Cuma, 11 Temmuz 2014

Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu`nun `Öğretmenlere Zorunlu Rotasyon Kabul Edilemez!` başlıklı açıklama metnidir.

Milli Eğitim Bakanı (MEB) Nabi Avcı, önümüzdeki dönemde öğretmenlerin, hizmet sürelerine bağlı olarak, il içinde zorunlu rotasyona (yer değiştirme) tabi olmasının planlandığı şeklinde açıklamalar yapmış ve bu açıklamalar basına yansımıştır. 

Bakan Avcı, öğretmenlere rotasyon için öncelikle mevcut öğretmen  atama ve yer değiştirme yönetmeliğinin MEB`in yeni teşkilat yasasına uygun olarak güncelleneceğini, daha sonra öğretmenlere zorunlu rotasyon konusunun gündeme geleceğini ve nihai kararı verilerek yeni yönetmelikle, eğitim yöneticilerinin ardından öğretmenlere de zorunlu rotasyonun resmen uygulanacağını açıklamıştır. 

MEB`in planlamasına göre bir öğretmen bir okulda ve bir bölgede belli bir süre kaldıktan sonra kendi isteği ile okul değiştirmemesi durumunda zorunlu rotasyona tabii tutulacaktır ve bu işlemin her yıl Haziran ayında yapılması planlanmaktadır. 

MEB teşkilat kanununda yapılan değişikliklerle Bakanlığın teşkilat yapısı eğitimde yaşanan yoğun piyasalaştırma uygulamaları ve "rekabetçi" mantık üzerinden baştan aşağı değiştirilmiş, yapılan değişikliklerle pek çok alanda büyük alt-üst oluşlar ve mağduriyetler yaşanmıştır. 

Milli Eğitim Bakanlığı, on binlerce öğretmen açısından yeni bir dayatma anlamına gelen,  ekonomik ve sosyal olarak ciddi sorunlara yol açacak ve pek çok yönden yeni mağduriyetler yaratması kaçınılmaz olan "öğretmenlere zorunlu rotasyon" uygulamasını aklından bile geçirmemelidir. 

MEB`in zorlamasıyla on binlerce eğitim emekçisinin kendi isteği dışında rotasyona tabi tutulmak istenmesi, her konuda olduğu gibi bu konuda da siyasal referansların, yandaş sendikanın isteklerinin belirleyici olması ihtimalini küçümsenmeyecek derecede arttırmaktadır. 

Eğitimde, hiçbir gerekçe eğitim emekçilerini okuttuğu öğrencisinden, oturduğu mahallesinden kopararak, zorla başka bir işyerine göndermesini haklı çıkaramaz. Böylesi bir uygulama, özellikle büyükşehirlerin sınırlarının son derece genişlediği bir dönemde açıkça "il içi sürgün" anlamına gelecek ve on binlerce eğitim emekçisinin aile ve okul yaşantısını alt-üst edebilecektir. 

Milli Eğitim Bakanlığı, açıkça "il için sürgün" anlamına gelen ve pek çok yönden istismar edilebilecek "zorunlu rotasyon" uygulamasını asla gündeme getirmemelidir. MEB, öğretmenleri zorunlu rotasyona tabi tutmak yerine, gönüllülük ve tercih esasına dayalı çözümler geliştirmeli, hiç kimse kendi isteği dışında çalıştığı okuldan, çalışma arkadaşlarından ve öğrencilerinden zorla koparılmamalıdır. 

Milli Eğitim Bakanlığı, eğitimde yeni sorunlar yaratacak, okullardaki çalışma barışını tamamen bozmaya yönelik böylesi bir uygulamayı hayata geçirmeyi aklından bile geçirmemeli, eğitimin yıllardır çözüm bekleyen yapısal sorunlarına kafa yormalıdır. 

18.06.2014 gün ve 29034 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yönetici ve Öğretmenlerinin Norm Kadrolarına İlişkin Yönetmeliğin;‘Temel İlkeler`e yer verilmemesine ilişkin eksik düzenlemenin,‘Müdür norm kadrosu` başlıklı 5 inci maddesinin "Aynı binada faaliyet gösteren farklı derece ve türdeki eğitim kurumlarından sadece öğrenci sayısı en fazla olana müdür norm kadrosu verilir:" biçimindeki 3 üncü fıkrası ile "Aynı bahçede faaliyet gösteren farklı derece ve türdeki özel eğitim kurumlarından sadece öğrenci sayısı en fazla olan eğitim kurumu için bir müdür norm kadrosu verilir" biçimindeki 4 üncü fıkrasının,‘Müdür başyardımcısı norm kadrosu` başlıklı 6 ncı maddesinde "Eğitim kurumlarından; Özel eğitim kurumları hariç olmak üzere yatılı ve pansiyonlu olanlara, Müdür yardımcısı sayısı altı olan" ibaresinin,‘Anaokulu müdür yardımcısı norm kadrosu başlıklı` 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin,‘İlkokul müdür yardımcısı norm kadrosu` başlıklı 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan "100 –" ibaresinin,‘Özel eğitim kurumu müdür yardımcısı norm kadrosu` başlıklı 11 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin,‘İlave müdür yardımcısı norm kadrosu` başlıklı 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Bir eğitim kurumundaki müdür yardımcısı norm kadrosu hiçbir şekilde 6`yı geçemez" ibaresinin,‘Rehberlik alan öğretmeni norm kadrosu` başlıklı 21 inci maddesinde "Bağımsız anaokullarına" yer verilmemesi ile özel eğitim kurumlarına 2. ve sonraki rehber öğretmeni norm kadrosunun hangi sayılar esas alınarak verileceğine ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemesine ilişkin eksik düzenlemelerin,‘Norm kadro belirlenmesinde dikkate alınacak hususlar` başlıklı 22 nci maddesinde; öğretmenlerin, öğrenci sosyal ve kişilik hizmetleri kapsamında yaptıkları görevlerinden, ilgili mevzuatına göre haftalık azami ek ders saatleri içinde sayılan sürelerinin norm kadro hesaplanırken göz önünde bulundurulup bulundurulmayacağına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemesine ilişkin eksik düzenlemenin,‘Norm kadro belirlenmesinde dikkate alınacak hususlar` başlıklı 22 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "10`dan fazla grup oluşturmamak üzere" ibaresi, ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan "12-" ibaresi, ikinci fıkrasının (h) bendinde yer alan "361 ve daha fazla çırak için 10" ibaresi ile üçüncü fıkrasında yer alan "32 saatlik" ibarelerinin,    ‘Norm kadro sayıları değişen eğitim kurumları` başlıklı 26 ncı maddesinde, okul ve kurumların norm kadrolarının değişmesi halinde, bu değişikliğe konu olan okul ve kurumların norm kadro sayılarının ne zaman belirleneceğine ilişkin bir kurala yer verilmemesine ilişkin eksik düzenlemenin, öncelikle yürütmesinin durdurulması daha sonra iptaline, karar verilmesi istemlerini içerir dava açtık.

 

Adana'da Gezi parkı ve değişik eylem etkinliklerin çağrıcısı ve örgütleyicisi olma iddiasıyla Eğitim Sen Adana Şube Başkanı Ahmet KARAGÖZ ve Eğitim Sen üyelerinin de içinde yer aldığı değişik kurum temsilcisi 28 arkadaş yeni bir soruşturma kapsamında bugün terörle mücadele şubesine çağrılmışlardır. Bugün telefonla davet edilen üç arkadaş (Eğitim Sen’den Ahmet Karagöz, Münir Korkmaz ve EMEP’den Serkan ZOR) ifadelerini vermiş. 25 arkadaş ise önümüzdeki günlerde ifade vermek üzere çağrılacaklardır.


Sendikal hak ve özgürlükler, demokratik, mesleki ve özlük hakları için yapılan basın açıklamaları, gezi parkı için yapılan yürüyüşler, şube başkanı, şube yürütme kurulu üyeleri, değişik kurum temsilcileri ile yapılan telefon görüşmeleri üzerinden bir “suç” tesis etmek istenmektedir.

Son bir yıldır (31 Mayıs 2013 tarihinden itibaren) ülkemizde ve bölgemizde yaşananlar karşısında emek ve demokrasi güçleri ile ortak yapılan birçok eylem ve etkinlik bugün karşımıza suç kapsamında sunulmaktadır. Dün olduğu gibi yarında bugün karşımıza çıkan soruları teşkil eden eylem ve etkinlikler bizim olmazsa olmaz çalışmalarımız içindedir.

Bugün emniyet terörle mücadele şubesinde arkadaşlarımıza sorulan bazı sorular şunlardır;
1- Bugüne kadar izinli veya izinsiz olarak yapılan siyasi amaçlı toplantı ve gösteri yürüyüşü, cenaze merasimi, açlık grevi, seminer çalışmaları gibi etkinliklere katıldınızmı?
2- KESK organizesinde DİSK, TMMOB, Tabip Odası, İHD, CHP Kadın Kolları, HDK, ÖDP ve SDP’nin katılımları ile “Gezi Parkı eylemcilerine değil, hırsızlara, yolsuzluk yapanlara soruşturma açın. Baskı, Soruşturma ve sürgünlere karşı sessiz kalmayacağız.” Pankartı arkasında katıldınızmı.
3- 23.11.2013 günü Ankara ili Tandoğan Meydanında KESK ve Eğitim Sen’in organize ettiği eylemle ilgili organizasyondaki rolünüz nedir?
4- Ali İsmail KORKMAZ’ın ölümü ile ilgili yürüyüşe katılma amacınız nedir?

Sorulardan da anlaşılacağı gibi bu ülkede demokratik hak ve çıkarlar için yapılan mücadele “Terör” kapsamında ele alınmaktadır.
El Nusra, IŞİD gibi örgütleri terör listesine almayan bir siyasal iktidar tabi ki yukarda da ifade edilen eylem ve etkinliklere tahammül etmeyecek ve bunları “TERÖR” olarak ele alacaktır.

Başta KESK olmak üzere son bir yıldır ülkede mevcut durum karşısında sorumluluk duygusuyla hareket eden demokrasi güçleri bu ve buna benzer davalara yabancı değildir.
Önümüzde ki süreçte ifadesi alınan 28 arkadaşla ve kurumlarla yeni gelişen bu durumu değerlendireceğiz sokağı yeniden eylem alanlarına çevireceğiz.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin yaklaştığı bu süreçte emek ve meslek örgütleri kamuoyu karşında özlem duydukları ülkenin nasıl olması gerektiğini altını sık sık çizmektedirler.
İstediğimiz ülkede toplantı ve gösteri yürüyüşleri suç olmaktan çıkmalıdır. İşte böylesine bir ülkede uluslararası platformlarda suç kapsamında alınması mümkün olmayan konular burada “TERÖR” kapsamında değerlendirilmektedir.

Bizler bu davanın sonuna kadar takipçisi olacağız. Bu ve buna benzer davalar dün nasıl tarihin kirli sayfalarında yer aldıysa bu davada süreç içerisinde anlamını yitirecek, kazanan demokrasi güçleri olacaktır.

Ahmet KARAGÖZ
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı

HÜKÜMETİ EMEKÇİLERİN SABRINI DAHA FAZLA ZORLAMAMAYA VE EMEK KARŞITI POLİTİKALARDAN VAZGEÇMEYE DAVET EDİYORUZ.

AKP iktidar
ı 30 Mayıs 2014 tarihinde TBMM’ye sunduğu ve hala Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmekte olan kamuoyunda ‘taşeron yasa tasarısı’ olarak bilinen tasarı ile çalışma hayatında adeta sıkıyönetim ilan etmektedir. 12 yıllık iktidarı boyunca emekçilerin sahip olduğu en temel hakları tırpanlayarak güvencesiz çalışmanın alanını genişleten iktidar daha önce defalarca yaşandığı üzere; milyonlarca çalışanı ilgilendiren konunun doğrudan muhatabı olan sendikaları sürecin dışında bırakmış, hiçbir şekilde görüşlerine başvurmamıştır. Üç işçi Konfederasyonun Başbakan’la yaptığı görüşmede taşeronlaştırmayı çalışma yaşamının temel istihdam biçimi haline getirecek bazı maddelerin tasarıdan çıkarılacağı sözü verilmiş ve birinci madde tasarıdan çıkarılmışsa da, bu kez Plan ve Bütçe Komisyonu’nda başa dönüldüğü yetmezmiş gibi hukuk ilkelerini ve iş güvencemizi de fiilen ortadan kaldıracak bazı madde eklemeleri yapılmıştır.

Hukuk Devleti Ask
ıya Alınmaktadır

Plan ve Bütçe Komisyonu’nda eklenen maddelerle yarg
ı kararlarının uygulanmaması ve uygulamayanların ceza kovuşturmasının engellenmesi hükmüyle hukukun temel ilkeleri ayaklar altına alınmıştır. Tasarının bu şekilde yasalaşması halinde Yasama yargının üzerine çıkarılmış, keyfi uygulamalar yasal kılıfa büründürülmüş olacaktır. Düzenleme bu haliyle yasa kararlarının bağlayıcılığı ilkesini ifade eden Anayasanın başta 2. Ve 125. Maddesi olmak üzere uluslararası sözleşmelere de aykırıdır.

AKP, her türlü eylem ve i
şlemlerinin yargısal denetimine tabi olmasını istemediği gibi tüm engellemelere rağmen ortaya çıkan yargı kararlarını da uygulamamanın çabası içerisindedir. Temel hukuk ilkeleri tümüyle AKP’nin ve sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda katledilmektedir.

Torba yasaya eklenen madde ile yarg
ı kararlarının herkesi bağlaması ilkesi, siyasi iktidarın yapmış olduğu atamalar, görev değişiklikleri, nakiller, göreve son verilmelerde uygulanmayacak ilkelere dönüştürülmüştür. Yargı kararlarını uygulamayan kamu görevlileri yasal korumaya alınmaktadır. Keyfi uygulamalar ödüllendirilmekte, hak arama yolları kapatılmaktadır. Adeta “Derdini Marko Paşa’ya anlat” dönemi başlatılmaktadır.

Torba yasaya eklenen 82. Madde ile; idare kesinle
şmiş yargı kararlarını atama işlemlerinde iki yıl uygulamama özgürlüğünü kazanmaktadır. Oysa mevcut uygulamada öngörülen süre 30 gündür. Bilindiği üzere özellikle son yıllarda kamuda işten atma, göreve son verme, sürgün ve atamalar yoğunlaşmıştır. Örneğin en son Konfederasyonumuzun kararıyla gerçekleştirilen greve katıldıkları gerekçesiyle Ankara Büyükşehir Belediyesi çalışanı 14 kamu emekçisi işten atılmıştır. Bu uygulamanın iptali için sendikamız TÜM BEL-SEN yargıya başvurmuştur. Bu tür davaların sonuçlanması bile birkaç yılı bulabilmektedir. Torba yasayla birlikte işten atılan ya da usulsüz atanan bir kamu emekçisi birkaç yıl mağdur olması yetmiyormuş gibi davayı kazanmasına rağmen iki yıl daha işsiz kalabilecektir.


Yani iktidar muhalif gördüğü herhangi bir kamu emekçisini görevden al
ıp bir başka ile ya da ilçeye atayabilecek ve bu atama yargıdan döndüğünde idare iki yıl boyunca yargının hukuka aykırı bulduğu atamayı (sürgünü) aynen devam ettirebilecektir! İki yıl sonra da aynı göreve değil, “kazanılmış hak aylık derecesine uygun başka bir kadroya” atayabilecektir! Diğer önemli bir nokta da aynı maddedeki düzenleme ile atama işlemlerinde “telafisi güç veya imkansız zarar”ı yargıcın belirleme yetkisi yargıcın elinden alınmakta, yargı atama durumlarında zarar oluştuğunu görse de “telafisi güç zarar var” diyemeyecektir. Oysa mevcut uygulamada idari yargıda hangi durumların telafisi güç zararlara yol açacağının takdiri yargıca bırakılmıştır. Torba yasa da yer alan “Kamu görevlileri hakkında yapılan bu tür idari tasarruflar; telafisi güç veya imkansız zararlar doğurmaz” hükmü gereği, atanan memurun aile düzeni parçalanmış olsa da, çocukları okullarından eşi işinden olsa da, ağır sağlık sorunları olsa da bu durum yasa buyurduğu için telafisi güç zarar olarak nitelendirilemeyecektir. Keyfi atamalarda yürütmeyi durdurma kararının verilebilmesi için “telafisi güç veya imkânsız zarar ve açık hukuka aykırılık” unsurlarının birlikte gerçekleşmesi zorunludur. Torba yasa atama kararının telafisi güç ya da imkansız zararlara yol açamayacağı hükmünü getirerek gerçekte atanma kararlarında idarenin yürütmeyi durdurma kararı vermesini olanaksız hale getirmektedir.
Yine bu madde ile iktidar
ın istediğini yapan kamu yöneticisine kovuşturma yolu kapatılırken yapmayana ise disiplin yolu gösterilmektedir. 82. maddede “Kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, görevden alma, göreve son verme, naklen veya vekaleten atama, yer değiştirme, görev ve unvan değişiklikleri işlemleri…” dendiğinden iş güvencemiz tehdit altındadır. Tasarının yasalaşması halinde idare yasanın tanıdığı sınırsız yetkiyi kullanmaktan çekinmeyecek, işten atmalarda hukuk ilkeleri kaygısı gütmeyecektir. Taşeronlaşma Yasaklanmamıştır!

Soma’da da görüldüğü üzere katliamlara varan hak ihlallerinin yo
ğun yaşandığı taşeronlaşmayı yasaklamamakla hükümet bir kez daha sermayeyi kolladığını kanıtlamıştır.

Hükümet Soma katliam
ındaki sorumluluğunu unutturma ve kimi olumlu maddeleri öne çıkararak emekçiler aleyhine yaptığı düzenlemeleri gizleme çabasından vazgeçmelidir. Başta 82. madde olmak üzere iş güvencemizi ortadan kaldıracak, emekçiler lehine olan yargı kararlarını by-pass edecek maddeler derhal düzenlemeden çıkarılmalı, taşeronlaşma yasaklanmalıdır.



Hükümeti emekçilerin sabr
ını daha fazla zorlamamaya ve emek karşıtı politikalardan vazgeçmeye davet ediyoruz. Konfederasyonumuz yasanın bu haliyle yasalaşmasına ve yeni Somaların yaşanmasına izin vermeyecektir. Biz bu zehiri içmeyeceğiz. 30.06.2014


KESK ADANA
ŞUBELER PLATFORMU adına
Sabahat Mutluay
BES Adana
Şube Başkanı

 

Bundan 157 yıl önce “günde 8 saat çalışma, eşit işe eşit ücret ve insanca yaşam koşulları” talepleriyle başlayan kadınların direnişi, 8 Mart Kadınların Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü’ ne yaklaştığımız bu günlerde de geçerliliğini koruyor. Çünkü kadına yönelik şiddetin arttığı, kadın emeğinin her geçen gün daha da değersizleştiği ve bir o kadar da sömürüldüğü, kadın bedeni üzerinde ki muhafazakar gerici politikalarla yaratılmak istenen yaşam biçiminin dayatıldığı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinleştiği, homofobik söylem ve nefret cinayetlerinin durmak bilmediği bu süreçte kadınların ve Lgbti’ lerin  dayanaşarak mücadele etmesi her geçen gün daha da önem kazanıyor.

15.02.2013 Cumartesi Eğitim Sen Adana Şube Kadın Komisyonu adına düzenlenen "Kadın Emeği ve Güvencesizlik Çalıştayı" Çukurova Üniversitesi Yabancı Diller Fakültesi toplantı salonunda gerçekleşti.
Şube Kadın Sekreteri Esra Arslan ve Şube Başkanı Kamuran Karaca'nın açılış konuşmalarının ardından Ç.Ü. Tıp Fakultesinden Prof.Dr.Gülseren Ağrıdağ'ın "Cinsiyet Ayrımcılığı ve Cinsiyetçi İşbölümü "konulu bir sunum gerçekleştirdi. Sunumun ardından sözü alan Mersin üni. İİBF İşletme bölümünden Prof.Dr. Ayşegül Yilgör "Kadın Emeği ve Güvencesizlik" üzerine katkıda bulundu.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele etkinlikleri kapsamında Eğitim Sen Adana Şube Kadın Komisyonunun  düzenlediği panel 30 Kasım 2013 Cumartesi günü Türk İş toplantı salonunda gerçekleştirildi.

BASINA VE KAMUOYUNA

1960 yılı 25 Kasım’ında Dominik Cumhuriyeti’nin kuzey bölgesinde bir uçurumun dibinde üç kadının cesedi bulundu. Bunlar Mirabel kız kardeşlerdi. Mirabel kardeşler ülkelerinde diktatörlüğe karşı özgürlük mücadelesi verdikleri için defalarca hapsedildiler ve en son da gizli polis tarafından kaçırılarak tecavüze uğrayıp öldürüldüler. 25 Kasım Mirabel kardeşlerin anısına “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” ilan edildi.