Pazartesi, 24 Kasım 2014

Ermenek’te çocuğun kara kömür madeninden cansız bedenini alıp kara toprağa veren Recep Gökçe ve  "oğlum yüzme de bilmezdi, suyun  içinde ne yaptı? “diyen Ayşe teyzenin feryatları insanın yüreğini dağlıyor. Recep amcanın cenaze işlemleri sırasında ayağındaki ayakkabılarının basına yansıyan görüntüleri insanlığın ayıbının bir yansımasıydı. Recep amcanın ayağındaki delikli ayakkabı ve uzun zamandır sırtında çıkarmadığı aynı yırtık ceketi söz söyletmeyecek kadar her şeyi anlatıyordu. Genelde bu tür durumlarda ayıp olmasın diye devlet görüntüde vatandaşa bir ayakkabı ve elbise alırdı. Bu görüntülerden sonra devletimiz iki çift aynı lastikli ayakkabı göndermiş. Basına devletin verdiği yeni ayakkabı ile görüntülenmek istemeyen Recep amca, “alsam olmuyor, almasam olmuyor” diyor. Param olsa böyle gezer miydim diyor. 

Yokluk ve Yoksulluk Madende Ölümü Getiriyor

Recep amca Ayşe teyzenin köy yaşamı basına yansıdığı kadar hep yokluk ve yoksulluk içinde geçmişler. İki göz derme çatma evde tuvaleti dışarıda, banyosu ise  oturma odasının bir bölümü perdeyle çevrilen alanda yaşamlarını sürdürüyorlarmış.

Recep amcanın ayağındaki yırtık lastik ayakkabı diğer taraftan yürek burkan maden faciasında ölen ailelerin çığlıkları. Yoksulluk ve çaresizlik canlarına tak etmiş ve mecburiyetten ölümlerini bile bile yer altına iniyorlar.

Bir vatandaş cenaze namazı kıldırtan Diyanet İşleri Başkanına yoksulluklarının sonucu bu insanların kara madende can verdiğini belirtiyor. Köylünün başka ne söylediğini bilmiyoruz ancak bu yaşama isyan ettiği belli.  

 

Recep Amcanın Ayakkabısı Yırtık Ancak Gururu Sağlam

 

Akrabaları başına bu felaket gelince basının da ilgisini fark eden akrabaları yarım edelim demişler. Parası olmasa da hep "var" dermiş Recep amca.

Recep amca yırtık lastik ayakkabısı için “Aylığımı aldığımda ayakkabıyı alırım. 'Paran yoksa para verelim' derler. 'Param var derim ıstırabımdan" diyor. Yük olmuyor kimseye.

Bugüne kadar parasız günleri geçse de hep idare ettiğini aktaran Recep amca. Ayıp olur, telaşe olur diye kimseden bir şey istememiş. Yani kimseyi rahatsız etmemiş.

"Param yok, param olsa ben bu ayakkabılarla gezer miyim milletin içinde. 'Elindeki lastiği atıver' derler. 'Atarım ben, siz karışmayın' derim.   Elin kadar ben alamadım mı? Elin kadar ben giyemedim mi? Param yok alamadım.  Dişlerim yok. Eşimin de benim de dişlerim tükendi. Doktora yaptıracağımız dişler  'tutar mı tutmaz mı' diye sorduk. Yoksulluk nedeniyle gidip taktıramadık. Eğer orada param olsaydı, hemen taktıracaktım" diyor Recep amca.

Recep amcanın yokluğa rağmen kendisini ezdirtmemesi ve dik duruşu takdire şayan.  En azından küçük çıkarı için yalan söylemiyor. Olduğu gibi doğal davranıyor. Üstü başı yırtıktır ancak yüreği sağlamdır. Okuması yazması belki yoktur, ancak ahlaki normları çok iyi biliyor. Sınırlarını ve sorumluluklarını biliyor.

 

Çünkü Anadolu insanı halen “ayıp nedir” bilir. Utanır, yalan söylemez. Kimseye rahatsızlık vermez. Köylü gururludur, kendinden veriri, başkasına yük olmaz.

 

Kendi köylülerimden ve geçmişteki köy hayatımdan bilirim. Kırsalda yaşayan insanı doğa ile iç içe yaşadığı için doğanın kurallarını bilir. Doğada yalan ve küçük çıkarlar yoktur. Doğanın kuraları vardır. Doğa yalanı hileyi hurdayı kabul etmez. Onun için kırsalda yaşayan insanı hep önemsemişimdir.

Kar Hırsı İnsani Değerlerin Önüne Geçmemeli

EVET, bir tarafta Recep amcanın ayağındaki yırtık lastik diğer tarafta para kazanma hırsının tükettiği insanlık. Bir tarafta oğlu ekmek parası için yer altında kara kömür için can verdi Recep amcanın, diğer tarafta kara kömürün enerjisi ile şahlanan vahşi kapitalizmin sömürdüğü insan emeği. Ayşe teyze halen ne oldu da madeni su basması sonucu oğlunun öldüğünü bilmiyor. Daha çok kazanma hırsı ve baskısının, denetimsizliğin ve liyakatsizliğin yaratığı sonuçların oğlunun ölümüne neden olduğunu belki tam bilmiyor. Jared DIAMOND’un Tüfek Mikrop ve Çelik kitabının ana teması ve insanlığının dünden-bugün geldiği üretim ilişkileri konusunda da derin bilgileri olduğunu sanmıyorum Recep amcanın ve Ayşe teyzenin.

 

Dün tarımda geçinen bu insanların son yıllarda değişin üretim ilişkileri ve serbest pazar ekonomisinin canavar çarkının ağzında ezildiklerini ve bunun sonucu yoksulluğa itilen yaşamlarının sonucu oğullarının zorunlu olarak yer altına inmesi gerektiğini de tam anlayamadılar. Bir şeyin yanlış gittiğini biliyorlar ancak karı hırsının insanlığı tüketeceğini herhalde akıllarından geçirmemişlerdir. Ticaret de yapılmalı, iş de yapılmalı ancak açgözlülük ve paradan başka bir şey düşünmemek, insanın kendine ve çevresine verdiği en büyük zarar olsa gereke. Bir insanın zorunlu ihtiyaçları karşılanıyorsa, sağlığı yerindeyse, işi, evi ve ayağı yerden kesiliyorsa bundan başka ne istenir.     

 

Üretim İlişkilerinin Değişimi, Kırdan Kente Göç Bir Çok İnsanı Yoksullaştırdı

Açıkçası daha yeni tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişi yaşayan Anadolu köylülerinin büyük çoğunluğu yoksullaşmalarını gururlarına yedirmiyorlardır. Dün kıt kanat ürettikleri ile geçinen köylü, bugün ihtiyaçların fazlalaşması ve çeşitlenmesi karşısında geliri yetersiz kalıyor. Sınırlı üretim kapasitesine sahip köylünün ihtiyaçlarını satın alamaması ve bunun yaratığı çaresizlik Recep amcaların boynunu büktüğü duruma getiriyor. Param olsa elin içinde yırtık ayakkabı ile gezermiydim derken tam da belirtiğim çaresizliği belirtiyor. Bir zamanlar bağı bahçesi olan ve geçinen köylülerimiz bugün ne olduğunu anlamıyorlar. Tüketim yoksulu daha da yoksullaştırdı. Dışa bağlı tarımsal girdiler, ürettiklerinin para etmemesi, gelirinin düşüklüğü kişiyi yoksullaştırdı. Çağımızın tüketim toplunda ihtiyaçlar çeşitlenmesi bütün olarak satın alma gücünü sınırlamış Recep amcanın.

 

Bir zamanlar doğada ihtiyaçlarını karşılayan Recep amcalar ve Ayşe teyzeler gelişmiş pazar için üretim yapılan dünyada yoksullaştılar ve bunun sonucu oğullarını yer altında kara kömürde kaybettiler. Nasıl bir gelişmişlik nasıl bir adalet ki dün kırsalda geçinen insanlar bugün ekmeğe muhtaç.  

 

Yalnızca maden işçileri değil, kot temizliğinde çalışan ve çok genç yaşta ölen onlarca işçi, inşaatların denetimsizliği ve aşırı üretim talebine kurban giden onlarca işçi hepsi aynı canavar çarkının dişileri arasında can verip gidiyorlar. Türkiye iş kazalarında sanırım şimdi Dünyada ilk sırlarda yer alıyor.

Artık MIŞ gibi yaşamaya son verelim

Soru şu biz ülke olarak toplum olarak yaşananlardan ders çıkarıyor muyuz? Her olayı analiz edebiliyor muyuz? Geleceğe yönelik araştırma ve teknoloji geliştiriyor muyuz?

 

Geçim için, üç beş kuruş için yer altına inmekten başka şansı olmayan işçilere-köylülere üzülmekte artık yetmiyor. Toplumun okumuşları, aydınları ve ilgilileri artık bazı yanlışları uygun dile ve uygun kanalarla açıklaması ve önlem almasını sağlaması gerekiyor. Artık bu denetimsizliğe ve para hırsına YETER demek gerekiyor. Bilim ve teknoloji çağında bu görüntüler dünyanın 17. büyük ekonomisine sahip ülkemize yakışmıyor. Yetkililerimizin her defasında gerekli önlem alındı dedikleri anda bakıyorsunuz bir başka yerde bir başka ölümlü kaza yaşanıyor.

 

Demek ki söylemle olmuyor. Bir bütün olarak ülkemizin çalışma ve iş anlayışında değerler dizisi değişikliğine gitmek gerekir. Görebildiğim kadarı ile bütün işlerimiz geçici ve MIŞ gibi yapıyoruz. Bu anlayışla bir yol alamayız. Sanki hep birbirimizi idare ediyoruz. Her şeyi kitabına uyduruyoruz. Olan umudunu yitirmeyen fakir Recep amca ve Ayşe teyze gibi dünyada yaşanan çıkar ilişkileri çarkını bilmeyen ve anlamayan saf insanlara köylüleri oluyor.

 Mevlana'nın dediği gibi yeni bir şey söylemek gerekir.

Teknoloji çok gelişti biz halen kazma kürek yüzlerce yer altında dehlizlerde maden arıyoruz. Dünya artık robotlarla üretim yapıyor ve robotlarla ameliyat gerçekleştiriyor. Türkiye artık yeni şeyler söylemelidir.

 

Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ,

Çukurova üniversitesi öğretim üyesi,

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it., https://www.facebook.com/iortas ,

Tweeter; İbrahim ORTAŞ@iortas

 

Adana 20 Kasım 2014

 

NİTELİKLİ EĞİTİM, NİTELİKLİ ÖĞRETMENLE MÜMKÜNDÜR!

ÖĞRETMENLERİN SORUNLARI ÇÖZÜLMELİ, TALEPLERİ KARŞILANMALIDIR!

Öğretmenlik mesleği açısından, uluslararası anlamda sadece 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü olarak kutlanmasına karşın, 12 Eylül sonrasında ilan edilen “24 Kasım Öğretmenler Günü” bugüne kadar öğretmenlerin en temel sorunlarının bile gündeme gelmediği “resmi bir gün” olarak görülmektedir.

12 Eylül cuntasının bir ürünü olan “24 Kasım Öğretmenler Günü”nün, aynı zamanda, 12 Eylül zihniyetinin nasıl bir öğretmen istediğinin simgeleştiği bir gündür. Eğitim Sen için 24 Kasım’ı gerçek anlamda öğretmenler günü olarak kabul etmek demek; 12 Eylül rejimini, uygulamalarını ve düşüncesini benimsemek, TÖB-DER’in kapatılmasını ve binlerce öğretmenin mağdur edilmesini onaylamak, 12 Eylül zihniyetinin yaratmak istediği “itaatkâr” öğretmen profilini kabul etmek anlamına gelmektedir.

Eğitim Sen, yıllardır 12 Eylül zihniyetinin ürünü olan 24 Kasım’ı değil, dünya öğretmenlerinin evrensel mücadele günü olan 5 Ekim’i Dünya Öğretmenler Günü olarak kabul etmekte ve kutlamaktadır. Türkiye’de 5 Ekim, eğitim emekçilerinin uluslararası dayanışma ve mücadele günü olarak Eğitim Enternasyonali’nin Türkiye’deki tek üyesi olan Eğitim Sen tarafından kutlanmaktadır.

Her fırsatta 12 Eylül ve darbelerle hesaplaştığını iddia eden iktidar ve yandaş sendikalar, yıllardır 24 Kasımı Öğretmenler Günü olarak kutlamakta, öğretmenlere içi boş ve gerçek yaşamda hiçbir karşılığı olmayan övgüler dizip, gerçek sorunların üzerini örterek günü kurtarmaya çalışmaktadırlar.

12 yıldır tek başına iktidarda olan AKP’nin öğretmenlik mesleğinin taşıması gerektiği nitelikleri, iş yükünü, aldığı ücreti ve eğitim hizmetinin niteliğini en azından OECD ülkeleri düzeyine taşımak gibi bir hedefi olmamıştır. Eğitimde 4+4+4 dayatmasıyla zaten sorunlu olan eğitim sisteminde büyük bir alt-üst oluş yaratılmış, on binlerce öğretmen okul dönüşümleri sürecinde norm fazlası yapılarak mağdur edilmiş, fiilen sürgüne uğramıştır. Milli Eğitim Bakanlığı attığı her adımda, başlattığı her uygulamada öğretmenlerin, yardımcı hizmetli ve memurların daha fazla çalışabilmelerinin önünü açmak, birbiriyle rekabet eder hale getirmek için “kalite”, “rekabet”, “verimlilik” gibi piyasacı kavramlar eşliğinde gündeme getirilen eğitimde performans değerlendirme uygulamalarını adım adım uygulamaya ve iş güvencemizin altını oymaya başlamıştır.

 

12 YILDA ÖĞRETMENLERİN SATIN ALIM GÜCÜ BELİRGİN BİR ŞEKİLDE AZALMIŞTIR

 

Geçtiğimiz 12 yıl içinde eğitim ve bilim emekçilerinin aldıkları maaşlar, rakamsal olarak artmış gibi görünse de insanca yaşam seviyesinin yanına bile yaklaşamamıştır. Eğitim emekçilerinin üçte ikisi insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürebilmek için ek işler yapmak zorunda bırakılmış, özellikle öğretmenlerin satın alım gücü belirgin bir şekilde azalmıştır.

Eğitim emekçilerinin ücretlerinde yaşanan gerilemeyi en somut ifade etmenin yolu; öğretmenlerin ve diğer bazı meslek gruplarının 12 yıl önceki maaşları ile bugün aldıkları maaşları karşılaştırmaktır. 2002 yılında en düşük memur maaşı 293 TL, polis memuru maaşı 591 TL, uzman doktor maaşı 810 TL, avukat maaşı 780 TL iken öğretmen maaşı 560 TL’dir. Aradan geçen 12 yıl içinde hemen hemen bütün meslek gruplarının temel ücretlerinde gerçekleşen artış, eğitim emekçilerinin maaşlarındaki artıştan daha fazla olmuş, yüz binlerce öğretmenin satın alım gücü fiilen düşürülmüştür.

Kasım 2014 itibariyle aile yardımı (164 TL) ve diğer ek ödemeler (çocuk yardımı vb) hariç, aile geçim indirimi dahil polis memuru maaşı (8/1) 2.765 TL, uzman doktor maaşı (1/4) 3.962 TL, avukat maaşı (1/4) 3.923 TL iken öğretmen maaşı (9/0) 2.082 TL, en yüksek öğretmen maaşı (1/4) 2.422 TL’dir.

AKP’nin iktidarda olduğu 12 yıl itibariyle eğitim emekçilerinin maaşları ile diğer kamu emekçilerinin maaşlarını karşılaştırdığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:

 

¨  2002’de göreve yeni başlayan bir öğretmen; aynı durumdaki polislerden sadece yüzde 4 daha az maaş alıyorken, 2014’te göreve yeni başlayan bir öğretmen 8’inci derecenin birinci kademesindeki bir polis memurundan yüzde 32 oranında daha az maaş almaya başlamıştır. Bugün göreve yeni başlayan bir öğretmen ile aynı durumdaki polis memurunun maaşı arasındaki fark tam 683 TL’dir.

¨ 2002’de göreve yeni başlayan öğretmenin maaşı uzman doktor maaşından yüzde 43 daha az iken, bugün bu yüzde 90’a çıkmıştır. Uzman doktorların ek ödemeleri ile öğretmenlerin ek ders miktarı hesaba katıldığında aradaki fark daha da açılmaktadır.

¨   2002’de göreve yeni başlayan bir öğretmen, kamuda çalışan avukatlardan yüzde 34 daha az maaş alırken, bugün bu fark yüzde 88’e kadar çıkmıştır. 

 

Kuşkusuz kamuda istihdam edilen ve her biri farklı işleri yapan tüm kamu görevlilerinin yaptıkları iş önemli ve değerlidir. Burada öğretmen maaşları ile diğer meslek gruplarının maaşlarını kıyaslamaktaki tek amacımız, son 12 yıl içinde öğretmen ücretlerinde yaşanan erimeyi açıklamaktır.

Siyasi iktidar aile (164 TL) ve çocuk (38 TL) yardımlarını maaşların içinde vererek maaşları yüksek göstermekte ve kamuoyunu kandırmaktadır. Genel olarak kamu görevlilerinin maaş artışları ve satın alma gücü açısından bakıldığında, öğretmenlerin AKP iktidarında ciddi anlamda ekonomik kayıp yaşadıkları anlaşılmaktadır.

Eğitim emekçilerinin gerek çalışma gerekse yaşama koşulları açısından her geçen yıl, bir önceki yılı mumla aradığı açıktır. Geçmişte Başbakan ve Milli Eğitim Bakanlarının, hatta sokaktaki vatandaşın bile sık sık “çok maaş alıyorlar” gibi tamamen yanlış bilgiye dayalı söylemlerde bulunmaları eğitimde mesleki itibarsızlaştırmanın geldiği noktayı görmek açısından önemlidir. Öğretmenlerin aldıkları maaşlar, rakamsal olarak fazlaymış gibi gösterilse de yapılan işin niteliği açısından bakıldığında, insanca yaşam seviyesinin yanına bile yaklaşmamaktadır. Eğitim-öğretim sürecinin emektarları olan yardımcı hizmetliler ve memurların durumu ise çok daha vahimdir. Türkiye’de lise mezunu bir yardımcı hizmetli (13/3) sadece 1759 TL, memur ise (13/3) 1928 TL maaş almaktadır. 

 

ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ İTİBARSIZLAŞTIRILMIŞ, MESLEK ONURU ZEDELENMİŞTİR

 

Öğretmenler Türkiye’nin en ücra köşelerinde, her türlü olumsuz koşullarla mücadele ederek, görevlerini yerine getirmeye çalışmaktadır. Yaşamın olduğu her yerde eğitim emekçilerini görmek mümkün. Öğretmenlerin yıllar boyunca büyük fedakarlıklara katlanarak çalışırken yaşadığı zorluklar ortadayken, çalışma ve yaşam koşulları ve mesleki saygınlıklarının giderek kötüleşmesi dikkat çekicidir. Geçtiğimiz yıllar içinde öğretmenlerin ekonomik ve sosyal sorunlarına ek olarak, mesleki saygınlıklarında ciddi gerilemeler yaşanmıştır.   

AKP 2002 seçim bildirgesinde “Öğretmenlik mesleğinin toplumda hak ettiği itibarı yakalayabilmesi için öğretmenlerin nitelikleri artırılacak, buna paralel olarak özlük hakları ve çalışma şartları iyileştirilecektir” ifadesi yer almasınakarşın, 12 yıllık AKP iktidarında öğretmenlik mesleğinin bırakalım toplumda hak ettiği itibarı yakalamasını, öğretmenler tarihin hiçbir döneminde AKP iktidarı döneminde olduğu kadar hakarete maruz kalmamış, öğretmenlik mesleği tarihte hiç bu kadar büyük bir itibar kaybına uğramamıştır. Göreve gelen her bakan fırsat buldukça öğretmenlerin az çalıştığı, uzun tatil yaptığını iddia etmiş, her fırsatta öğretmenlik mesleğini “itibarsızlaştıran” ifadeler kullanmıştır.

MEB, eğitime yönelik politika ve uygulamalardaki başarısızlığını sorgulamak yerine, öğretmene rotasyon girişimleri ile bir kez daha öğretmenleri hedef almıştır. MEB’de şube müdürlüklerinden başlayarak okul müdürler ve müdür yardımcılarına kadar bütün eğitim yöneticilerine performansa dayalı çalışmaya bağlı olarak rotasyona uygulaması başlamıştır. Öğretmenler açısından tarihin en büyük sürgünü anlamına gelen ve on binlerce öğretmeni yakından ilgilendiren, “öğretmenlere rotasyon” uygulaması için ilk adım atılarak, okullarda yeni ve kitlesel bir tasfiye için düğmeye basılmıştır.

Eğitimde, hiçbir gerekçe eğitim emekçilerini okuttuğu öğrencisinden, oturduğu mahallesinden kopararak, zorla başka bir işyerine göndermesini haklı çıkaramaz. 4+4+4 sonrasında okul dönüşümleri ile mağdur edilen öğretmenler, bu kez de rotasyon dayatması ile tehdit edilmekte, görevlerini sağlıklı bir şekilde yapmaları engellenmektedir.

 

SORUNLARIMIZ GİDEREK ARTMAKTADIR

¨       Türkiye’de çalışan öğretmenler, OECD ülkeleri içinde en çok çalışan, en düşük maaş alan öğretmenler arasındadır.

¨       Öğretmenlerin yüzde 80’i geçinebilmek için ek iş yapmak zorunda bırakılmış, üçte ikisi borçlanarak hayatını sürdürmek zorunda kalmıştır.   

¨       Öğretmenler, sık sık değişen eğitim politikaları nedeniyle siyasi iktidarın ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın elinde adeta oyuncak haline getirilmiştir.  

¨       Öğretmen açıkları sorununa kalıcı çözümler üretilmeyerek 300 bini aşkın işsiz öğretmenin ataması yapılmamış, bugüne kadar 40 işsiz öğretmen resmen intihara sürüklenmiştir.    

¨  Eğitimde benimsenen esnek çalışma uygulamaları ile aynı işi yapan farklı statülerde öğretmen istihdamını gündeme gelmiş, kariyer basamakları ve performans değerlendirme uygulamaları eğitim emekçilerini birbirine rakip haline getirmiştir.

¨ Eğitime bütçeden yeterli pay ayrılmaması nedeniyle öğretmenler öğrencilerden çeşitli adlar altında para toplamaya zorlanan birer “tahsildar” durumuna düşürülmüştür.

¨ Öğretmenlerin büyük bölümünde angarya çalışma ve iş yükü artışına paralel olarak meslek hastalıklarında artış yaşanmakta, özellikle 4+4+4 sonrasında yeni sorumluluklar yüklenerek angarya çalışmaya zorlanmaktadır.

¨ Demokratik haklarını kullandıkları ve sendikal çalışmalara katıldıkları için her yıl çok sayıda öğretmen soruşturma geçirmekte, sürgün ve cezalarla karşı karşıya kalmaktadır. Her fırsatta Eğitim Sen üyelerine soruşturma açılmakta, bazıları hakkında sürgün, maaştan kesim cezaları hatta memuriyetten çıkarma cezaları verilmekte, bu tür keyfi cezaların tamamına yakını yargıdan dönmektedir. 

¨ Hizmetli ve memurların yaşadığı ekonomik ve özlük sorunlar da yıllardır görmezden gelinmekte, tıpkı öğretmenler gibi hizmetli ve memurlar da sorunlarına kalıcı çözümler üretilmesini talep etmektedir.

 

EĞİTİM SEN OLARAK TALEPLERİMİZ;

 

¨   Öğretmenler günü olarak 12 Eylül ürünü olan 24 Kasım değil, Dünya Öğretmenler Günü olan 5 Ekim tarihi esas alınmalı, öğretmenlere hak ettiği değer verilmelidir.

¨  Başta insanca yaşayacak ücret talebimiz olmak üzere, eğitim emekçilerinin bugüne kadar yaşadığı ekonomik mağduriyetler giderilmeli, son 12 yıl içinde satın alım gücümüzdeki azalmayı telafi eden adaletli bir ücret artışı sağlanmalıdır.

¨ 2014 yılı enflasyon farkları bir seferde ödenmeli, ek ödemelerin tamamı temel ücrete ve emekliliğe yansıtılmalı, vergi dilimi uygulaması sabitlenerek ücretlerde yaşanan erimenin önüne geçilmelidir. Ek ders ücretleri günün şartlarına uygun bir şekilde yeniden düzenlenmeli ve en az iki kat arttırılmalıdır. 

¨ Eğitim-öğretim yılı başında öğretmenlere yapılan eğitim-öğretime hazırlık ödeneği, her dönem başında olmak üzere yılda iki kez olmalı ve bütün eğitim ve bilim emekçilerinin yararlanması sağlanmalıdır.

¨ Eğitimde esnek, kuralsız ve angarya çalışma uygulamalarına son verilmeli, performans değerlendirme ve rotasyon uygulamalarından tamamen vazgeçilmelidir.  

¨   Hizmetli ve memurlara özel hizmet tazminatı ödenmelidir.

¨   Kamu emekçilerinin grevli toplusözleşme hakkı önündeki engeller kaldırılmalı, gerçek bir toplusözleşme düzenin yaratılması sağlanmalıdır.   

 

 

Şube Yürütme Kurulu Adına

Ahmet KARAGÖZ

 

Şube Başkanı