Cumartesi, 01 Temmuz 2017

SİVAS KATLİAMI’NIN ACISI 24 YILDIR YÜREĞİMİZİ YAKIYOR!
2 Temmuz 1993 tarihi, insanlık tarihine büyük bir utanç, yüreğimizi yakan bir ateş olarak düşmesinin üzerinden 24 yıl geçti. Sivas katliamı, 24 yıldır en temel insani değerlerini yitirmemiş herkesin yüreğinde kanamaya devam eden derin bir yara olmayı sürdürmektedir.

Katliamda aktif rol oynayan katillerin avukatlarından bazıları sonraki yıllarda AKP’den milletvekili seçilmiş, bazıları bakan yapılmış, hatta Anayasa Mahkemesi üyesi olarak atanarak ödüllendirilmiştir. Katillerin cezalandırılmaması için adeta seferber olan siyasi iktidar, Sivas katliamı davasının ‘zamanaşımı’na uğratılması için elinden geleni yaparak, katillerin cezasız kalmasında önemli rol oynamıştır.

Sivas katliamı, tıpkı 1 Mayıs 77 katliamı, Malatya, Maraş, Çorum, Gazi Mahallesi katliamları gibi bilinçli bir şekilde karanlıkta bırakılarak unutturulmak istenmiş, siyasi sorumlular hesap vermemiş, katliamın arkasındaki karanlık güçler bilinçli olarak açığa çıkarılmamıştır.

Türkiye’de, 12 Eylül darbe sürecinden itibaren benimsenen Türk-İslam sentezi politikalar ve onun üzerinden yükselen ırkçı, şoven ve gerici düşüncelerin sürekli beslenmesinin en acı sonuçlarından birisi 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta, Pir Sultan Abdal Kültür Şenliği ve bu şenliğe katılanlar hedef alınmıştır. Sivas katliamının hedefi, tıpkı geçmişteki benzer katliamlarda olduğu gibi, egemen inanç sisteminin dışında kalan Aleviler, yıllarca ezilen, sömürülen ve yok sayılanlar olmuştur. Saldırganların engellenmeyerek katliama çanak tutulması, ardından yaşanan trajedinin üzerinin örtülmesi için iktidarın nasıl seferber olduğunu unutmamız mümkün değildir.

Türkiye’de yaşayan çeşitli inanç ve mezheplerden halklarımızın umudu ve aydınlık geleceği olan aydın, yazar ve sanatçılarımızın da içinde olduğu 35 insanımız ırkçı-gerici güçler tarafından katledilmiştir. Aradan 24 yıl geçmiş olmasına rağmen, katliamının yarattığı acılar tazeliğini bugün de korumaktadır. Sivas katliamı her ne kadar zamanaşımı üzerinden unutturulmak istense de, insanlık suçlarında zamanaşımı yoktur. Sivas katliamını gerçekleştiren gerici güçler ve onların avukatlığı yapanların bugün adalet talebiyle alanlara çıkan, kitlesel yürüyüşler yapanlara yönelik tehditleri ve hakaretleri, katliamcı zihniyetin bugün de varlığını sürdüğünü göstermektedir.

Türkiye’de geçmişte halkları birbirine karşı kışkırtarak, kitlesel katliamlara ve cinayetlere zemin hazırlayanlar, bugün ısrarla ayrımcı, tekçi, ırkçı ve gerici politikalarını sürdürerek halkların barış içinde bir arada yaşama iradesini engellemek adına tehlikeli adımlar atmakta, ülkenin içinde bulunduğu OHAL koşullarını da kullanarak hukuksuz uygulamalarına devam etmektedir.

Toplumsal barışı tehdit eden her türlü saldırı ve katliamlara rağmen, Türkiye’de farklı inançların, farklı kimlik ve kültürlerinin barış içinde ve kardeşçe bir arada yaşama isteğindeki ısrarını sürdürmesi önemlidir. Ne yaşadığımız katliamları, ne de iktidarın bu katliamlar karşısında takındığı siyasi tavırları unutmamız elbette mümkün değildir. İnsanlık, kendisine karşı işlenmiş suçları, bu suçları işleyenleri ve yaşananlara sessiz kalanları asla unutmamıştır ve unutmayacaktır.

Eğitim Sen olarak, 24 yıl önce Sivas katliamında, Sivas katliamı öncesinde ve sonrasında yaşanan bütün katliamlara hayatını kaybeden canlarımızı saygıyla anıyoruz.

KESK Adalet İçin Yürüyor!
Konfederasyonumuz, bağlı işkolu sendikalarımızın MYK üyeleri ve Şubeler Platformlarımızla birlikte CHP’nin başlattığı ‘Adalet Yürüyüşü’ne 16. gününde, 30 Haziran Cuma günü (bugün) katıldık.

Görüntünün olası içeriği: 11 kişi, gülümseyen insanlar, ağaç, kalabalık, açık hava ve doğa

16’ncı gününde devam eden Adalet Yürüyüşü’ne katılan Eş Başkanımız Lami Özgen, “Yürüyüş aynı zamanda bu ülkenin işçilerinin, emekçilerinin, ezilenlerinin ve bütün halkın talebidir” dedi.

‘MÜCADELEMİZ SÜRECEK’

Yürüyüş esnasında konuşan Eş Başkanımız Lami Özgen, “Yürüyüş aynı zamanda bu ülkenin işçilerinin, emekçilerinin, ezilenlerinin ve bütün halkın talebidir. Kanun Hükmünde Kararnamelerle kamu emekçilerinin hukuksuz bir şekilde ihraç edilmesi adaletsizliğin ta kendisidir. Bu yüzden Adalet Yürüyüşü bu boyutuyla bütün kamu çalışanlarını ve bütün işçileri ilgilendiriyor. Şu an iş güvencesi tamamen ortadan kaldırılmış durumda. Keza bu hukuksuzluk yöntemlerle işçilerin kıdem tazminatı ortadan kaldırılıyor. Bu hukuksuzluklardan dolayı bizler Adalet Yürüyüşü’ne katıldık. Sadece bu yürüyüş güzergahı üzerinde değil KESK bileşenleri hem adalet talebiyle hem de bu yürüyüşe destek amaçlı mücadelesini devam ettirecek” dedi.

Görüntünün olası içeriği: 9 kişi, gülümseyen insanlar, açık hava

Adalet Yürüyüşü’nün gerçekleştiği tüm illerde şubeler Platformlarımızın da katıldığı yürüyüş boyunca “ihraç edilen, açığa alınan kamu emekçileri”nin ön plana çıkarıldığı ADALET talebi ile OHAL-KHK rejimi ile sendikal hak ve özgürlüklerimizi yok sayan, emek ve demokrasi mücadelemizi hedef alan baskılar ve hukuksuzluklar karşısında Konfederasyonumuz dayanışma ve ortak mücadele ile zulme, zorbalığa ve faşizme karşı; eşit, özgür, demokratik bir Türkiye mücadelesi vermeye devam edecek, herkes için adalet talebini yarın tüm illerde gerçekleşecek oturma eylemleri ile bir kez daha dile getirecektir!

 

Görüntünün olası içeriği: 11 kişi, gülümseyen insanlar, ağaç, kalabalık, açık hava ve doğa

Mülakat Sınavı ve Sözleşmeli Öğretmenlikle Eğitimin Niteliğini Arttırmak Mümkün Değildir!

Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, öğretmen atamalarında mülakat sınavı ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının devam edeceğini açıklamıştır. Bakan Yılmaz’ın açıklamaları, eğitimde güvencesiz istihdam uygulamalarının kalıcı olduğu anlamına gelmektedir.

Geçtiğimiz yıllar içinde özellikle eğitim alanında güvencesiz, esnek ve performansa dayalı istihdam politikalarını adım adım hayata geçiren siyasi iktidar, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında tartışmalı mülakat sınavları ile birlikte yeniden düzenlediği öğretmen atama sistemi ile öğretmenleri ‘iktidara sadakat’ ilkesi ile çalıştırmak istediğini açıkça göstermiştir.

Geçtiğimiz yıllarda siyasal kadrolaşma amacıyla gündeme getirilen ve Danıştay tarafından “objektif olmama” gerekçesiyle iptal edilen “mülakat sınavı” uygulamasının öğretmen atamalarında belirleyici olması ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamasıyla birlikte hayata geçirilmesi, Türkiye’de en yaygın kamu hizmeti olan sözleşmeli/güvencesiz öğretmen istihdamının temel istihdam politikası olarak benimsendiğini göstermektedir.

Mülakat sınavı ile ilgili olarak daha önce Danıştay’ın vermiş olduğu karar çok açık olmasına rağmen, öğretmen atamalarında mülakat sınavının benimsenmesi, yaşanan sorunların daha da derinleşerek süreceğinin kanıtıdır. Danıştay, eğitim yöneticilerinin mülakatla belirlenmesi konusunda geçmişte aynı mantıkla yapılan düzenlemelerin büyük bölümünün yürütmesini durdurması ve “… en uygunun seçilmesi yönünde nesnel ölçüt öngörmeyen, … atamaya yetkili makamın öznel değerlendirme ve mutlak takdirine meydan verecek mahiyet taşıyan, … hukuka ve Danıştay’ın önceki kararlarına da aykırı” vb. ifadelerle, idarenin eğitim yöneticilerini liyakate göre değil, siyasi görüşlerine göre belirlemesini sağlayacak olan uygulamaları birer birer iptal etmesine rağmen, aynı mantığın öğretmen atamalarında benimsenmesi kabul edilemez.

Mevcut uygulamanın devam etmesi halinde farklı kimlik, inanç ve siyasi düşünceye sahip olan, ‘yerli’ ve ‘milli’ olmadıkları düşünülen, iktidara eleştirel ve muhalif yaklaşan,  öğretmenlerin ‘mülakat sınavı’ ve ‘güvenlik soruşturması’ üzerinden elenmesi, atanacak öğretmenlerin büyük ölçüde iktidarın istek ve beklentileri doğrultusunda istihdam edilmesi kaçınılmazdır.

Türkiye’de mülakat sınavına dayalı tüm uygulamaların ‘siyasal kadrolaşma’nın önünü açarak sayısız haksızlığa neden olduğu, aldıkları puanlara bakılmaksızın iktidarın dünya görüşüne yakın olmayanların taraflı ve kasıtlı değerlendirmeler üzerinden elendiği ya da ‘saf dışı’ bırakıldığı çok iyi bilinmektedir. Benzer bir tespiti daha önce yüksek yargı da yapmış, kamuda mülakatla yapılan atamaları birer birer iptal etmiştir.

Öğretmen atamalarında temel sorun, toplumun her kesimi tarafından ‘siyasi torpil’ ve ‘kayırmacılık’ olarak algılanan mülakat sınavı ile sınırlı değildir. Siyasi iktidarın bir süredir kamu istihdamında benimsemiş olduğu güvencesiz/sözleşmeli istihdam uygulamalarının yaygınlaşması, ‘Güvenlik soruşturması’ adı altında yapılan siyasi fişlemeler, özellikle farklı kimlik ve mezheplere yönelik olarak benimsenen ayrımcı tutumların sürdürülmesi halinde yapılacak atamaların öncekilerden farklı olması mümkün değildir.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 15 yılda ortaya koyduğu pratik, kurumun en güvenilmez bakanlık haline gelmesini sağlamış, eğitim sistemine yönelik olarak yapılmak istenen değişiklikler başta olmak üzere, yapılan her türlü sınav, değerlendirme ve atamaların ve sürekli eleştirilmesine ve tartışılmasına neden olmuştur.

Öğretmen istihdamında mülakat doğrudan ‘torpil’ ve ‘siyasi kayırma’ anlamına gelmektedir ve Bakan Yılmaz’ın iddia ettiği gibi bu yöntemle objektif değerlendirme yapmak kesinlikle mümkün değildir.  Mülakat sınavı ve sözleşmeli öğretmenlik uygulaması kaldırılmadıkça eğitimin zaten sorunlu olan niteliğini yükseltmek mümkün olmayacaktır. Çünkü öğretmenlerin iş güvencesi ile eğitim hizmetlerinin niteliği arasında doğrudan ilişki vardır.

Eğitim hizmetlerinin niteliği, sürekliliği ve düzenli olması gerektiği açıktır. Bu nedenle eğitimde objektiflikten uzak değerlendirmelerle yapılacak atamalardan ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamalarından derhal vazgeçilmeli, herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.