Cuma, 20 Kasım 2015

20 Kasım “Dünya Çocuk Hakları Günü” Kutlu Olsun

20 Kasım

Birleşmiş Milletler’in 20 Kasım 1959’da Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni kabul etmesinin 56. yılını geride bıraktık. Taraf ülkeler bu sözleşmeyi hazırlarken çocuğun kişiliğinin tam ve uyumlu olarak gelişebilmesi için mutluluk, sevgi ve anlayış havasının içindeki bir aile ortamında yetişmesinin gerekliliğini kabul etmişlerdir. Ayrıca çocuğun toplumda bireysel bir yaşantı sürdürebilmesi için her yönüyle hazırlanmasının ve özellikle barış, değerbilirlik, hoşgörü, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ruhuyla yetiştirilmesinin gerekliliğini savunmuşlardır.

Türkiye bu sözleşmeye taraf olmasına rağmen çocukları koruyamamakta tersine devlet eliyle çocuklar katledilmektedir. Bu süreç içerisinde Cemile, Muhammed, Diyadin’de öldürülen çocuklar… Öte yandan Ceylan Önkol ve Uğur Kaymaz davalarının sonuçları da çocuk ölümleri karşısında yargının tutumunu açıkça göstermektedir.

Diğer yandan AKP Hükümeti döneminde operasyon, yaralanma, ölüm, linç, şiddet, etkisiz hale getirmek söylemi günlük yaşamın bir parçası haline getirilmiş durumda. Öfke, nefret, kin ve intikam almaya dayalı kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı politika ve uygulamalar çocuklar arasında duygusal kopuşların, şiddet ve nefretin yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Yaşanan gelişmeler çocukların ruhsal gelişimlerini, eğitim ve sosyal yaşamlarını doğrudan etkilemektedir.

MEB’in 2014-2015 istatistiklerinde net okullaşma oranları; okul öncesi eğitimde 5 yaşta %53,78, ilkokulda 98,30, ortaokulda 94,35, liselerde 79,37 oranında olduğu bilgisi yer almaktadır. Bütün okul türlerinde 5-17 yaş yüzde yüz okullaşma için okul dışında görülen %18.5’lik çağ nüfusunun eğitim sistemine dahil edilmesi gerekmektedir. Bu sayısal olarak 1,7 milyon çocuk anlamına gelmektedir. Açık öğretime devam eden 1,8 milyon çocuğu bu sayıya eklediğimizde yaklaşık 3,5 milyon çocuğun okul ortamlarında öğretmenler ile yüz yüze eğitim olanaklarından yoksun olduğu sonucuna ulaşıyoruz.

Yine MEB 2014-2015 istatistiklerinde özel eğitime ihtiyaç duyan ve bu eğitimin verildiği çocuk sayısı toplamı 259 bin 232 olarak saptanmıştır. Bu sayılar okul öncesi eğitimde 1935, ilkokul ve ortaokullarda 215 bin 515, ortaöğretimde ise 41 bin 780’dir.

Türkiye’de eğitim sisteminin müfredat, ders kitapları ve uygulama alanları itibari ile çocukların, renk, etnik köken, dil, din ve inanç ayrımcılığına uğratıldığını biliyoruz. Özellikle Kürt, Alevi, Roman ve yoksul çocuklar ile diğer etnik ve inanç kökenine sahip çocuklar ayrımcılık hal ve uygulamalarını açık veya örtük tutumlara maruz kalarak yoğun bir şekilde yaşamaktadır.

2014 yılında yaşamını yitiren 1886 işçinin 54’ü çocuk işçidir (19’u 14 yaş ve altı, 35’i 15-17 yaş arası). Yine 2014 yılında ölen işçilerin yüzde 3,4’ü çocuk işçilerden oluşuyor. Hayatını kaybeden her 30 işçiden birisi yoksulluktan dolayı çalışan çocuk işçilerdir. Çocuk işçiler güvencesiz işçi havuzunun önemli bir kaynağıdır ve çocuk işçi cinayetleri oranının artacağı da aşikârdır.

Ortaya çıkan tablo Türkiye’de çocuk haklarının sadece kağıt üzerinde yazılı olduğunu ortaya koymaktadır. Başta yaşam hakkı olmak üzere ne yazık ki Türkiye’de çocuklar en temel haklardan yoksunlar.

Aradan geçen onca yıla karşın dünyada ve ülkemizde çocukların “hak”lar bakımından en fazla mağdur edilen kesim olduklarını bilmenin burukluğu ile tüm çocukların “Dünya Çocuk Hakları Günü”nü kutluyoruz.

Geçtiğimiz 13 yıl içinde günlük hayatın her alanında olduğu gibi, çalışma yaşamına yönelik olarak da çok sayıda yasal düzenleme yapıldı. Kamu ve özel sektör çalışma ilişkilerinde esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışma uygulamaları “iki adım ileri, bir adım geri” taktiği uygulanarak birer birer hayata geçirildi.

Haklarımıza ve İş Güvencemize Sahip Çıkalım!

Kamuda esnek, performansa dayalı ve güvencesiz çalışma ile ilgili gerekli alt yapı geçtiğimiz yıllarda hazırlanıp, kamu hizmetleri büyük ölçüde ticarileştirildikçe, kamu istihdamının sağladığı iş güvencesi ve bu güvenceye sahip olan kamu emekçileri yeni hedef haline geldi.

AKP’nin 2002’den bu yana 4. kez tek başına iktidar olmasının ardından 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda (DMK) yapılması planlanan değişikliklerin önümüzdeki günlerde tozlu raflardan indirilmesi planlanıyor.

Hükümetin personel sistemini istediği gibi değiştirmesi için hem koşullar hem de aktörler hazır bekliyorlar. 1 Kasım seçimlerinin hemen ardından “Başkanlık sistemi” tartışmalarına paralel olarak konunun yeniden gündeme getirilip tartışmaya açılması, AKP’nin en bildik taktik manevralarından birisi. Kamuoyunun tepkisini ölçüp ona göre saldırının içeriği ve şiddetini belirleyecekler. AKP, pusuya yatmış gerekli adımları atmak için uygun zamanı bekliyor.

Esnek çalışma biçimlerinin kamu istihdamı içine fiilen taşınması, statü rejimine tabi kamu istihdam ilişkilerini ve onun sağladığı avantajları tamamen tasfiye etmeyi amaçlarken, yerine güvencesizliği esas alan istihdam biçimlerine geçilmesinin planları yapılıyor.

Kamu hizmetleri hızla ticarileştirilip, özelleştirilirken bu hizmetleri sunanların statülerinin eskisi gibi kalmasının mümkün olmadığı, bu nedenle kamu personel sisteminin değiştirilmesi gerektiği belirtiliyor.

Bugüne kadar kamu personel sistemi ile ilgili olarak gündeme getirilen yasa tasarılarını, esnek ve güvencesiz çalışma uygulamalarını göz önünde bulunduracak olursak önümüzdeki dönemde kamu emekçilerini hangi tehlikelerin beklediğini bugünden görebilmek mümkündür;

  • Her bir kamu emekçisinden hali hazırda yaptığı iş dışında, başka ve değişik işler yapabilmesi sağlanacak. Bugün pek çok işkolunda fiilen uygulanan bu durum yasal hale geldikten sonra, iş yükü en az iki kat artacak. Kamuda verimlilik esas olacağından kamu yönetimi, daha az kişi ile daha çok iş yapmayı hedefleyecek ve bu hedefler, tıpkı fabrikalarda olduğu gibi performans değerlendirme uygulaması ile sürekli artacak.
  • Bulunduğu yerdeki görev tanımına uygun işleri yapan kamu emekçileri, tanımlanmış görevlerinin dışındaki işlere de kaydırılarak, tıpkı “ödünç işçilik” uygulamasında olduğu gibi kurumlar arasında “ödünç” alınıp verilebilecek. Böylece kamu emekçileri üzerinden hem işlevsel esneklik (bir kişiye birden çok iş yaptırma), hem de sayısal esneklik (daha az kişi ile daha çok iş yapmak)söz konusu olacak.
  • İş güvencesi açısından memur sayısı asker, polis, hakim ve savcı ile sınırlı tutulurken, kamu istihdamında güvencesizlik esas hale gelecek. Mevcut kamu emekçilerinin ödev, hak, yetki ve sorumlulukları, göreve alınma, hizmet şartları ve şekilleri, mali ve sosyal hakları zaman içinde yavaş yavaş sınırlandırılacak. Zaman içinde kamuda kadrolu çalışma istisna, güvencesiz çalışma kural haline gelecek, kamu emekçilerinin büyük bir kısmı iş güvencesiz ve sözleşmeli olarak istihdam edilecek.
  • Sözleşmeli ya da ücretli olarak çalışanların aylık ücretlerinde ve sigorta primi ödemelerindeki azalmalar nedeniyle emeklilik hayal bile edilemeyecek. Çalışması tam zamanlı olarak kabul edilmeyen çok sayıda kamu emekçisinin, mevcut ekonomik ve özlük hak kayıplarının yanı sıra, sigorta, sağlık ve sosyal güvenlik kazanımlarında da ciddi kayıplar söz konusu olacak.

Bugüne kadar kamu istihdamında adım adım hayata geçirilen değişikliklerin ortaya çıkardığı en temel sonuç, önümüzdeki dönemde kamu personel sisteminin iç örgütlenmesini örgütlü, sosyal ve özlük hakları olan, iş güvencesine sahip kamu emekçileri ile sürdürülmek istenmediğini gösteriyor.

Artık kamu istihdamında daha esnek, savunmasız, iş güvencesi gösterdiği bireysel performansa bağlı olan, istendiği zaman “en az maliyetle” kolaylıkla kapı önüne konulabilecek iktidarın uygulamalarına itiraz etmeyen “itaatkâr memur” tipi yaratmak.

Kamu personel sisteminde yaşanacak muhtemel değişiklikleri sadece kamu emekçilerini değil, kamu hizmetlerinden yararlanan milyonlarca yurttaşı da yakından ilgilendiriyor. Bu noktada sendikaların kurulduğu ilk günden bu yana savunduğu kamu hizmetlerinin herkese eşit ve parasız olarak ulaştırılması için kamu hizmetini yürütenlerin ve bu hizmetten yararlananların ortak tepkisini örgütlemek ve iş güvencesine sahip çıkmak büyük önem taşıyor.

Kamu emekçilerinin kazanılmış haklarını elinden almayı hedefleyen tüm girişimlere son verilmeli, taşeron, sözleşmeli ve geçici istihdam biçimleri yasaklanmalıdır. Herkese iş ve güvenceli çalışma ortamı sağlanmalıdır.

En temel haklarımıza yönelik olarak başlatılan saldırılar karşısında sessiz kalmayacağımız, iş güvencemizi hedef alan girişimlere karşı tüm gücümüzle direneceğimiz bilinmelidir.