddetin faillerinin, eril yargı ile “tahrik” adı altında indirimlerle serbest bırakılması, şiddeti ve kadın cinayetlerini körüklemektedir.

Kadını kontrol altına almayı hedefleyen, kamusal alandan uzaklaştıran sistem; üniversitelerde, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesini toplumsal değerlerimize ve kabullerimize uygun olmadığı gerekçesiyle durduran,  Türkiye’nin imzalamış olduğu CEDAW-Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına ilişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesine ve Kadına Karşı Şiddetin ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin İstanbul Sözleşmesine karşı olan anlayışla kadına yönelik şiddet kışkırtılmaktadır.

Biliyoruz ki eşitlikçi yönetim biçimleri işlevsel kılınmadan ne kadın ne de toplum şiddetten kurtulacaktır. Bu nedenle ülkemizde kadını eşit ve özgür birey olarak gören yasal dönüşümler ve uygulamaların bir an önce başlatılması, eşitlikçi, demokratik, laik, yönetim biçimlerinin hayata geçmesi, kadın bedeni üzerindeki tüm söz ve karar haklarının kadına ait olduğunun kabul edilmesi ve  siyasi iktidarların kadının bedeninden elini çekmesi gerekmektedir.

 

Taleplerimiz  açık ve net:

*Kadınlar ve LGBTİ+ lara yönelik her türlü ayrımcılığı ve şiddeti önleyen yasal düzenlemeler acilen yapılmalı,İstanbul Sözleşmesi’nin tartışılmasına son verilmeli,  6284 sayılı yasa etkin bir şekilde uygulanmalı,

*Çalışma hayatında kadına yönelik her türlü ayrımcılık terk edilmeli,esnek çalışma biçimlerine, cinsiyetçi iş bölümüne, ücret eşitsizliğine son verilmeli, güvenceli, düzenli işler yaratılmalı,

*Yetki ve karar mekanizmalarında eşit temsiliyetin hayata geçmesi sağlanmalı,

*Bir sağlık ve sosyal hak olarak kürtaj hakkının kullanımını engelleyen fiili uygulamalardan vazgeçilmeli,  güvenli ve parasız kürtaj olanakları sağlanmalı,

*Kadınlar regl döneminde en az iki gün ücretli izinli olmalı,

*Kadın istihdamın önündeki engellerden olan çocuk, hasta, yaşlı, engelli bakımı kamusal hizmet olarak sunulmalı, ev işlerini kadının üstünden alacak sosyal politikalar uygulanmalı,

* Kapatılan kamu kreşlerinin yanı sıra tam zamanlı, ücretsiz, nitelikli ve anadilinde hizmet veren kamu ve mahalle kreşleri açılmalı,

*ILO 190 sayılı sözleşme uygulanmalı,

*Kadını eğitimden, istihdamdan, yaşamdan koparan, çocuk yaşta evliliklerin hızla artmasına yol açan 4+4+4 eğitim sistemi hemen iptal edilmeli,

*8 Mart kadınlar için ücretli izin günü sayılmalıdır.

 

Kadınların eşit ve özgür olduğu, sömürünün baskının ortadan kaldırıldığı bir gelecek için,

Hayatlarımıza sahip çıkmak için,

 Savaş ve işgal politikalarına geçit vermemek için,

Demokrasi ve barış için,

 Emeğimiz, bedenimiz ve kimliğimiz bizimdir demek için,

Doğamıza ve yaşam alanlarımıza sahip çıkmak için,

Emeğimizi ve hayatı örgütlemek için,

 Tüm kadınları, gökkuşağı gibi tüm renklerimizle bir arada olmaya, haklarımıza ve yaşamlarımıza sahip çıkmaya çağırıyoruz.

Evde, işte, okulda, tarlada, fabrikada, atölyelerde, emeği ve hakları için mücadele eden tüm kadınların 8 Mart 2021 Pazartesi Saat:16.30’da Kasım Gülek köprüsünden başlayacak yürüyüşlü mitingimize katılımınızı bekliyoruz.

 

SÖYLECEK SÖZÜMÜZ, DEĞİŞTİRECEK GÜCÜMÜZ VAR!

YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI!

KESK Adana Kadın Meclisi adına

Buket Altınok

Eğitim Sen Kadın Sekreteri