Pazartesi, 05 Eylül 2016

BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ
Eğitim Sen üyeleri, yıllardır sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi sürecinde baskılara, cezalara, soruşturma ve sürgünlere, hatta görevden almalara maruz bırakılmış, siyasi iktidarın yıldırma politikaları ile hizaya getirilmeye çalışılmıştır. 
Sendikamızın mücadele tarihiyle yaşıt hale gelen baskılar, özellikle de OHAL ile ülke çapında başlatılan "cadı avı" ile sürdürülmesi dikkat çekicidir. AKP’nin ideolojik çizgisinde siyasallaşmış idari makamların disiplin soruşturmaları, verdikleri sürgün ve görevden alma kararları bizler için ne ilktir ne de son olacak gibi görünmektedir. 



Bugün neden buradayız sorusuna cevap verelim. 
13 Mart 2016 tarihinde Ankara’da gerçekleşen, 37 insanımızın yaşamını yitirmesine, onlarcasının yaralanmasına neden olan saldırıyı Adana’da Emek ve Demokrasi güçleri, Adana Barosu ve CHP Adana Milletvekilli İbrahim ÖZDİŞ’inde içinde olduğu grup, 15 Mart 2016 tarihinde Adana Büyükşehir Belediyesi önünde toplanıp Atatürk Parkında yapılacak olan bir basın açıklamasına yürüyüş esnasında polis gaz ve copla müdahale ederek grubun yürüyüşünü engellemişti,

5 Haziran 2015 tarihinden buyana ülkede sivil halka yönelik 19 katliam yaşanmış olup, binlerce insan yaşamını yitirmiş, binlerce insan sakat kalmış ve yaralanmıştır. Toplumsal barışı ilke edinmiş insanların bu tür katliamlar karşısında refleks göstererek tepki vermeleri gayet doğal iken bugün yaşanan katliamları lanetleyenlerin yargılanmasına bir anlam veremiyoruz. 

15 Mart 2016 tarihinde gerçekleştirilen eylem ile ilgili Emniyet Müdürlüğü emek ve meslek örgütlerinin üye ve yöneticilerinin de içinde olduğu kişilerin ifadelerini almış olup, konuyla ilgili açılan adli soruşturmada arkadaşlarımızın büyük bir kısmına kovuşturmaya yer olmadığına dair adli kararlar mevcut iken; Adana İl Milli Eğitim Müdürlüğünün 14 üye ve yöneticimize idari soruşturma açmış olmasına bir anlam veremediğimizi ifade etmek isteriz.

Adana Baro Başkanı, CHP Adana Milletvekili İbrahim ÖZDİŞ ve Adana emek ve meslek örgütlerimizin üye ve yöneticilerinin büyük bir kısmı polisler tarafından sıkılan gaz ile hastanelik olmuştu. Hepimizin elinde darp raporları mevcut iken bugün yalnızca mağdurların yargılanması hukukun hangi aşamada işlediğinin göstergesidir. 

Örgütlenme ve ifade özgürlüğünü önemseyen, savaşlar karşısında barışı savunarak demokratik tepkilerini gösteren üye ve yöneticilerimizin son derece keyfi gerekçelerle cezalandırılmak istenmesi hukukun en temel ilkelerinin bile ayaklar altına alındığının göstergesidir.
KESK`e bağlı sendikaların üye ve yöneticilerine karşı uygulanan bu tutum ve tavır bize göre kesinlikle rastlantı değildir. AKP kendi siyasal ve ideolojik ihtiyaçlarının karşılayacak bir model yaratma çabasıyla toplumsal muhalefeti örgütleyen Eğitim Sen’ni susturmak istiyor ama nafile.
AKP, her konuda olduğu gibi, demokrasi ve özgürlükler konusunda da sadece kendine demokrat, kendine özgürlükçüdür. Kendisi gibi düşünmeyen, zulme karşı boyun eğmeyen herkes bugün siyasi iktidarın hedefi haline gelmiştir. Böylesine büyük bir abluka ortamında geri adım atmamız, savunduğumuz ilke ve değerlerimizden vazgeçmemiz asla mümkün değildir. 

Buradan AKP hükümetine, Milli Eğitim Bakanlığına ve siyasi iktidarı temsil eden diğer yetkililere sesleniyoruz: Bizler, bugüne kadar olduğu gibi örgütlü mücadelemiz ile bu kuşatmayı kırmaya kararlıyız. Soruşturma, sürgün ve cezalandırmalara karşı bugüne kadar sürdürdüğümüz örgütsel ve hukuksal mücadelemiz bundan sonra da aynı kararlılıkla sürecektir. Bugüne kadar mücadelemizi engellemeyi başaramadığınız gibi, bugünden sonra da başaramayacaksınız. 

Ahmet KARAGÖZ
Şube Başkanı

Başbakan’ın Eğitim Emekçilerine Yönelik Tehdit Dolu Sözleri, Baskı, Korutma ve Sindirme Amaçlıdır, Kabul Edilemez!

Hükümet, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında başlattığı ve darbeciler yönelik olduğu iddia edilen soruşturmalar, açığa almalar ve ihraçlar üzerinden kendisine muhalif olarak gördüğü geniş kesimlere yönelik cadı avını sürdürmektedir.

1 Eylül gece yarısı çıkarılan 672 sayılı KHK ile 28 bini MEB bünyesinde olmak üzere, 50 bini aşkın kamu personeli savunma hakkı bile tanınmadan kamu görevinden ihraç edilmiştir. Hükümetin ulusal ve uluslararası hukukun en temel ilkeleri ayaklar altına alınarak gerçekleştirdiği ihraçlar ve açığa almaların darbeci zihniyetten hiçbir farkı olmadığı gibi, hukuk dışı karar ve uygulamaların ısrarla sürdürülmek istenmesi dikkat çekicidir.

Başbakan Binali Yıldırım, 2 Eylül tarihinde bölgede “terörle iç içe olmuş 14 bin öğretmenin bulunduğunu ve zorunlu yer değişikliği yapılacağını” açıklamış, daha sonra 4 Eylül Pazar günü Diyarbakır’da yaptığı konuşmada “terörle iç içe olduğundan şüphe edilen 14 bin öğretmenin ve kamu görevlilerinin tedbir olarak açığa alınacağını” açıklamıştır. OHAL’in arkasına sığınılarak yapılan bu açıklamanın ardından, hükümetin siyasi uzantıları tarafından kamuoyunda ve sosyal medyada eğitim emekçilerinin mücadele kesimlerine yönelik tehdit, korkutma ve sindirme amaçlı büyük bir linç kampanyası başlatılmıştır.

Hükümetin kendileri gibi düşünmeyen, haksızlıklar karşısında sesini yükseltenlere karşı gösterdiği tahammülsüzlüğün son dönemde belirgin bir şekilde arttığı, en temel sendikal eylemlerin bile suç kapsamına alınmaya çalışıldığı bilinmektedir. Yıllardır iktidarın ve onun toplum içindeki siyasi uzantılarının pervasız saldırılarına, iftira ve suçlamalarına itiraz eden, sesi yükselten her birey, her kurum “bertaraf” edilmesi gereken potansiyel hedef olarak belirlenmiştir.

Başbakan’ın, OHAL hukukunun arkasına sığınarak, “şüphe duyulan 14 bin öğretmenin açığa alınabileceğini” açıklaması, hükümetin olası hukuki sonuçlarını bile bile tamamen siyasi bir karar alınmak istediğini göstermektedir. Başbakan’ın açıklamaları, bugüne kadar iktidarın anti demokratik uygulamalarına karşı çıkan tüm eğitim emekçilerine yönelik bir açık bir gözdağı olmasının ötesinde, tamamen korkutmak ve sindirmek amaçlıdır ve kabul edilmesi mümkün değildir.

Bugüne kadar iktidarın eğitim başta olmak üzere, toplumsal yaşamın tüm alanlarında hayata geçirdiği anti demokratik uygulamalara karşı çıkan kesimlerin hedef haline getirilmiş olmaları, darbe fırsatçılığının geldiği tehlikeli noktanın görülmesi açısından önemlidir. Benzer örneklerini ancak faşist rejimlerde görebileceğimiz geniş kapsamlı “cadı avı” uygulamalarının asıl amacı kamuoyunun kafasında soru işaretleri oluşturmak, eğitim emekçilerinin mücadeleci kesimlerini susturmaktır.

Başbakan tarafından bu tür tehdit dolu açıklamaların aslında hangi amaçlarla yapıldığı, yıllardır ülkenin dört bir yanında fedakârca çalışan eğitim emekçilerine ne tür mesajlar verildiği herkes tarafından bilinmektedir. Hükümetin bugüne kadar hayata geçirdiği hukuk dışı ve anti demokratik tüm karar ve uygulamaları gerek ulusal, gerekse uluslararası yargı tarafından da eleştirilmiş ve benzeri hukuk dışı kararlar nedeniyle Türkiye hükümeti defalarca mahkum edilmiştir.

Ülkenin içinden geçmekte olduğu olağanüstü koşulları fırsata çevirerek OHAL hukuku dayanak yapılarak hayata geçirilmek istenen yeni tasfiye girişimlerinin kabul edilmesi mümkün değildir. Eğitim emekçileri, darbeci zihniyetten hiçbir farkı olmayan, korkutmak ve sindirmek amaçlı olarak gündeme getirilen bu tür hukuk dışı girişimlere pabuç bırakmayacak kadar köklü bir mücadele geleneğine sahiptir.

Hükümete çağrımız, OHAL hukukunun arkasına sığınarak hiçbir hukuk dışı girişimde bulunmaması, siyasi intikam duygusuyla hareket etmekten uzak durmasıdır. Eğitim Sen, nereden ya da kimden gelirse gelsin, eğitim emekçilerinin örgütlü mücadelesini hedef alan, iktidarın baskıcı ve anti demokratik uygulamalarına zemin hazırlayan her türlü girişim ve saldırının karşısında hukuksal ve örgütlü mücadelesiyle durmayı sürdürecektir.