Cuma, 15 Ağustos 2014

imoTMMOB İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Adana Şubesi, Marmara Depremi’nin 15. yılı dolayısıyla şube binasında depreme duyarlılık sergisi açtı. Serginin gezilmesinin ardından katılımcılara bilgilendirici deprem broşürü dağıtıldı, basın açıklaması okundu.

İMO Adana Şube Başkanı Nazım Biçer, 17 Ağustos 1999 Marmara depreminin üzerinden 15 yıl geçtiğini, 15 yıl önce başta Gölcük olmak üzere neredeyse tüm Marmara bölgesinin depremin yıkıcı etkisini yaşadığını hatırlattı.

Onbinlerce insanın hayatını kaybettiğini, yüzbinlerce insanın yaralandığını vurgulayan Biçer, “İnsanlar evsiz, hastanesiz, okulsuz kaldı; ülke ekonomisi telafi edilmesi mümkün olmayacak ölçüde ağır bir darbe aldı. Ülkemizde yapı stokunun güvenli ve sağlıklı olmaktan uzak olduğu, pek çok yapının kaçak olduğu ve mühendislik hizmeti almadan inşa edildiği bir kez daha açıkça görüldü. İlgili mevzuat yetersizdi, yapı üretim süreci denetlenmiyordu, yapı malzemeleri nitelikli değildi. Toplumda deprem bilinci yoktu, afet anına ve afet sonrasına ilişkin merkezi koordinasyon ve planlama mevcut değildi” dedi.

nazimbicer

 

“DURUM FARKLI DEĞİL”

Tarih boyunca Anadolu coğrafyasının sayısız depremle sarsılmış olmasına rağmen 1999 yılında depreme hazırlıksız yakalanmanın başlı başına tuhaflığa işaret ettiğini kaydeden Biçer, “Defalarca kendini hatırlatan önlemler ne yazıktır ki ihmal edilmişti. Üzülerek söylüyoruz ki bugün de mevcut durum farklı değildir. Depremler olmadan önce önlemlerin alınması gerekliliğini sık sık vurguladık.  Marmara Depremi’nin 15. yıldönümünde bir kez daha tekrarlamak istiyoruz: Doğa olayı olan depremin ülkemizde doğal afete dönüşmesi ve bir türlü önlem alınmaması sorunun kaynağını oluşturmaktadır” dedi.

Depremin bir doğa olayı olduğunun kabul edilmesi gerektiğini ancak denetimsizliğin neden olduğu olumsuzlukları “kader” gibi değerlendiren yaklaşımın terk edilmesini isteyen Biçer, şunları söyledi:

“Yer hareketlerine ve zemine uygun yapı üretmenin depremi tehlike olmaktan çıkartacağı gerçeği görülmelidir.  İnşaat mühendisliği, her zeminde ve her şart altında güvenli ve sağlıklı yapı üretebilen ve bunu örnek uygulamalarla kanıtlayan bir bilim dalıdır. Ülkemizi, kentlerimizi, yapılarımızı depreme karşı hazırlamanın iki temel yolu bulunmaktadır. İlki mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi, güçlendirilmesidir. İkincisi ise yapı üretim sürecinin denetlenmesidir. İlki, mevcut olumsuzluğu azaltmayı amaçlamaktadır. İkincisi ise geleceği kazanmakla ilgilidir.

Ne yazık ki ülkemizde ayrıntılı yapı envanteri olmadığı için yapılarımızın olası bir depremde ne tür tepki vereceği bilinmemektedir. Ancak 1999 Marmara ve 2011 Van depremlerinde yapı stokumuzun iyi bir sınav vermediği açıktır. Yapı stokumuzun yüzde 60’ının 20 yaş ve üzeri yapılardan oluştuğu, bunların büyük bölümünün ise ruhsatsız olduğu ve mühendislik hizmeti almadan üretildiği bilinmektedir.

Bu gerçeklik, “kentsel dönüşüm”, “riskli yapı”, “riskli alan” gibi kavramları, bunlarla ilgili yasal düzenleme ve uygulamaları gündeme taşımış, uzun yıllar deprem tehlikesine karşı önlem almayan, adeta insanları deprem tehlikesi ile karşı karşıya bırakan siyasi iktidar, tek çare olarak gördüğü kentsel dönüşüm projelerini başlatmıştır. Ancak uygulama süreçlerinde görülen adaletsizlik, keyfilik, hukuksuzluk, yol açtığı mağduriyetler,  kentsel dönüşüm projelerinin kentlerimizi depreme hazırlamak yerine kentsel değerlerin sermaye gruplarının kullanımına uygun hale getirmeye hizmet ettiğini göstermektedir.

“MESLEK ODALARI ETKİSİZLEŞTİRİLİYOR”

Yine siyasi iktidar, son dönemde gerçekleştirdiği değişikliklerle Meslek Odalarını etkisizleştirmiş, devre dışı bırakmış, Meslek Odası-üye ilişkisini kesmiş, yapı denetim sistemini başıboşluğa teslim etmiştir.  Oysa Meslek Odaları; toplumsal sorumluluğu gereği mesleki uygulamaları denetlemekte, mesleki niteliği yükseltmek amacıyla çalışmalar gerçekleştirmekte, üyelerinin sicilini tutmakta, üyeler tarafından gerçekleştirilen mesleki faaliyetleri kayıt altında bulundurmakta, yapı üretim sürecinin kanayan yarası olarak kabul edilen “imzacılığın” önüne geçmeye, üyelerinin ayıplı, kusurlu iş yapmasını önlemeye çalışmaktadır. Anlaşılan o ki siyasi erk, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu unutmakta, deprem önlemlerinin başında işlevsel, uygulanabilir bir denetim mekanizması geldiği gerçeğini yok saymaktadır.  Üzülerek ifade ediyoruz ki siyasi iktidara yön veren Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeği değildir. Siyasi iktidar, kamu adına denetim yapmakla sorumlu Meslek Odalarını devre dışı bırakıp, projelerin denetlenmesinin önüne geçmek, yapı üretimi ve denetimini ticarileştirmek, kentsel değerleri sermaye gruplarının kullanımına sunmak istemektedir.

“SORUNLAR DEVAM EDİYOR”

Ancak unutulmamalıdır ki insanımızın canı, emek vererek sahip olduğu değerleri, sermaye gruplarının kâr hırsına kurban verilmeyecek önemdedir. 16 yıl önce bölgemizde de depremin tahribatını, acısını yaşadık. 27 Haziran 1998 tarihinde Adana- Ceyhan depremiyle bölgemiz depremin yıkıcı etkisine maruz kaldı. Adana- Ceyhan depremi, bölgemizdeki yapı üretim sürecinin sağlıksızlığını acı sonuçlarıyla birlikte gözler önüne serdi.  Biz İnşaat Mühendisleri Odası Adana Şubesi olarak depremin yıkıcı etkisinin ancak yapı üretimi ve yapı denetiminin nitelikli hale getirilmesi ile azaltılabileceğini savunmaktayız.  Ülkemizde, bölgemizde güvenli ve sağlıklı yapı üretimi sağlanana kadar da depremleri unutmamaya, unutturmamaya, susmamaya; merkezi ve yerel yöneticilere görev ve sorumluluğunu hatırlatmaya kararlıyız.”

Biçer, Marmara depreminin 15. yılı nedeniyle İMO’nun tüm Şube ve temsilciliklerinde fotoğraf sergisi açıldığını, bilgilendirici broşürler dağıtıldığını sözlerine ekledi.

Kaynak: Gündemadana

Gelecek kuşakları yetiştirme görevi üstlenen eğitimin en önemli yardımcılarından biri kuşkusuz teknoloji. Ancak her işte olduğu gibi burada da doğru yöntemlerin ve bu konu özelinde doğru cihazların kullanılması gerekiyor. Peki uygulanan teknikler ve tercihler konusunda neredeyiz?

Eğitimin tarihi ile başlayalım. Aslında bir bilenin, daha az bilene bir şeyler öğretmesini dâhi bu sınıfta değerlendirebiliriz. Ancak müfredat, ders içeriği gibi konular devreye girdiğinde bunu yazının kullanılmaya başladığı dönemlerle irtibatlandırmak çok daha uygun olacak.
Eğitim teknolojiyle gerçekten buluştu mu?
 
Türkiye’nin ve dünyanın en önemli Sümerolog’larından biri olan Muazzez İlmiye Çığ, yazdığı kitaplarda Sümerlerde eğitimin güneşin doğumuyla başladığını ve güneş batana kadar devam ettiğini belirtir. Sümerler, teknoloji olarak bugünkü mantıktan çok da farklı olmayan bir şekilde ‘tablet’ kullanmıştır. Her öğrenciye bir tablet düşüp düşmediğini bilemiyoruz, ancak o günün teknolojisinden faydalanarak bu alanda bir ilke imza attıklarını belirtmek gerekiyor. 
 
Eğitim ve teknoloji buluşmasını elbette yalnızca tablet, akıllı tahta vb. cihazların daha fazla kullanımı olarak ele almamak gerekiyor. Bilgi Çağı’nın bu sayısında Bilgi Üniversitesi’ndeki Facebook üzerinden sınav yapma, Twitter’da not tutma gibi yeniliklere imza atan Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Ercüment Büyükşener’le gerçekleştirdiğimiz özel röportaj, bu alanda neler yapılabileceği konusunda ilginç ve çarpıcı bir örnek. Benzer bir örnek ise Euronews’te yayınlanan Learning World programında karşımıza çıkıyor. Fransa’da öğretmenler çocuklara harfleri öğretmek için Twitter’dan faydalanırken, Güney Kore’de İngilizcelerini geliştirmek isteyen öğrenciler Skype’tan, Güney Amerika’da eski edebiyat eserlerini öğrenmek isteyenler Vine ve Instagram’dan faydalanıyor.
 
 
 
Doğru bir eğitim teknolojisi uygulaması için nelere dikkat edilmeli?
Eğitimin gelecek kuşakları doğrudan etkileyen hayati derecedeki önemi, teknolojinin uygulanmasında dikkat edilecekler listesini de etkiliyor. Gelecekhane’nin Kurucusu ve Başkanı Halil Aksu, bu noktada birkaç eğitim teknolojisinden bahsetmek gerektiğini ifade ediyor. “Eğitim işlerinin yönetimi ve kayıtların oluşturulması için, okulların, kaynakların, dersin, sınavların, notların ve benzerlerinin yönetilmesi için kurumsal kaynak planlamasına benzer sistemler gerek.” diyen Aksu, bunun merkezi, dağıtık ya da bulut tabanlı olabileceğini belirtiyor. Eğitim faaliyetlerinin yalın ve verimli bir şekilde icra edilmesinin kritik olduğunun altını çizen Aksu, teknoloji destekli yapılacak iyileştirmelerin eğitimin kalitesini de iyileştireceğini ifade ediyor.
 
Blackboard Türkiye Genel Müdürü Emrah Dilsizoğlu ise eğitimin teknolojiyi yönetebiliyor olması gerektiğine dikkat çekiyor. “Eğitimin 3 aktörünün, yani öğrenci, öğreten ve yöneticinin; hem teknolojinin kullanım kolaylığı hem de pedagojik yaklaşımları o eğitim kurumunun tarzını yansıtabilmeli.” diyen Dilsizoğlu, bunun sağlanması için gereken koşulları; bir e-learning sisteminin açık, yani her türlü belge ve bilginin öğretenin istediği şekilde paylaşılmasına izin vermesi, etkileşimin yüksek olması, değerleme araçlarının gelişmiş olması başlıklarıyla sıralıyor.
 
Elmasepeti.com Satış ve Pazarlama Koordinatörü Ömer Can Bozkurt ise teknolojinin birçok eğitim kurumunda planlanmadan ya da konunun merkezinde olan kişiler eğitilmeden uygulanmaya çalışıldığına dikkat çekiyor. Öğretmenlerin eğitim içindeki payının teknoloji ile azalmayacağı, aksine artacağının farkına varmak gerektiğini belirten Bozkurt, teknolojinin eğitimde amaç değil bir araç olarak kullanılması konusunda eğitimcilerin bilinçlendirilmesi gerektiğini ifade ediyor.
 
Enocta CEO’su Ahmet Hançer ise öğrenmenin, iletişim araçlarının niteliğine bağlı olarak değişim gösterdiğini ifade ederken, bu sürecin yazılı kaynaklar, radyo, televizyon gibi araçlarla beslendiği günlerin geride kaldığına dikkat çekiyor. Dikkat edilmesi gereken noktaları teknik ve içerik olarak iki farklı başlık altında toplayan Hançer, teknik detayları eğitim teknolojileri uygulamalarının farklı mobil cihazlarla uyumlu olması, kolay ve hızlı kullanılması ile eğitimin yarım bırakılması durumunda aynı cihazla ya da farklı bir cihaz üzerinden kesildiği yerden devam etmesi olarak değerlendiriyor. İçeriğe dair detayları, içeriğin uzman bir ekip tarafından hazırlanması, animasyon ve video filmler ile desteklenmesi yani eğlendirici olması ile sosyal paylaşıma uygun olması şeklinde sıralıyor. Hançer ayrıca eğitim sonuçlarının ölçümünün ileriye yönelik planlarda önemli olduğuna da dikkat çekiyor.
 
Son 30 yıldır teknolojinin her alanda radikal dönüşümlere yol açtığına dikkat çeken Sebit Eğitim ve Bilgi Teknolojileri Genel Müdürü Ahmet Eti, bu dönüşümün eğitim alanında henüz kendine yer bulamadığını kaydediyor. “Teknolojiyi bankalardan, hastanelerden ya da havalimanlarından kaldırdığınızı düşünün, hayat bir anda felç olurdu. Peki, teknolojiyi sınıftan çekip aldığınızda durum değişir mi? Hayır, sınıftaki yaşam devam eder. Kağıt kalem, kitap ve tahta öğrenme sürecinin hâlâ en güçlü ve vazgeçilmez teknolojileri.” yorumunu yapan Eti, şu an hızlı bir dönüşümün yaşandığını, dizüstünden tablete ve akıllı telefonlara geçiş, bu cihazların kolay erişilebilir ve kullanılabilir olması, bulut tabanlı hizmetlerin kullanımını sağlayan geniş bant maliyetlerindeki ucuzlama gibi gelişmelerin, önümüzdeki 4-5 yıl içinde eğitimde teknolojik dönüşüm hızlnacağının habercisi olduğunu kaydediyor. 
 
Ahmet Eti, bununla birlikte iki noktaya dikkat çekiyor: “Eğitimin dönüşümündeki başarının kolay ve kısa zamanda elde edilemeyeceği gerçeğinin kabullenilip, bunun uzun vadeli bir plan olduğunun tüm paydaşlar tarafından anlaşılması gerekiyor. İkinci olaraksa altyapı, erişim, tabletler gibi unsurların elde edilmesinde ve yaygınlaştırılmasında bir sıkıntı olmadığı konusunda artık herkes hemfikir. Esas konu, kaliteli içeriklerin sağlanması ve öğretmenlerin bu dönüşümü sahiplenmesi. İçerik sağlanıp yaygınlaşsa bile hâlâ 50 bin okuldaki 1 milyon öğretmenin projeyi sahiplenmesi en kritik ve belki de çözümlenmesi en zor olan konu olarak karşımızda duruyor.”
 
Zyxel Türkiye Ürün ve İş Geliştirme Müdürü Ömer Faruk Erünsal ise dünyada belirli bir standardın bulunmadığını, farklı örnek ve yaklaşımlarla karşılaşıldığını kaydediyor. “Teknoloji ve iletişim artık hayatımızın vazgeçilmezi oldular ve eğitim dünyası bundan geri kalamaz. Öğrenciler çok daha interaktif bir dünyada yetişiyorlar.” diyen  Erünsal; eğitim dünyasının teknolojinin sunduğu bu geniş iletişim beceresinin farklı cihazlar ile öğrencilerin hızına ayak uydurması ve onlara yeni bir dünyanın kapısını açmak durumunda olduğuna dikkat çekiyor. Erünsal ayrıca akıllı ve internete bağlı sınıflar, birbirleri ile iletişim içerisinde olan kablosuz cihazlar ve interaktif eğitim müfredatını bu işin vazgeçilmezleri olarak tanımlıyor.
Kaynak: Bilgiçağı

Gezi direnişinin yıl dönümü dolayısı ile 31 Mayıs 2014 günü, sendika ve kitle örgütlerinin çağrısı ile Adana Atatürk Parkı’nda yapılan eylem sonrasında soruşturma ablukası sürüyor.

Baskıların sürdüğü eylemle ilgili, çoğu yirmi yaşın altında 20 kişiye daha 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet gerekçesiyle kamu davası açıldı.

Adana’da yeni Gezi davası

Atatürk Parkı’nda toplanan grup içerisindeki bazı eylemcilerin yüzlerinin kapalı olduğu, eylemcilerin arasında ‘marjinal’ gurupların olduğu ve Gezi direnişinde yaşamını yitirenlerin fotoğrafı olan tişörtlerin giyilmesi, daha önceki eylemlerde polise taş atanların olduğu belirtilen iddianamede Gezi, Soma, Berkin Elvan, Lice için atılan sloganlar da suç delili sayılıyor. 
Eylem esnasında polisin uyarılarına rağmen eylemcilerin dağılmadığı, yürüyüş yapmak istemelerinin Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa aykırı olduğu dile getirilen iddianame kapsamında, 20 kişi hakkında ceza isteniyor. Konu ile ilgili dava, Adana 10. Asliye Ceza Mahkemesinde 10 Aralık 2014’te görülecek.(Adana/EVRENSEL)

IŞİD saldırılarından kaçan Şengalli Ezidi Kürtlerin sığındığı Şırnak’ın Silopi ilçesinde KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’den oluşan heyet incelemelerde bulundu. Heyet, kamp alanını ziyaret ederek, katliamdan kaçanların ihtiyaçlarını tespit edip, gözlemlerini kamuoyuyla paylaştı.

Ziyarete Konfederasyonumuz Eş Genel Başkanımız Lami Özgen, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Genel Başkanı Kani Beko, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Genel Başkanı Mehmet Soğancı, Türkiye Tabipler Birliği Merkez Konsey üyesi Şeyhmus Gökalp katıldı.

Konfederasyonumuz Kadın Sekreteri Gülistan Atasoy, SES Genel Sekreteri Birsen Seyhan, SES Basın Yayın Sekreteri Fikret Çalağan, Eğitim Sen Basın Yayın Sekreteri Mesut Fırat ile Diyarbakır, Mardin ve Şırnak şube yöneticilerimizin de katıldığı ziyarette heyet adına konuşan Eş Genel Başkanımız Lami Özgen, uzun zamandır Ortadoğu'da yürüyen ve yürütülen bir savaş olduğunu belirterek, Gazze ne ise Rojava ve Şengal’in de o olduğunu vurguladı. Özgen, şunları söyledi:

EZİLENLERİN YANINDAYIZ


"Bu savaşın bütün acımasızlıklarının Suriye'de, Rojava'da, Kürtlere, Irak halkına ve diğer halklara yönelik nasıl yürütüldüğünü gördük. Şimdi dünyanın dört bir tarafından Ortadoğu'ya getirilen bu uluslararası çeteci güçler, Ortadoğu'da savaşı özellikle dinsel ve inançsal mezhepler üzerinden yaymak sureti ile kitlesel katliamlara dönüştürmüş durumdadır. Bu kitlesel katliamın son örneği Şengal'dir. Şengal'de Ezidi halkına yönelik yapılan bu katliam Ortadoğu'da yürütülen savaşın parçasıdır. Biz bu ülkenin emek ve demokrasi güçleri olarak öncelikle bu katliamı kınıyoruz. Bu katliamlara destek veren ya da göz yuman Avrupa'nın değişik ülkelerini, Amerika ve İsrail gibi ülkeleri ve onların taşeronu AKP Hükümetini kınıyoruz.

21'inci yüzyılda Ortadoğu'nun göbeğinde, insanlık uygarlığına beşiklik yapan Mezopotamya topraklarında, Ezidi halkı şahsında bütün dünya halklarına reva görülen bu katliam politikalarını lanetliyoruz. Bunu kabul etmediğimizi, bu savaşa karşı duracağımızı, bu savaşı durduracağımızı ve katliama uğrayıp yüzbinlercesi göç etmek zorunda kalan, kısmen buraya gelen, kısmen de şu anda Kürdistan Federal Bölgesi ve Rojava sınırına geçmekte olan Ezidi halkının yanında destek ve dayanışmamızı sürdüreceğiz.

Öncelikle sağlık, gıda benzeri yardım kampanyalarını hayata geçireceğimizi belirtiyor, iletişim içinde olduğumuz bir çok uluslararası kuruluşun, Birleşmiş Milletlerin bu katliama karşı duyarlı olmasını ve müdahalede bulunup bu insanlık dramının, insanlık trajedisinin önüne geçilmesi konusunda sorumluluk almaları çağrısında bulunuyoruz. Ortadoğu'da yürütülen savaşta Gazze ne ise Rojava ve Şengal odur diyor, bu nedenle bu ülkenin halklarının Ortadoğu'daki tüm halklarla eşit ve özgür bir şekilde yaşamaları için onların yanında bulunacağımızı, onlarla beraber mücadele edeceğimizi bir kez daha ifade ediyoruz" dedi.

Heyet açıklamanın ardından, Silopi Kaymakamı, Silopi Belediye Başkanları, bölge milletvekilleri ve koordinasyon yöneticileri ile temaslarda bulunarak  kamp alanının bulunduğu bölgeden ayrıldı.