14 Ocak’ta kurulan ‘Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi İçin Meclis Araştırması Komisyonu’ hazırladığı rapor ile kadınların boşanmasını zorlaştırma, tecavüzcü ve çocuk istismarcılarını ödüllendirme telaşında.
Erkek egemen düzende tek derdi üzerinde yükseldiği aile kurumunu korumak olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Meclis komisyonları gece gündüz çalışarak kadına, aile içindeki şiddete, tecavüze, baskıya ve cinayete rağmen ‘kutsal aileyi’ ayakta tutma zorunluluğu bulmaya çalışıyor.
Raporda yer alan maddelerin incelendiği İstismar Edersen Ceza, Delilin Yoksa Tedbir, Boşanırsan Nafaka Yok sunumunu görmek için tıklayınız.
MEB’in Performans Değerlendirme Dayatmasını Kabul Etmek Mümkün Değildir!
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), bugüne kadar uyguladığı politikalarla okulları birer “ticari şirket” gibi yönetmek, eğitim emekçilerini daha fazla, daha yoğun çalıştırmak ve çalışmalarının her aşamasında denetlenmelerini sağlamak amacıyla bireysel performans ölçme ve değerlendirme uygulamalarını başlatmıştır.
MEB tarafından Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin 54. maddesine göre “Öğretmen Performans Değerlendirme Modülü” açılmış ve büyük bölümü iktidarın siyasal kadroları olarak atanan okul müdürlerinin 30 Haziran’a kadar 50 kriterden oluşan “Performans Değerlendirme Formu”nu doldurmaları istenmiştir.
MEB, her ne kadar yapılacak değerlendirmelerin Bakanlıkça duyurulacak usul ve esaslar çerçevesinde, zamanında, nesnel ve tarafsız şekilde yürütülmesinden ilgili il milli eğitim müdürünün sorumlu olacağını belirtse de, geçmişte benzeri değerlendirmeler sonucunda iktidara yakın sendika üyelerine başarı belgeleri verildiği hatırlanacaktır.
Kamusal bir hizmet olması gereken eğitimin tüm süreçlerinde “piyasanın” kurallarını işletmeye çalışan, eğitimde nitelik değil, mal üretiminde geçerli olan “kalite” için çırpınan MEB’in ve siyasallaşmış kadrolarının ne kadar “bilimsel” ve “objektif” hareket edeceği tartışmalıdır. Öğretmenlerin mevcut durumdan daha fazla çalıştırılmasına yönelik olarak uygulanmak istenen performans değerlendirmesinin, eğitim emekçilerinin karşılıksız çalışma saatlerinin artması ile sonuçlanması kaçınılmaz olduğu gibi, eğitimin niteliğinin artmasına somut bir katkısının olması mümkün değildir.
MEB, tıpkı ticari şirketler gibi eğitimde bireysel performans değerlendirme uygulamalarını uygulamadan önce şu sorulara yanıt vermelidir;
- MEB, bilimsel ölçme ve değerlendirme yöntemlerini kullanmak yerine, asıl amacı “birim zamanda yapılan iş miktarını arttırmak” ve “daha az kişiyle daha çok iş yapmak” anlamına gelen performans değerlendirme dayatmasını neden tercih etmiştir?
- Öğretmenlerin bireysel performans değerlendirmesi hangi bilimsel ve objektif kriterler üzerinden yapılacak, siyaseten atanan okul müdürlerinin sübjektif davranmasının önüne nasıl geçilecektir?
- Eğitim emekçilerinin üzerindeki baskı, sürgün ve soruşturmaların tarihte hiç olmadığı kadar arttığı bir dönemde, okul müdürleri tarafından yapılacak değerlendirmelerin objektif ve güvenilir olması mümkün müdür?
- Bireysel performans değerlendirmesinin öğretmenler üzerinde “Demokles’in Kılıcı” işlevi görmesi, öğretmenlerinin mesleklerini gerçek anlamda etik ilkeler üzerinden yürütebilmesini zorlaştırmayacak mıdır?
Eğitimde performans değerlendirme uygulamaları “az çalışanla çok çalışan belli olsun” propagandası üzerinden hayata geçirilmeye çalışılırken, bütün amacın öğretmenleri psikolojik olarak baskı altında tutmak ve onların mevcut iş yüklerini arttırmak olduğu açıktır. Eğitimde başarının arttırılması için uygulandığı iddia edilen performans değerlendirme uygulamalarının on binlerce ücretli öğretmenin güvencesiz olarak çalıştırıldığı, siyasi-ideolojik müdahalelerle sürekli değiştirilen eğitim sistemine en küçük bir katkı sunması mümkün değildir.
Performans değerlendirmesi uygulamasında öğretmenlerin yaptıkları işin niteliğinden çok “yüksek performans” üzerinden bireysel değerlendirmeye tabi tutulması, okullarda herkesin birbirinin “rakibi” olduğunu düşüncesinin gelişmesine ve iş barışının bozulmasına neden olacaktır. Bu uygulama ile ayrıca okullarda görev yapan eğitim emekçileri ile eğitimdeki çeşitli kademelerde yer alan yönetim organları (okul yönetimi, ilçe milli eğitim müdürlüğü, il milli eğitim müdürlüğü vb.) ile ilişkilerde koşullandırılmış ve bağımlılık (yaranma, tabi olma, hoş görünme vb.) ilişkilerini daha da geliştirmesi kaçınılmazdır.
Öğretmenlere performans değerlendirmesi adı altında puan verilmesi ve bu puanların değerlendirme ölçütü olarak kullanılacak olması, eğitimde yeni çatışmaların ortaya çıkmasına neden olacaktır. MEB’in asıl hedefi, öğretmenlerin performansını ölçmek bahanesiyle, yeni bakan İsmet Yılmaz’ın da açıkladığı gibi, eğitimde ücretli, sözleşmeli ve güvencesiz istihdamı yaygınlaştırmak, uzun vadede eğitim emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldırmaktır.
Eğitim Sen, yukarıda belirtilen nedenlerle eğitimde performans değerlendirme uygulamalarına haklı gerekçelerle itiraz etmekte ve karşı çıkmaktadır. Sendikamız, sadece öğretmenlerin kendileri hakkında “Performans Değerlendirme Formu” doldurmasına değil, öğretmenler hakkında bir başka meslektaşı, müfettiş, okul müdürü veya eğitim yöneticisi tarafından form doldurulmasına da karşı çıkmış, yönetmeliğin performansa ilişkin hükümlerinin iptali istemiyle dava açmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı eğitim emekçilerine performans dayatması yaparak onları daha fazla çalıştırmaya, adım adım güvencesiz çalışma ilişkilerine mahkum etmek yerine, öncelikle eğitimde yaşanan sorunlar karşısında neden kalıcı çözümler üretemediğini sorgulamalıdır.
MEB, eğer eğitim sistemi için faydalı bir şey yapmak istiyorsa, eğitim emekçilerini bireysel performans değerlendirme tehdidi ile hizaya getirmek ve disipline etmekten derhal vazgeçmeli, uyguladığı eğitim politikalarının neden birer birer çöktüğünün yanıtını aramalıdır.
EĞİTİMDE ÇELİŞKİLER VE EŞİTSİZLİKLER ARTARAK SÜRÜYOR!
Milli Eğitim Bakanlığı’nın çözüm üretmekten çok, yeni sorunlar yaratan politika ve uygulamaları nedeniyle eğitim emekçileri, öğrenciler ve veliler bu eğitim öğretim yılında da ciddi anlamda mağdur edilmiştir.
2015-2016 eğitim öğretim yılını, iktidarın yıllardır uyguladığı ırkçı ve gerici politikalara, her birisi siyasi görevler yüklenerek atanan okullardaki yandaş yönetici kadrolarına karşı Türkiye’nin köklü liselerinden başlayarak yükselen haklı tepkileri selamlıyoruz. Yıllardır ülkenin eğitim kurumlarını çağ dışı bir zihniyetle yönetmeye çalışan, bilim ve özgür düşünce düşmanı, laik ve demokratik yaşam tarzını yok etmeyi amaçlayan, yasakçı uygulamaları ile gençliği zapturapt altına almaya çalışan zorbalığa karşı sesini yükselten ve aydınlık geleceğimiz olan liseli gençler yalnız değildir.
2015-2016 eğitim öğretim yılı, özellikle eğitimde 4+4+4 düzenlemesinin ilk sonuçlarının ortaya çıkması açısından önemlidir. MEB’in resmi istatistiklerine de yansıyan bilgiler, kamusal eğitimi tasfiye etmek amacıyla eğitimde yaşanan ticarileşme ve özelleştirme uygulamalarının yoğunlaştığını ortaya koyarken, eğitim sisteminin siyasi iktidar ve MEB işbirliği ile hızla uçuruma doğru sürüklediğini göstermektedir.
2015-2016 eğitim öğretim yılını önceki yıllardan farklı kılan en önemli özellik, bölge illerinde aylarca süren çatışmalar ve sokağa çıkma yasakları nedeniyle eğitim öğretimin bazı il ve ilçelerde tamamen durması olmuştur. Yaşanan sokağa çıkma yasakları ve fiili sıkıyönetim uygulamaları nedeniyle on binlerce öğrencinin eğitim-öğretim hakkı gasp edilmiş, öğretmenlerin MEB tarafından kısa mesaj gönderilerek “hizmet içi eğitime” alınmasıyla eğitim faaliyetleri engellenmiştir.
Çocukların yaşam ve eğitim hakkına yönelik saldırılar, 2015-2016 eğitim öğretim yılının çok sayıda öğrenci ve öğretmen tarafından kayıp bir yıl olmasına neden olmuştur.
4+4+4 düzenlemesinin uygulandığı son dört yıla ilişkin resmi verilere bakıldığında, eğitimde yaşanan ticarileştirme ve dinselleştirme uygulamalarının nasıl iç içe geçmiş bir şekilde hayata geçirildiği, öğrenci ve öğretmenlerin nasıl bir cenderenin içine sıkıştırıldığı görülmektedir.
Karaman’da Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip ve İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği’ne (KAİMDER) yakın kişilerin kiraladığı evlerde kalan 9 ve 10 yaşlarındaki 45 erkek öğrencinin üç yıl boyunca etüt öğretmeni tarafından cinsel istismara maruz kaldığı ortaya çıkmıştır. Yıllardır siyasi iktidarın desteği ile hareket eden Ensar Vakfı bünyesinde yaşanan bu üzücü olayın üzerini örtmek için yoğun çaba harcanmasına rağmen, ailelerin şikâyeti üzerine olayın korkunç boyutları ortaya çıkmıştır. Söz konusu istismarların sadece Karaman ile sınırlı olmadığı, ülke çapında yaşanan yaygın bir uygulama olduğu görülmüştür.
Milli Eğitim Bakanlığı, ideolojik yönelimleri doğrultusunda çalışmalar yapan söz konusu dini vakıflar ile çeşitli protokollere imza atarak eğitimi dinselleştirme sürecinde siyasi nüfuzu olan dini vakıf ve cemaatlere özel görevler vermiştir.
İktidar, vakıf sistemi üzerinden eğitim sistemini yeniden düzenlemek, yurt içi ve yurt dışında faaliyet yürütmek üzere devlet eliyle “Maarif Vakfı” adında yeni bir vakıf kurarak ve bazı görevlerini bu vakfa devrederek eğitimde yeni bir “paralel yapı” oluşturmaktadır. Vakfın tamamen devlet/iktidar destekli olması, gerek maddi gerekse siyasi gücünü kullanarak hareket edecek olması dikkat çekicidir.
Türkiye’de sadece Sünni İslam’ın resmi temsilcisi konumunda olan Diyanet İşleri Başkanlığı ve MEB işbirliğiyle ülke çapında açılan “kreş görünümlü” Kur’an kursları aracılığıyla 4-6 yaş grubundaki okul öncesi çağdaki çocuklara dönem başından itibaren “dini eğitim” verilmeye başlanmıştır. Devlete ait okul öncesi eğitim kurumlarında velilerden “aidat” adı altında para talep edilirken, Diyanet’in açtığı kursların tamamen parasız olması dikkat çekicidir. Diyanet’e bağlı 4-6 yaş grubu Kur’an kursları fiilen “sıbyan mektebi” işlevi görmekte ve resmi okul öncesi eğitim kurumlarına alternatif olarak sunulmaktadır.
Okullarda fiziki donanım ve altyapı sorunları, kalabalık sınıflar, taşımalı eğitim, zorunlu ve “zorunlu seçmeli” din dersi dayatması sürmektedir. Kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkının önündeki engeller artarak devam etmiştir. Kamusal eğitimin zayıflatılması, eğitimin tamamen paralı hale getirilmek istenmesi, okullarda cinsiyet, etnik kimlik ve mezhep ayrımcılığına ilişkin uygulamaların sürmesi, ataması yapılmayan öğretmenlerin durumu, ücretli-vekil öğretmen uygulamalarının devam etmesi, eğitim yöneticilerinin siyasi referanslarla belirlenmek istenmesi gibi sorunlar artarak sürmüştür.
Aday öğretmenlerin baskı ve yönlendirmeler ile yandaş sendikaya üye olmaya zorlanması, okullarda ve diğer eğitim kurumlarında yıllardır üvey evlat muamelesi gören ve iş tanımı hala yapılmayan yardımcı hizmetlilerin, kadro bekleyen 4-C’li çalışanların, memur ve teknik personelin sorunları, üniversitelerde yaşanan soruşturma ve görevden almalar, her geçen gün artan akademik, idari sorunlar ve özellikle Eğitim Sen üyelerine yönelik mobbing uygulamaları ve baskılar gibi pek çok sorun geçtiğimiz eğitim öğretim yılına damgasını vuran diğer konu başlıkları olarak öne çıkmıştır.
Eğitimde 4+4+4 dayatması sonrasında okullarda yaşanan ve giderek derinleşen sorunları, acil çözüm bekleyen okula başlama yaşına ilişkin gelişmeleri, kalabalık sınıfları, okullarda yeterli altyapının olmamasını, fiziki donanım eksikliklerini, kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitimin önündeki engelleri, eğitim sisteminde yıllardır çözüm bekleyen sorunlardan ayrı ve bağımsız değerlendirmek mümkün değildir.
Sonuç olarak; Okul öncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarında, eğitimin laik, bilimsel ilkeler doğrultusunda verilmesine, demokratik ve kamusal eğitimin geliştirilmesine özen gösterilmelidir. Derslik, okul, öğretmen açıklarından eğitimin genel bütçe içindeki payına kadar, eğitimin hemen her alanında köklü bir değişime gereksinim vardır. Kamusal, parasız, demokratik, nitelikli, bilimsel ve anadilinde eğitimin önündeki engellerin kaldırılması için somut adımlar atılmalı, eğitimi piyasalaştırma ve dinselleştirme adımlarına derhal son verilmelidir.17/06/2016
Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu Adına
Ahmet KARAGÖZ
Şube Başkanı